Şahbettin Uluat

Babam sağ olsun!

Şahbettin Uluat

Kamyon yazılarını, araba yazılarını biliriz. İnsanlar evlatlarının adlarını yazarlar, beğendikleri sloganları yazarlar, yaşam felsefelerini özetleyen şeyler yazarlar, dini terimler yazarlar.

Bir de "babam sağ olsun" yazarlar. Onlar, yani bu sözü yazanlar bir şekilde kullanmakta oldukları aracın sahibi olmalarında baba katkısına işaret ederler.

Baba evladını sevmez mi? Elbette sever. Baba yeri gelir evladı için canını verir.

Durumu iyiyse oğluna, kızına ev alır, araba alır, tatile gönderir.

Sonuçta baba da, anne de her zaman evlatları için olmadık fedakârlıklar yapmaya hazırdırlar. Baba, anne olmak öyle bir şeydir.

Eh, çok az sayıda istisna olanları da var, onları saymıyoruz.

Babalar küçük ya da büyük esnaf, tüccar, sanayici ya da başka şekilde bir girişimin sahibi veya ortağı durumunda iseler evlatlarına bu işleri, payları miras bırakarak babalıklarını yaparlar.

Babalar evlatlarının geleceğini bir devlet kadrosunda ya da özel sektör kadrosunda görüyorlarsa o kadrolara onları yerleştirmek için de ellerinden geleni yaparlar. Yetkilileri kovalarlar, telefonlar açarlar, araya hatırlı adamlar koyarlar.

Kendileri bir kurumda söz sahibi durumunda iseler ya da söz sahibi olanları tanıyorlarsa bir kılıf uydurup iş güç sahibi etme derdine düşerler.

Onların evlatlarının da "babam sağ olsun" demeleri gerekmektedir;  bunu bilirler. Bildikleri için her yolu dener evlatlarına bir geçim kapısı açmaya çalışırlar.

Bir kısmı zaman zaman bu işi başarır, kotarır, bitirirler.

Şimdilerde artık pek çok devlet kadrosuna Kamu Personeli Seçme Sınavları ile eleman alınıyor. Eğer mülakat yoksa puanı yüksek olanlardan başlayarak şeffaf bir şekilde yerleştiriliyor. Mülakat varsa ve mülakat yapacak kişiler biraz rahatsa bu birilerinin işini kolaylaştırırken, başka birilerininkini zorlaştırıyor.

Kırk yıl önce bu böyle değildi. Herhangi bir devlet işine girmek için kamunun açtığı yerel sınavlara girirdiniz.  O sınavlarda kazananlar yerleşir, yedekte kalanların belli bir puanı tutturabilenlerine de "imtihan kazandı belgesi" verilirdi. O belge "münhal (boş)" bir kadrosu olan şu ya da bu kuruma atanmanızda işe yarardı. Duruma göre yer yer yasalar, kurallar zorlanır, masum hileler de yapılırdı.

İşsiz gencimizi iş sahibi yapabilmek için bazen şartlar onun lehine olacak şekilde ağırlaştırılırdı ya da daraltılırdı.

Bu konuda kendi yaşadığım bir örneği sizlerle paylaşmak isterim.

O günlerde bol maaşlı, bankaların bankası konumundaki bir kuruma güvenlik elemanı alınacaktı. Koşullardan biri askerliğini jandarma çavuş ya da jandarma onbaşı olarak yapmış olmaktı. O kurumun güvenlikçiye verdiği maaş benim çalıştığım özel bankadan aldığımın iki katından fazlaydı ve güvenlikçilerinin işi de benim yaptığım işin belki de dörtte biri kadar bir işti. Yani her yönüyle daha cazipti.

Henüz kimse "özel güvenlik belgesi"  sormuyordu. Böyle bir belge de, düzen de yoktu.

Başvurdum ve başvurumda benim de askerliğimi "jandarma asteğmen" olarak yaptığımı teğmen olarak da terhis olduğumu beyan ettim.

"Olmaz" dedi karşımdaki yetkili kişi. "Sen onbaşı ya da çavuş olarak askerlik yapmamışsın, koşullarımıza uymuyorsun."  Afalladım.

Hani konu jandarmalıksa ben sayılan iki rütbenin de üzerinde bir yerde duruyordum. Fiziksel eğitimim de, teorik donanımım da onlardan iyiydi ama beyler bunu kabul etmiyorlardı. Şart çavuş ya da onbaşıydı.

Siz olsanız neler düşünürdünüz?

Ben de onu düşündüm.

Belli ki, o sıfatlara sahip birileri vardı. Onların babaları (kandan baba olması şart değil) benim babamdan daha güçlüydü. Olay buydu.

*

Yine o yıllarda bir arkadaşım bir resmi kurumadaki boş bir kadroya başvuruda bulunmak istemişti.

Kendisi anlattı.

Dediğine göre eleman alma konusunda yetkili durumdaki kurum müdürü her gelene askerlik durumunu sorduktan sonra  "tüh, askerliğini yapsaydın alırdık" deyip geri gönderiyormuş.

Benim askerlik yapmış olan arkadaşım durumu başvurup geri çevrilenlerden öğrenmişti. Kendince işi garantiye almak için kendisine bu soru yöneltildiğinde o yetkiliye önce askerlik yapmadığını söylemişti.  "Tüh, askerlik yapsaydın alırdık" sözü yetkilinin ağzından çıkar çıkmaz da, "Sayın müdürüm ben askerliğimi yapmışım heyecandan dilim sürçtü. Yanlışlıkla öyle söyledim" diyerek işi bitirmeye çalışmıştı.

Olmamıştı tabi. Bu defa da yetkili müdür bas bas bağırarak "sen yalancının birisin, seni işe alacağımı mı zannediyorsun" diyerek kendisinden öncekiler gibi ona da kapıyı göstermişti.

Cumhuriyet tarihi boyunca kimi devlet kadrolarına eleman temini esnasında benzer koşullar öne sürülüp durdu.

Yıllar önce Adalet Bakanlığı yapmış bir zatın "kadroları bizimkilere vermeyip onlara mı yedirecektik" sözü çok konuşulmuştu.

O günlerde dışişlerindeki görevlere de herkesin alınmadığını işitirdik.

Bölgecilik, hizipçilik, laikçilik, mezhepçilik, cemaatçilik zaman zaman kendini gösterip durmuştu.

Devletine karşı devlet silahları, ordusu ve yetkileriyle darbe edepsizliği yapan Fetö - PDY hareketinin devlet kadrolarında nasıl yuvalandığını; bunca ciddi çabaya rağmen bugün bile tam temizlenemediğini milletçe biliyoruz. Danışıklı jüriler, uyduruk mülakatlar, çalınmış sorular ve ele geçirilmiş kadrolar çok da uzak bir zamanın olayları değil.

*

Nüfusumuz giderek artıyor. Eğitim kurumlarımız her yıl yeni mezunlar veriyorlar ve gençlerimiz kendilerine uygun işlere girip çalışmak istiyorlar.

Tarlasında, bahçesinde, dükkânında, şirketinde olanakları olanlar bunu bir şekilde başarıyor, kendi çekildikleri alanları onlara terk ediyor,  "babam sağ olsun" takdir sözüyle rahatlıyorlar.

 Ancak kendi işi ya da işyeri olmayanlarla emeği ile geçinenler için durum farklı.

Evlatlarını yıllarca okullara gönderen öteki babalar da emeklerinin karşılığını görmek istiyorlar.  Bunun için barış, huzur ortamının aydınlığında ülkenin her tarafında üretimin bir an önce canlanmasını, istihdamın artmasını ümit ediyor; kendi evlatlarının da "babam sağ olsun" diyecekleri günleri sabırla bekliyorlar.

Kim bilir, belki o yaşlı ebeveynlerin birçoğu gelecekteki güzel günlerde, artık yaşlılığın güçlükleriyle baş etmeye çalışırken o sözü işitirler. Hatta bununla da kalmaz, çocuklarının kurdukları yuvalarında kendilerini rahat ettirdiklerine, maddi manevi desteklerle rahatlattıklarına da tanık olur, gönül huzuru ve rahatlığıyla "evladım sağ olsun" da diyebilirler.

Yazarın Diğer Yazıları