Dr. Mine Kılavuz Ongün

Evvel zaman içinde 5: Yuvayı dişi kuş yapar

Dr. Mine Kılavuz Ongün

ANLATAN: NAİME KILAVUZ

Bir varmış bir yokmuş, Allahın kulu çokmuş. Çok söylemek günahmış. Zamanın birinde bir padişah varmış. Bu padişahın da, akıllı mı akıllı bir kızı varmış.

Padişah bir gün çoluk çocuğu ile otururken sormuş:

- Söyleyin bakalım yuvayı dişi kuş mu yapar, erkek kuş mu?

Akıllı kız hemen atılmış:

- Baba bu sorunun cevabı çok basit. Tabi ki dişi kuş yapar. Erkek isterse bütün dünyayı getirsin, kadın idareli olmadıktan sonra, onu da batırır.

- Peki, erkek kazanıp getirmedikten sonra kadın ne yapabilir ki?

- Kadın akıllı olursa onu da yola getirir, der kızı.

Bunun üzerine padişah:

- Madem öyle diyorsun seni ülkenin en tembeli ile evlendireyim, bakalım ne yapabileceksin? Tembel Ahmet diye anılan biri var. Hiçbir iş yapmaz. Tembellikten evden dışarı bile çıkmaz.(Anlatıcı burada "Ehmet"diye anlatıyor.)

- Sen nasıl uygun görürsen öyle olsun baba, demiş kız.

 Padişah emir vermiş. Tembel Ahmet'i huzuruna çağırmış. Kızını onunla evlendirmek istediğini söylemiş. Tabi Tembel Ahmet buna hiç anlam verememiş. Birazda korkmuş. Koskoca padişah kızını ben nasıl saklarım diye. Annesine durumu anlatınca onu da almış bir düşünce.

Neyse düğün günü bizim padişah kızını çağırmış. Kulaklarındaki küpeden, boynundaki kolyeye bütün mücevherlerini çıkarttırmış. Kızına ders verecek ya!

- Sadece üzerindeki kıyafet ve ayakkabı ile gideceksin demiş.

Kız kendine güveniyor ya, hiç sesini çıkarmamış.

Düğün dernek yapılmış. Tembel Ahmet kızı alıp evine götürmüş. Kız bakmış ki ana oğul vaziyetlerinden utanmaktalar.

- Hiç utanmayın üzülmeyin. Elbirliği ile çalışıp kazanacağız demiş.

 Eve bir göz gezdirirken, gözü yerdeki posta ilişmiş. Bu postun yününü eğirip ip yapmış. Güzel çoraplar örmüş. Ahmet'e:

- Al bunları götürüp sat ve iplik al demiş.

Böyle böyle çorap yapıp satarlarken biraz para biriktirmişler. Parayı kayınvalidesine vermiş ve bir eşek ile bir balta almasını söylemiş.

Oduncuların başına gitmiş ve kendini tanıtmış:

- Bu Tembel Ahmet 'i al çalıştır, yetiştir. Çalışmayı öğrensin demiş.

Aylar geçmiş, durumları iyice düzelmiş. Bir gün odun keserken Ahmet yorulup uzanmış bir ağacın dibine. Toprakla oynarken bir de ne görsün yerden çok güzel bir taş çıkmış. Ne olduğunu anlamamış ama taşın parlaklığına hayran kalmış. Kendi kendine" götüreyim de padişah kızı bununla fındık kırsın" diye düşünmüş. Karısına hiçbir zaman ismiyle hitap etmiyormuş mahcubiyetinden. Kız ona defalarca "bana ismimle hitap et" dese de, o hep "padişahın kızı" dermiş.

Padişahın kızı bu taşı tanımış. Kayınvalidesine:

- Ana kalk çarşıya gidelim. Bu elması sarrafa (o zamanlar kuyumcuya sarraf denirdi) götürelim.

Anası anlamamış, nerden bilsin elmas nedir? Ama akıllı gelininin dediğini de yapmış.

Yola düşmüş sarrafa gelmişler. Kendini tanıtmadan:

- Bu dedelerimden kalma değerli taşa ne verirsin, diye sormuş. Sarraf:

- Yüz Mecidiye veririm, demiş (Zaman Mecidiye zamanı tabi)

Kaynana az daha aklını oynatacak olmuş. O zamana kadar yüz mecidiyeyi rüyasında bile görmemiş.

Neyse parayı alıp alışveriş yapmışlar. Yirmi eşek, yirmi telis arpa almışlar eve dönmüşler.

Padişahın kızı aklına takmış, rahat eder mi? Gece yarı zamanı Ahmet'e:

-Hemen kalk gidelim o taşı bulduğun yeri bana göster, demiş. Bu taş çok değerli elmas taşıdır eğer orada daha varsa yükleyip getirelim.

Gece vakti üçü birden yola çıkmışlar, taşın olduğu yere gitmişler. Ahmet'in taşı bulduğu yeri kazmışlar, bir de ne görsünler!  Bir kuyu ve o kuyu ağzına kadar dolu Lal-i Cevahir… Altın, elmas çeşitli mücevherler yani. Bunların birazını çuvallara doldurmuşlar, kalan kısmını da devrisi gece alıp eve getirmişler. Bir odaya koyup üstünü de örtmüşler. Üstü örtülü şeyin altında kim ne bilecek ki ne var?

 Ertesi gün, bunlardan biraz alıp yine sarrafa götürmüşler. Padişah kızı:

- Kimseye söyleme, bunları bir yerde buldum. Yarısı sana yarısı bana, demiş.

Eeee, eskiden de öyleydi, şimdi de öyle."Gurt dumanlı günü arar" derler. Bu durum sarrafın işine gelmiş. Mücevherlerin yarı parasını bunlara vermiş.

Evlerine dönmüşler. Padişahın kızı boş durur mu? Bir bezirgen çağırmış. Ona:

- Bak şimdi bu Ahmet'i al yanına. Onu sana, seni de Allah'a emanet ettim. Bu parayı da al. Bununla yemesini, içmesini karşıla. Ahmet'e alışverişi öğret. Zamanla kervancıbaşı et, ne iş varsa yapsın iyice usta et.

Bezirgân kabul etmiş.

Bu arada, Padişah kızı çorap örmeye devam ederken, Padişah da her şeyden habersiz şöyle düşünürmüş:

"Bizim kız çorap dokuyup satsın bakalım tembel Ahmet'i nasıl adam edecek?"

Masalın bu bölümünde anlatıcı kendi şivesiyle:" Padişah demiyi ki, Allah nasip etmişse her şey olur. Bilmiyi ki gızi böyük bir servete gondi"

Neyse, eskiden ticaret için gidenler uzun seneler dönmezlermiş. Yola çıkmadan önce karısı Ahmet'e:

- Akılsız gidip akıllı gelesin demiş.

 Yola düşmüşler. Eskiden bu ticaret işini bezirgânlar yaparmış. Kumaş ve çeşitli mallar getirirlermiş, Hindistan'dan, her neredense. 7_8 sene yollarda geçermiş.

Bunlar da az gitmişler uz gitmişler, gide gide bir memlekete varmışlar. Bezirgân, Ahmet'e 5 altın vermiş ve demiş ki:

- Ahmet git bu altınlarla arpa al atlara.

Ahmet gitmiş, biraz dolanmış, ama Ahmet arpa yerini ne tanır? Bir de bakmış bir adamın önünde 3 sele var ama bu seleler boş. Ona ne sattığını sormuş. Adam:

- Akıl satıyorum, demiş.

- Kaça satıyorsun?

- Bir akıl bir altındır.

Ahmet selenin içi boş nasıl satıyor bir göreyim diye seleye bir altın atmış, adam "Bismillahirrahmanirrahim" diyerek altını cebine atıp:

_Oğlum sabrın sonu selamettir. Birincisi budur.

Ahmet bir altın daha atmış. Adam:

- Allah'ın yarattığına çirkin denmez. İkincisi de budur.

Bir altın daha:

- Elin malı adama mal olmaz.

- Peki, sen şimdi söyle arpa nerede satılır?

- Köşeyi dönüşte bir Alaftar var. Onda bulabilirsin.( Eskiden arpa satan, zahire, hububat satan tüccara Alaftar derlerdi). Ahmet gidip onu bulmuş. Ağaya ne diyecek diye kara kara düşünürken derdini anlatmış:

- Ağa bana beş altın verdi. Ben üç altını başka bir yere kullandım. Arpa, için iki altınım kaldı. Ne yapayım?

 Alafdar hizmetkârını çağırıp,2 liralık arpayı da eline vererek:

- Al bunu bezirgâna götür, ona de ki, şimdilik bununla idare etsin geri kalanı yarın getirecek. Burada Ahmet'in bir akrabası çıktı. Ona uğrayıp gelecek. Sonra Ahmet'e:

- Bak oğlum, bizim eve gideceğiz, benim misafirim olacaksın. Sana bir şey göstereceğim eğer sen onu bilirsen ve benim işim yürürse sana bir at yükü altın vereceğim. Eğer bilmezsen bana söz vereceksin, ölüp bitinceye kadar bu sırrı saklayabilir misin?

- Evet, saklarım diye söz vermiş Ahmet de.

Eve gitmişler. Tüccarın evi büyük ihtişamlı bir ev. Yedi  kapıdan girmişler. Salona gelmişler. Ahmet istirahat ederken tüccar bir leğenin içinde bir kurbağa getirip sormuş:

- Söyle bakalım Ahmet, ben mi güzelim, kurbağa mı, yoksa evim mi güzel?

Ahmet bu soruya şaşıradursun, kurbağanın hikâyesi de şöyle:

Bu tüccarın karısı çok güzelmiş. Bir hoca ona aşık olmuş, evlenmek istemiş. Kadın ona varmayıp, tüccarla evlenince büyü yaparak kadını kurbağaya çevirmiş. Büyünün bozulması için de tılsımlı bir söz gerekirmiş.

Ahmet bunlardan habersiz cevap vermiş:

- Evin çok güzel ama Allah'ın yarattığına da kusur bulunmaz. Sen de güzelsin, bu kurbağa da güzel.

Bu sözleri dedikten sonra kurbağa şişmiş şişmiş, sonunda patlamış ve içinden çok güzel bir kadın çıkmış. Ahmet'e:

- Dile benden ne dilersen, sen bu sihiri bozdun demiş kız.

- Biz senle bacı kardeşiz. Bana tembel Ahmet derler. Bir padişah kızıyla evliyim ama çok fakirim. Karım beni çalışmaya gönderdi.

- Ben sana katır yüküyle altın vereyim. Bezirgânlık etmene de gerek kalmasın.

- Ama padişah kızı 7-8 sene gez çalış gel dedi.

O gece Ahmet tüccarın misafiri olmuş, yemiş içmiş. Sabah ikisi birlikte Bezirgânın yanına gitmişler. Bezirgâna:

Bu Ahmet benim kaynımdır. Uzun zamandır görmemiştim. Bizde misafir ettik. Siz burada kaldığınız müddetçe hepiniz benim misafirimsiniz. Bu yük de kaynımın hediyesidir, diyerek katır yüküyle altını vermiş.

Bezirgân çok şaşırmış. Kendi kendine düşünmüş böyle bir adam görülmemiş, bunca adamın masrafını nasıl karşılar diye.

Sözün kısası böylece 7 gün kalmışlar. Kalkıp başka yere gitmişler. İsfahan şehrine yaklaşırken, ileriden gelen yükü Lal-ü cevahir olan başıboş bir katır görmüşler. Bu bir şehzadenin katırıymış. Bezirgân bunu görünce emir vermiş:

- Katırı çevirin demiş.

Tembel Ahmet ileri atılmış:

- Ben sana emanetim, sen de Allah'a emanetsin. El malı adama mal olmaz. Bırak gitsin.

Bu söz üzerine bezirgân yaptığından utanmış, katırı bırakmışlar. Bunlardan sonraki bezirgan bu katırı görünce katırı alıp kuyruğunu kesmiş, eyerini indirmiş, atlarının içine katmış.

Bizimkiler yola devam etmişler. Yolda yol kesen eşkıyalar çıkmış karşılarına. Başıboş bir katırı görüp görmediklerini sormuşlar. Bunlar da gördük deyince, eşkiyalar neden almadıklarını sormuşlar.

Bezirgân:

- Aslında onu ben elimden kaçırmazdım. Ahmet bana böyle böyle dedi. Katırı bıraktık.

Bu eşkiyalar meğerse şehzadenin adamlarıymış. Ahmet'e bir kese altın hediye etmişler. Arkadan gelen şehzadeyle beraber öbür bezirgânın peşine düşmüş ve onu öldürüp malını da talan etmişler.

Bunları gören bezirgânbaşı Ahmet'e:

- Sen beni kurtardın. Bir katır yükü eşyam senin olsun demiş.

Böyle böyle 7 sene geçmiş. Bunlar ticaretlerini bitirip memleketlerine dönmüşler. Bezirgânbaşı Ahmet'e evine gitmesini söylemiş. Ahmet:

- Yok, ağam ben şimdi eve gitsem padişahın kızı korkar. Sabah giderim, seni evine bırakayım, demiş.

Bezirgânbaşının evine doğru yol almışlar. Bezirgânbaşı yola çıktığı zaman 8 yaşında bir oğlu varmış. Ona aldığı oyuncakları da getiriyormuş. Tabi oğlu büyüdüğünü hiç düşünmeden. Oğlunu 16 değil,8 yaşında biliyormuş.

Neyse eve gelmişler. Bezirgânbaşı:

- Oğlum ve karım ne yapıyorlar acaba, dur ben onlara damdan bakayım, demiş.

Damın başındaki ocak deliğinden bakmış ki bir ışık görünmekte. Karısı idare lambasını kısmış, pencereye koymuş. Eskiden zenginin fakirin âdeti birmiş. Tandır evinde ekmek yaptıktan sonra tandır evi süpürülürmüş. Tandırın başında bir kürsü, altında mangal, üzeri örtülmüş. Ana oğul da kış günü olduğu için burada sarılıp yatmışlar. Bezirgânbaşı bakmış ki, karısı bir gençe sarılmış. Hemen eli belindeki silaha gidince, Ahmet engel olmuş:

- Aman ağam sen ne yapıyorsun? Sabrın sonu selamettir. İyice anla dinle sonra karar ver.

Kapıyı çalmışlar. Kadın oğlana:

- Bu senin babanın çalmasına benziyor. Ama baban değil, çünkü o gelmeden önce haber gönderirdi.

- Peki, babam geldiğinde ne yapacaksın?

- Ben atı ayarlayacağım. Seni atın üstüne bindireceğim, atın örkenini de hizmetkârın eline vereceğim. Senin kahküllerini tarayıp süsleyeceğim, baban görsün aslanlar gibi oğlunu.

Bu konuşmaları kapıdan dinleyen bezirgânbaşı Ahmet'e:

- Ver senin elini ayağını öpeyim. Bak ana oğul konuşurlar. Az daha evlat katili olacaktım, demiş. Ahmet:

- Eee ağam ben sana demedim mi sabrın sonu selamettir diye.

- Ahmet sen bu aklı nereden aldın?

- İçeriye girelim, ben sana anlatırım.

Kapıyı tekrar çalınca karısı açmış ve içeriye girmişler. Baba oğul sarılmışlar. Hanımına:

- Hanım Ahmet bana engel olmasaydı evlat katili olacaktım demiş ve olan biteni anlatmış. Sonra da:

- Ahmet anlat bakayım sen bu aklı nereden aldın diye sormuş.

- Ağam sen bana 5 altın verip arpa almaya gönderdin, ben 3 altına akıl aldım. Bu da benim son aklımdı.

Bezirgânbaşı, Ahmet'e ödül olarak bir katır yükü altın vermiş.

Sabah olmuş, Ahmet evinin yolunu tutmuş. Padişahın kızı hayretler içinde Ahmet'i karşılamış. Bu kadar altın kazanacağını beklemiyormuş. Günlerden sonra bir gün, Bezirgânbaşına:

-Mademki Ahmet bu kadar altın getirdi, öyle bir saray yaptıracağım ki, babamın sarayından büyük, görkemli ve güzel olsun. Ama yapılırken de kimse benim ve Tembel Ahmet'in olduğunu bilmesin. Böyle bir saray yaptırabilir misin?

- Yaparız elbet, bir senede de bitiririz, demiş bezirgânbaşı.

Padişahın sarayına yakın bir yerde büyük bir arsa almışlar ve inşaata başlamışlar.1 sene sonra muhteşem bir saray ortaya çıkmış.

Bu saray bitince padişah gezmeye çıktığı bir gün, dikkatini çekmiş kime ait olduğunu sormuş. Kimse bilememiş kimin olduğunu.

Aradan zaman geçmiş. Padişahın kızı, babasının evinden çıkarken üzerine giydiği kıyafetlerini tekrar giyerek, babasını ziyarete gitmiş ve:

- Baba, yarın sen ve saray halkı bizde yemeğe davetlisiniz

- Kızım bu kadar insanı sen nasıl doyuracaksın?

- Baba sen gel, gerisini düşünme demiş.

 Ertesi gün saray halkı ve padişah kızın tarif ettiği eve gelmişler. Padişah bir de ne görsün, o muhteşem saray meğerse kızınınmış. Şaşkınlıkla kızına sormuş:

- Kızım bu nasıl olur? Bu Tembel Ahmet'in çalışmasıyla olmaz. Nasıl yaptırdın?

Kız "hal mesele böyle" diye bütün olan biteni anlatmış.

Padişah:

- Kızım Allah nasip etmiş de bunları kazanmışsınız diyince,

-Baba Allah nasip etti ama benim de emeğimle, aklımla oldu. Ben o postu eğirip çorap örüp satmasaydım, Ahmet odun kesip bezirgânla gitmeseydi bu serveti de bulamazdık, demiş.

- Kızım haklısın, doğru söze dünyada hiç kimse yalan söyleyemez. Demiş.

Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine…

Yazarın Diğer Yazıları