Prof. Dr. Ahmet Özer

Sevgi ve gün üzerine

Prof. Dr. Ahmet Özer

Bazı şeyler vardır paylaştıkça küçülür, bütün kötülükler de ondan doğar, para gibi… Bazı şeyler de var ki paylaştıkça çoğalır, sevgi gibi. O yüzden bütün güzellikler ondan doğar. Mutluluk gibi, bilgi gibi… Misal bendeki bir bilgiyi arkadaşımla paylaştığımda yarıya inmez ikiye katlanır. Mutluluk da öyle, sevgi de… Birini sevdiğinde, birine sevgini verdiğinde, sevgin azalmaz aksine daha da çoğalır, daha da büyür. O yüzden dünyayı kurtaracaksa sevgi kurtaracaktır. Bunun için Kant’ın dediği gibi, insan amaçtır, onu asla araç olarak kullanma…!

Kapitalist dünya ise her şeyi araçsallaştırır, insanı bile.. onun değerlerini metalaştırıp satar, ondan kar elde etmeye çalışır. Sevgiyi de öyle kullanıyor nitekim. Söz gelimi uydurduğu “Sevgililer Günü” icadı sevgiye kıymet verdiği için değil, onu paraya pula çevirmek içindir. Kapitalizm insanın ruhunu zenginleştirmenin sevgisini yüceltmenin peşinde değil, o pazarlanacak bedenlerin peşindedir. Çünkü ruhu zenginleştirmek ona bir şey kazandırmaz, o yüzden böyle şeylere mesai harcamaz, insanın paraya çevrilecek yanları ile ilgilenir.

Kapitalistlerin bütün derdi biriktirmektir, kar elde etmektir. Amaca varmak için her türlü aracı kullanmak onlar için mubahtır. Bu nedenle üretimden ziyade tüketimin önem kazanması ile birlikte malını pazarlamanın bir yolu olarak gün icat etmiştir. Bir sürü gün. Sevgiyi de bu amaçla ona eklemlemiştir.  Diyeceksiniz ki ne zararı var?  Ben olanı tespit edeyim gerisi size kalmış. Siz gene de kapitalistlerin dediği günde değil her gün sevdiklerinizi sevin ve onları sevmeyi sadece eşya ile değil, davranışlarınızla, ruhunuzla, canınızla gösterin. Çünkü sevgi sadece eşya ile yücelmez. Bu tespiti şunun için yapıyorum; insanları sevip eşyaları kullanmaları gerekenler, günümüzde eşyaları sevip insanları kullanıyorlar. Bunun adına da büyük bir yanılgı ile sevgi diyorlar.

Hani var ya büyük Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un Selvi Boylum Al Yazmalım filmine yansıyan o güzel sözleri “Sevgi nedir, sevgi emektir. Sevgi dostluktur. Sevgi karşılıksız fedakarlıktır.” Yoksa sevgi parayla pulla tavlamak değildir. O olsa olsa sevgi tuzağına düş(ür)mektir. Öyle olmasaydı sabah gül alıp akşam sevgilisini döver miydi insanoğlu? Sevgi varmış gibi davranıp sevgisiz bir kültürde büyümeseydik bu kadar şiddet, bu kadar kadın cinayeti olur muydu? Yoksa siz, ben sevgimi sevgilimle yaşarım, gerisi beni ilgilendirmez mi diyorsunuz. O zaman sizin sevginiz gerçek bir sevgi olur mu, bir düşünün. Çünkü sevmek, insanı sevmekle başlar. İnsanı sevmek bütün insanlığı sevip saymaktır. Sadece birini sevip geri kalan insanları umursamayan biri gerçekten sevebilir mi?

Bir bakın etrafınıza lütfen; dünyamız bugün sevgisizlik cehenneminde savrulmuyor mu? Irkçılık, şoven milliyetçilik, dinler ve inançlar arası hoşgörüsüzlük, ötekileştirme, sömürme, her türlü baskı sevgisizliğin tezahürleri değil midir? Bu, kendinden başkasını sevmeme hastalığına düşmektir, güce tapınmaktır, kendine ve sevgiye yabancılaşmaktır. Bugün insanlığın yaşadığı en büyük trajedi bu yabancılaşma girdabıdır ne yazık ki. Ve insanlık “makinaları üreten makinalar çağında” yabancılaşman girdabında debelenmektedir. Misal, bir insanı kesip içine bakın orda insana dair her türlü hasleti bulursunuz, ama orada, insanın içinde dolar, avro, tl bulamazsınız, yoktur. Tank yok, top yoktur, silah yoktur. Oradaki sevginin, merhametin, hoşgörünün yerine eğer parayı pulu, gücü, silahı koyarsanız işte o zaman  insanlıktan çıkarsınız. Böyle bir durumda insanlığınıza yabancılaşmışsınız demektir. Kapitalizm para pul için bu çağı zehirledi. En büyük zehri de yabancılaşma hastalığına insanı müptela etmesidir.

İnsanı hayvandan ayırma çabası aslında insan ruhunu yüceltme çabasına karşılık gelir. Şu anda kapitalizm insan ruhunu yücelten kültüre müthiş bir düşmanlık içinde. Onun yerine mal satmak için insanda (en altta yer alan) ortak hayvansal ihtiyaçlara hitap ediyor. İnsan da bir hayvan olduğuna göre biyolojik ihtiyaçları var, sağ kalma güdüsü var, doyma, barınma, üreme, güvenlik arama… Piyasa insan ruhunu yüceltmekle niye uğraşsın, bunun yerine en alttaki hazır taleplere saldırıyor. Milyarlarca insan et sever, karnını doyurmak ister, eti salçalı köfte haline getirip ekmeğin içine koyup veriyor. Bütün dünya aynı dizayna sahip dükkânlarda aynı ..burgeri yiyor. İlkel insan ne sever? Seks sever, onun filmini yapıyor. Şiddet sever, şiddeti veriyor. Şekerli meyankökü şerbeti, kolayı içiriyor. Bütün dünya aynı kutuya müptela olmuş, içiyor ha içiyor. Sevgi mi? Onun sevgiyle ilgisi yok. Sevgililer Günü ne için peki? Şu çantayı al, bu pantolonu götür… şu malımı satın al. Al.. al.. al.. İhtiyacın olsun olmasın önemli değil.  Devasa “alışveriş tapınma mabetleri” ona göre dizayn edilmiş. Onun maksadı satış. Bunlar iyidir diyor, senin için başka önemli bir konu yok, başka meselelerle uğraşma... Bunların yeterli olduğunu söylüyor ve reklamlarla ha bire bunun övgüsünü yapıyor, sen de gidip o tuzağa düşüyorsun. Sen istediğin için bütün bunlar olmuyor, o istediği için oluyor bunlar. Çünkü o seni yönlendiriyor.  Sadece o mu? Bir de makro düzeye çıkaralım bu analizi.

Koca koca ülkeleri bir düşünün, onların başındaki yöneticileri, siyasetçileri düşünün. Her fırsatta demokrasiye inancı, insan haklarına saygıyı dillerinden düşürmüyorlar, değil mi? Sevgiden bahsediyorlar. Sonra, evet sadece bir haber sonrası ellerinde yeni bir silahla ekranların karşısına geçip övünerek şöyle diyorlar: “İyi bakın. Şimdiye kadar yaptığımız silah bir atışta beş kişiyi öldürüyordu, ama şu elimde gördüğünüz var ya, bu silah bundan sonra bir defada on beş kişi öldürecek”. Ve sonra ahaliye dönüp “haydi ne duruyorsunuz, bizi alkışlayın” diyorlar. Ahali de onları alkışlıyor, bu hastalıklı, arızalı hali durmadan alkışlıyor. Çünkü onu da hasta etmişler, hastalandırmışlar. Sevgi çoktan rafa kaldırılmış. Her kes gücün peşinde koşuyor, güce tapınıyor. “Güçlüyüz kudretliyiz kimse bizimle baş edemez.” Alkış… “En güçlü biziz.” Alkış. “En çok biz öldürürüz, yok ederiz, bu gün gene kaç kişi ...,” alkış.., ve sonra dünya kan revan.. ve sonra bu dünyanın düzelmesini bekliyoruz. Toplum bunları neden alkışlıyor peki? Çünkü yıllardır yaptıkları propagandalarla, söyledikleri yalanlarla toplumu da zehirlediler. Güçlüyüz, kudretliyiz, kimse bizimle baş edemez. Sadece dışarıda değil içerdeki rakiplerimizi de ezer geçeriz., Alkış, alkış...

Önce dünya nasıl bu hale geldi diye yakınıyoruz. Ve sonra dönüp bu dünyanın düzeleceğinden dem vuruyoruz. Böyle bir dünya düzelir mi? Şöyle diyeyim; böyle giderse Russell’in deyişi ile, dünya ya bir olacak ya yok olacak. Dünyayı sevgi bir yapacak, sevgi kurtaracak. Dünyayı böyle giderse sevgisizlik yok edecek. Güç tapınmacılığı, aç gözlülük… Doğaya ve kendi türüne karşı açtığı savaş dünyanın sonunu getirecek.  Dünya büyük, elbette tavuklar gibi hemen pat diye bir günde düşüp yok olmaz. Ama bin yıl, iki bin yıl çok uzun bir zaman dilimi değil ki dünya için.

Fütüristler böyle giderse dünyanın gelecek milenyumu göremeyeceğini söylüyor.  Nasıl olsa bize yetişmez demeyin. O kadar bencil olmayın. Bencillik de sevgisizliğin başka bir halidir. Bir düşünün, bu dünya bizim atalarımızdan bize miras kalmış bir dünya değil, bu dünya çocuklarımızdan, gelecek kuşaklardan emanet aldığımız bir dünya. Ancak böyle bakarsak bu dünyayı yaşatabiliriz. Sürdürebiliriz. Sürdürülebilirlik bugün ile gelecek arasında adaleti sağlamaktır. Adil olmalıyız. Ve en önemlisi dünyayı ve dünya üzerinde yaşayan her şeyi, insanı, hayvanı, börtü böceği, ağacı, çiçeği sevmeliyiz.  Sedece sevgililer günde değil, her gün, her zaman …

Her şey sevmekle başlar…

Yazarın Diğer Yazıları