Dr. Muhammet Veysel Zortul

Sucuklu yumurta

Dr. Muhammet Veysel Zortul

Şimdinin ilkokullarını bilmem ama bizim zamanımızda genellikle her öğrencinin dersleri, iyi veya iyiye yakın olurdu. Elbette zor dersler olurdu ancak öğrenciler, bir şekilde bu zorluğun üstesinden hem de hiçbir destek almadan gelebiliyorlardı. Hele bu derslerden matematik dersi, eğlenceli olmak itibariyle tüm derslerin bir adım önündeydi kanaati acizanemce. Çünkü o günün oyuncaktan mahrum çocukları için çeşit çeşit renklerdeki abaküslerle sayılar sayıp toplama-çıkarma yapmak hoş bir oyuncak ile oyun oynamak gibi latif bir şeydi. Hem bu uygulamalarla matematik denen esrarlı bilim, bazen renkli bir abaküste bazen de bir kese içerisine konmuş bakla tanelerinde cisimleşmek suretiyle karşımıza geçip 'Aha da buradayım!' diyebiliyordu.

Madem matematikten laf açtık, müsaadenizle yine onunla devam edelim. Orta öğretime başladığımız yıllarda, o bizim başımıza taç yaptığımız matematik, sanki sürgün yemiş gibi bir anda çekip gitmiş ve yerine deyim yerindeyse bir ucube çıka gelmişti. Hepimiz kerrat tablosu ve dört işlemi sular seller gibi biliyorduk ama bu bilgilerimizin kıl kadar olsun bir önemi yoktu artık. Sınıfa giren matematik öğretmenlerimiz aceleleri varmışçasına yoklama dahi almadan, kara tahtaya garip garip şekiller çiziyorlar ve sonra 'x' denen meçhul nesneyi bulmamızı istiyorlardı. İpucu istediğimizde ise sanki büyük bir tüyo vermişçesine 'y' denen ve garabette x'si aratmayan nesneye değer vermemiz tavsiyesinde bulunuyorlardı. Tabi matematik aynı zamanda bir mantık dersi olduğundan enikonu düşünmek icap ediyordu. İyi de niçin değer verecektik ki? Diyelim ki verdik; bu y vereceğimiz değeri hak ediyor muydu? Ayrıca x için y'ye değer verdiğimize göre x daha mı değerliydi? Velev ki öyleydi; bundan sonraki problemlerde şayet her ikisinin bulunması istense x'si bulmak kâfi gelecek miydi? Tüm bunları düşünmeye kalmadan tebeşirin bile kendisine yetişemediği sevgili hocamız, jet hızıyla sonucu tahtaya yazar ve şükür ki kayıp x kazasız belasız bulunmuş olurdu. Aslında kaybeden de bulan da hocamızın kendisiydi ve biz öğrencilerin bu yaşananlarla zerre miktar bir ilgisi yoktu.  Ancak bizim mantıkla hocalarımızın mantığı aynı şekilde işlemiyordu maalesef. Hocalarımız sanki sayısal bilmek büyük bir marifetmiş gibi bunun övüncünü her fırsatta ifade eder hatta ifade etmekle de kalmayıp çarpma denen etkili bir yöntemle uygulamalı da gösterirlerdi. Ancak müsterih olun; beni ve benim gibileri yıldıramazlardı elhamdülillah. Yılmazdık ancak biz matematik zedeler ile hocalarımız arasında aralıksız sürüp giden mücadelede, bizim tarafın çokça sıkıntılar çektiğini itiraf etmek durumundayım sevgili okurlarım. Yeri gelmişken bir anımı nakletmeme müsaade buyurun. Yanlış hatırlamıyorsam orta iki yani şimdiki tabirle 7. Sınıfı okuyan yatılı bir öğrenciydim. O günler yazılı kâğıtları bolca mürekkep damlatan teksir makineleri ile çoğaltılırdı ve bir matematik sınavının arifesinde nasıl olmuşsa birileri yazılı kâğıtlarını çalmıştı. Bendeniz de tüm bu hırsızlık olaylarından habersiz bir şekilde sabahki matematik sınavıma çalışıyordum. Ders çalışırken dolma kalemimden elime damlayan mürekkep, teksir makinesinin mürekkebine benzetildiğinden önce şüpheli ardından bizatihi suçlu durumuna düşmüş ve adı bende saklı bir müdür muavini tarafından saatlerce dövülmüştüm. Yediğim dayaktan ziyade okuldan atılma tehdidi canımı daha çok yakmış ve o gece sabaha kadar babama vereceğim cevabı düşünüp durmuştum. O gece belki de tek tesellim, teksir makinesinin mürekkebi ile elimdeki mürekkep arasında bağlantı kuran dâhiyane bir beyinle aynı odayı paylaşmış olmak bahtiyarlığıydı ve bugün bile o tatlı saatleri hayalen temaşa edip içten içe gururlanırım.

Sabah olunca beni ikamet ettiği odaya çağıran müdür muavinimiz, bakkala giderek bir kangal sucuk ve birkaç tane de yumurta almamı emir buyurdular. Düşünsenize bu âli görevi, onca öğrenci arasından bana bahşetmişti. Şimdiki öğretmenleri bilmem ama bizim öğretmenlerimiz gönül alma konusunda çok mahirdiler. Tabi hocamız sucuklu yumurtasını yapıncaya kadar odasında bekleme saadetine ermiştim ki bunu da bir gurur vesilesi nevinden şuraya derc etmekte bir sakınca görmüyorum. Sucuklu yumurta yapma ameliyesi nihayetlenip hocamız kahvaltısına başladıktan sonra yüzüme dahi bakmadan gerçek suçluların tespit edildiğini ve gidebileceğimi söyledi. Hemen gitmek yerine ısrarla gözlerine bakmış ve küçücük de olsa bir pişmanlık emaresi bulmaya çalışmıştım ama zatı âlileri sucuklu yumurtadan bir an bile gözlerini ayıramadıklarından bu arzuma muvaffak olamamıştım.

Bu olaydan yıllar sonra güzel bir haziran akşamında Altın Şiş Lokantasında yemek yerken gözüm garsonlara emirler yağdıran bir şef garsona ilişmişti. Şefin garsonlara hitaben söylediği 'Masaların beşte üçü boş fakat boş olanların üçte ikisine servis tabakları konulmamış!' sözleri üzerine kaşığımı masaya bırakıp uzun uzun düşünmüştüm. Ve anlamıştım ki matematik aslında hayatın ta kendisiymiş fakat biz ya anlatılamadığından ya da anlamamaya şartlandığımızdan bu çok önemli gerçeği ıska geçmiştik ve geriye dönüp telafide bulunabilmek için de çok geçti artık. Çünkü lise ikiye geldiğimizde, her fırsatta hayatımızdan bir ders çıkarmamızı isteyen hocalarımızı kırmayarak hayatımızdan matematiği çıkarmış ve sözelci olmuştuk. Oturduğum masada bu hayıflanmayı için için yaşarken bir müşteri daha gelmiş ve boş masalardan birine oturmuştu. Göz göze geldiğimizde, gözlerini kaçırmamış ve ben yıllar sonra bile olsa emanet bıraktığım pişmanlığı almıştım nihayet. Yaklaşık yarım saat boyunca tek bir kelime etmeden aralıklarla bakışmıştık ve o süre zarfında ilginçtir önümdeki yemekler de dâhil olmak üzere tüm lokanta kesif bir şekilde sucuklu yumurta kokmaya başlamıştı.

O gün yemek parasını kasaya, emanet pişmanlıkları da cebime koyup Cumhuriyet Caddesi'ne dalarken cebime koyduklarımın bir pişmanlıktan çok daha fazla olacağını bilemezdim elbette. Çünkü ne zaman bir sucuklu yumurtaya denk geliversem hep mürekkep kokulu o geceyi hatırlayacak ve o geceyi mürekkebin her tonuyla renklendiren hocamı en içten duygularımla yâd edecektim. Tek farkla ki o bunu hiçbir zaman bilmeyecekti…

Yazarın Diğer Yazıları