İkram Kali

Akdamar Adası'nın bilinmeyen hikayesi

İkram Kali

Bugünkü yazımda  Akdamar Adası'nın bilinen güzelliklerinden yola çıkarak pek bilinmeyen bir hikayesini paylaşmak istiyorum.

Van şehir merkezine 55 km uzaklıkta, Gevaş ilçemizin sınırları içinde bulunan her yıl binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği Akdamar Adası; Türkiye'nin en büyük gölü olan Van Gölü, Vanlıların tanımıyla Van Denizi'nde yer alan dört adadan biridir.

Edremit - Gevaş ilçelerimize doğru kıvrılan koya yakın, kıyıdan 4 km. kadar mesafede, eşsiz bir manzaraya sahip olan Akdamar Adası, mayıs ayında badem ağaçlarının açan çiçekleri, gölün mavisi ve karşısındaki Artos/ Çadır dağının zirvesini süsleyen beyaz karlar ile bütünleşerek renk cümbüşüne döner. Martıların ötüştüğü, tavşanların koşuştuğu tarih ile doğanın iç içe geçtiği Akdamar Adası Türkiye'de görülmesi gereken önemli yerlerin başında gelir.

Ada da Ermeni Sanatı ve mimarisinde yüksek bir noktayı sembolize eden; mimari yaratıcılığın ve sanatsal yeteneğin ustalıkla iç içe geçtiği, Abbasi Krallığı altında Vaspurakan Kralı I. Gagik tarafından 915-921 yılları arasında Keşiş Manuel tarafından yaptırılan kilise yer alır.  2007 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından 1,5 milyon dolara restore edilerek kilise  Anıt Müze statüsü almıştır. Ülkemizin en büyük ikinci adası olan Akdamar Adası  gölün altından geçirilecek 3,8 kilometre uzunluğundaki boru hattıyla tatlı suya kavuşacak.

 Bunlar bilinen özellikleri

Akdamar Adası ile ilgili  82 yıl önce  gündeme gelen bilinmeyen hikayesi de şöyle:

Ülkemizde Cumhuriyet öncesi savaş ve milli mücadele dönemlerinde çeşitli bulaşıcı hastalıklar meydana gelmiş. Özellikle Birinci Dünya Savaşı sırasında işgale ve  katliamlara uğrayan, ahalisi göç etmek zorunda kalarak nüfusunun büyük çoğunluğu yoksul ve perişan olan Van gibi yerlerde cüzzam (lepra), trahom, frengi, sıtma, çiçek, kolera gibi bulaşıcı hastalık salgını ortaya çıkmış.  Türkiye'nin çeşitli yerlerinde ve Van'da ortaya çıkan cüzzam ile ilgili olarak Cumhuriyet Dönemi'nde etkin mücadele başlatılmış. Hastalığın tedavisi için birçok ilde hastanelerin yanı sıra Cüzzamla Savaş ve Araştırma Derneği kurulmuş.

İlk olarak 1876 senesinde Norveçli bilim adamı Armauer Hansen tarafından bulunan cüzzam mikrobu deriyi tutarak yayıldığından ve vücuda bu şekilde hükmetmesinden dolayı miskin hastalığı olarak  tanımlanmış. Dünya çapında sosyal ve toplumsal bir hastalık olarak kabul gören cüzzam, daha önce yaşamış dinlerde olduğu gibi İslâmiyet döneminde de kötü ve salgın bir hastalık olarak görülmüş. Eski tarihlerde cüzzamın tedavisi mümkün olmadığından halk bu hastalardan uzaklaşmış ve bunlar tecride tabi tutulmuş. Osmanlı Devleti döneminde cüzzamın tedavisi ve hastaların barınması için uygun mekânlar yapılmış. Cumhuriyet Dönemi'nde Anadolu'nun çeşitli yerlerinde cüzzamhaneler, miskinler için mekanlar yapılmış.

 Hastalar Akdamar Adası'na…

Bölgemizde cüzzam hastalığı o kadar yaygınlaşmış ki hastaların 1936 yılında Akdamar Adası'nda toplanması gündeme gelmiş. Doğal güzellikleriyle bilinen Akdamar Adası Doğu Anadolu'daki cüzzamlı hastaların tecrit edileceği yer olarak düşünülmüş ancak  bu düşünceden çeşitli nedenlerle daha sonra vazgeçilmiş. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Öğretim Görevlisi Abdulaziz Kardaş, "Cumhuriyet Dönemi Sağlık Politikaları Ve Cüzzamla Mücadele" başlıklı makalesinde bu konuya yer vermiş.

Cumhuriyet Dönemi'ndeki yaygın hastalıklardan birinin cüzzam olduğunu ve bu hastalıkla mücadele edildiğini, Üçüncü Umumi Müfettişliği tarafından hastalığa yakalananların bölge ve halktan tecrid edilerek, Van Gölü'ndeki Akdamar Adası'na yerleştirilmesinin teklif edildiğini belirten Kardaş, "Akdamar'da Cüzzam Tedavi Merkezi Kurma Talebi 1936'da Bayazit'e (Doğubeyazıt) 2 km mesafede ve eski istasyona yakın olan bir köyde cüzzam hastalığına yakalanan çok sayıda kişinin bulunması ve bu hastalığa yakalananların hastalığı diğer insanlara bulaştırma tehlikesinin bulunması nedeniyle Üçüncü Umumi Müfettişlik, ilgili makamları durumdan haberdar etmişti. Üçüncü Umumi Müfettişlik, bu hastalığa yakalananların bölge ve halktan tecrit edilerek, Van Gölü'ndeki Akdamar Adası'na yerleştirilmesini teklif etmişti. Bunun üzerine Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, 16 Eylül 1936'da Başvekâlet'e yazdığı telgrafla; Üçüncü Umumi Müfettişlik bölgesinde bilhassa Bayazit Kazası yakınlarında 200'e yakın cüzzamlı şahıs bulunduğunu; mevkinin askeri garnizona yakın olması ve hastalığın halka da bulaşmasını önlemek maksadıyla, Van Gölü'ndeki Akdamar Adası'na yerleştirilmesi ve tedavi altına alınmasını istemişti. Bunun üzerine Başvekâlet, 23 Eylül 1936'da durumu Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti'ne bildirmişti " ifadelerine yer veriyor.

 

 

Akdamar Adası uygun değil

Akdamar Adası'nın cüzzam hastalarının toplanma merkezi olarak kullanılmasından daha sonra vazgeçildiğini kaydeden Kardaş, bunun gerekçelerini de şöyle açıklıyor:  " Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti, bunun üzerine haber verilen köyde ve bu köyün çevresinde bulunan diğer köylerde mahalli hükümet tabibi vasıtasıyla tahkikat yaptırılmasını uygun görmüş ve bu konuyu Ağrı Sıhhat ve İçtimai Muavenet Müdürlüğüne telgrafla bildirmiştir. Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti, gelen taleple ilgili bir araştırma yapmış ve görüşünü 30 Eylül 1936'da bir yazı ile Başvekâlet'e göndermişti. Gönderilen yazıda Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti şu noktalara temas etmişti; "Akdamar Adası'nda bir leprozöri tesisi hakkındaki Üçüncü Umumi Müfettişliğin teklifinde; cüzzamlıları sağlam insanlarla ihtilata meydan vermeyecek bir şekilde münasip bir yerde mücerred bir vaziyette tedavi altına almak uygun bir iş olmakla beraber tatbikatta başarılması kolay olmayan birçok güçlükler gösterir. Çünkü mesele yalnız cüzzam hastalarını bir araya toplamakla kalmayarak bunların, iaşe, elbise, mahrukat ve buna benzeyen bütün ihtiyaçlarının temini ve mücerred bulunacakları yerin hududu haricine çıkmalarına meydan vermeyecek inzibati tedbirlerin alınması ve bu işe bakacak memurlar ile hastaların tedavilerini muntazam bir surette tatbik ve takip edecek tabip ve sıhhat memurlarının tedariki gibi bir takım idari, inzibati ve sıhhi faaliyetleri de icap ettirir. Bu sebeplerden dolayı Van Gölü'ndeki Akdamar Adası'nda bir leprozöri tesis edilmesi vekilliğimizce uygun ve mümkün görülememiştir." 

Akdamar Adası ile ilgili huzur veren hikaye böyle.

Sonuç olarak, Akdamar Adası'nda cüzamlıların tecrit ve tedavisi için açılması düşünülen cüzzam tedavi merkezi gerekçe ve sakıncaları nedeniyle Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti yani dönemin Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı tarafından faaliyete geçirilmesi uygun bulunmamış. Ülkemizde cüzzam  günümüzde kontrol altına alınmış bir hastalık olarak kabul edilmiş.

 

 

Yeri gelmişken

1964 yılında Ankara Lepra Enstitüsü tarafından Elazığ, Erzurum, Kars, Van, Ağrı ve Hakkari illerinde hasta bulma ve kontrol çalışmaları yapan, 24 Temmuz 1964'de Hakkari'ye giderken Başkale çıkışında bir kaza geçiren ve aynı günün gecesi 47 yaşında vefat eden cüzzamlı hastalara ömrünü adayan  Doç. Dr. Etem Utku'nu…

1976 yılında lepra diğer bir adıyla cüzzam çalışmalarına başlayan ve Cüzzamla Savaş Derneği ve Vakfı'nı arkadaşlarıyla birlikte kuran,   genç bir doktor olarak Van'da köy köy gezerek ailelerinin dahi tecrid ettiği cüzzamlı hastaları tedavi eden,  İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Başkanlığı'nı yapan, 1986'da Hindistan'da "Uluslararası Gandhi Ödülü"nü alan merhum Prof. Dr. Türkan Saylan'ı saygıyla anıyoruz.

 

 

41 asker cüzamlı

Cüzzam ülkede korkunç şekilde artış göstermiş. Ankara Askeri Hastanesi'nde 1965-70 yılları arasında muayene edilen toplam 80 bine yakın asker içinde 41 cüzzamlı olduğu görülmüş. Bunların da 21'inin daha önce lepra çalışmaları sırasında saptandığı anlaşılmış. Bu rakam ile ülkemizde bu yıllarda saptanan hasta sayısının bütün hastaların yarısına yakın olduğu sonucuna varılmış.

Yazarın Diğer Yazıları