Cem Öksözoğlu

ŞARK MESELESİ ÜZERİNE KISA BİR DEĞERLENDİRME

Cem Öksözoğlu

Şark Meselesi kavramı ilk defa 1815 Viyana Kongresi’nde kullanılmakla birlikte literatürde farklı çıkış tarihleri ve tanımlamalar da mevcuttur. Britannica Ansiklopedisi’nde kavram 19. yüzyıl ile 20. yüzyılın ilk dönemlerinde geçen ve dağılmaya başlayan Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarını kimin kontrol edeceğine ilişkin cereyan eden diplomatik problem olarak tanımlanmıştır (Britannica, 2014).

  Matthew Smith Anderson çalışmasında “Şark Meselesi’ni, bir zamanların büyük devleti Osmanlı İmparatorluğu’nun 18. yüzyılda çökmeye başlamasından ve bu çöküşün büyük Avrupa devletleri arasında yarattığı rekabet ve Avrupalı devletlerin emelleri yüzünden ortaya çıktı” şeklinde tanımlamaktadır . Söz konusu çalışmasında Anderson 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı’nı ve Küçük Kaynarca Antlaşması’nı temel almıştır.

  Edouard Driault ise Şark Meselesi’nin kökenini Büyük İskender’in kurduğu imparatorluğun dağılmasına götürür. Bununla birlikte genel olarak kavramı Hilal – Salib(Haçlı seferine katılan kimse) mücadelesi olarak ifade etmiş ve çalışmasında Ayasofya’nın camiye çevrilmesi, “yeşil sancağın” Viyana önlerine kadar ilerlemesi gibi dini motiflere sık sık yer vermiştir . Buradan hareketle Driault’a göre mesele İslamiyet-– Hristiyanlık meselesidir.

  John Marriott’ya göre ise farklı alışkanlıkları, düşünceleri ve önyargıları olan batı ile doğu arasındaki Güneydoğu Avrupa üzerindeki çatışma Şark Meselesi’ni oluşturmuştur. Yazar, milattan önceki dönemde Yunanlılar ile Persliler arasındaki mücadele ile Romalıların Helenistik monarşilerle arasındaki çekişmelerin bu meselenin bir yansıması olduğunu; milattan sonraki dönemde ise mücadelenin Hilal ile Haç arasındaki çekişme gibi göründüğünü ifade eder . Benzer şekilde Creasy de meselenin kökenlerini Heredot’a atıf yaparak Truva Savaşı’na götürür; bu savaşta Yunanlılar ile Asyalılar arasında savaşın gerçekleştiğini ifade eder ve zaman içerisinde farklı milletler arasında geçen mücadeleleri ele alır. Tarihi süreç içindeki açıklamalarının akabinde konuyu Osmanlı İmparatorluğu’na getirir ve 1699 yılında imzalanan Karlofça Antlaşması ile Şark Meselesi’nin yeni bir boyut aldığını ifade eder .

Albert Sorel ise Türklerin Avrupa’ya ayak bastığı gün bu meselenin ortaya çıktığını ifade etmiştir .

J. Holland Rose ise çalışmasında İngiltere ve Almanya’yı incelemiş ve soruna temel olarak İngiltere için 1791 yılında Rusların Dinyester Nehri’ni geçmesini, Almanya için de Kayser 2. Wilhelm’in 1898 yılında Osmanlı İmparatorluğu’na gerçekleştirdiği ziyareti almıştır .

Avusturya Generali Joseph Radetzky’ye göre ise mesele Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun konumundan kaynaklanmaktadır. Radetzky, Rusya Çarlığı’nın konumlandığı coğrafya gereği bu devletin Osmanlı İmparatorluğu’nun doğal düşmanı olduğunu ve Rusya’nın coğrafi bütünlüğünü ve güvenliğini sağlaması için İstanbul’u ele geçirmesi gerektiğini ifade etmiştir .

Georgios Govessis ise meselenin başlangıç noktasını 1699 Karlofça  Antlaşması olarak kabul etmektedir. Zira bu antlaşma ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu ilk kez önemli miktarda toprak kaybetmiş ve bu tarihten sonra gerilemiştir. Yazara göre Karlofça Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışa geçmesinin resmi tarihidir ve bu antlaşma ile birlikte Şark Meselesi gündeme gelmiştir .

Max Silberschmidt ise konuya farklı bir açıdan yaklaşmış ve Venedik kaynakları çerçevesinde çalışmasını yapmıştır. Yazara göre İstanbul ve Boğazlar üzerinde hayati çıkarları bulunan Venedik, Cenevizlilerin bu bölgede güçlenmesi ile zor duruma düşmüştür. Bu hadiseden daha önemlisi ise 14. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğu Roma İmparatorluğu aleyhinde sınırlarını genişletmesi ve Avrupa’da hızla kuvvetlenmesi olmuş, bu durum Venedik’i zor durumda bırakmıştır. Özellikle Türklerin hızla güçlenmesinden ötürü Silberschmidt 14. yüzyılda Venedik için bir Şark Meselesi’nin söz konusu olduğunu ifade etmiştir .

Yabancı araştırmacıların yanı sıra Türk araştırmacılar da konuya ilişkin çalışmalar gerçekleştirmiştir. Onur Bilge Kula, Aiskhylos ve Heredot’un eserlerindeki “Doğulu despot, doğulu barbar” kavramlarından yola çıkarak meseleyi milattan önce vuku bulan Pers - Yunan mücadelesine kadar götürmektedir .

  Ahmet Saib Şark Meselesi’nin Rusya kaynaklı olduğunu ifade eder ve Rusya ile 1700’lü yıllardan itibaren gerçekleşen savaşları bu çerçevede ele alır .

Raif Karadağ ise Şark Meselesi adlı kitabında yabancı yazarların görüşlerine yer vermiştir. Eserde yer alan Fransız tarihçi Sinyobos 18. yüzyıldan itibaren Avusturya – Macaristan İmparatorluğu ile Rusya Çarlığı’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa topraklarını ele geçirdiklerini ve Osmanlı yönetiminde yaşayan Hıristiyanları ayaklandırdıklarını belirtir ve gerçekleştirilen bu faaliyetlere 19. yüzyılda “Şark Meselesi” adı verildiğini ifade eder . Karadağ’ın kendisi ise kavramı Müslümanlığa geçmeden önce Türklerin Müslüman Araplara yardımcı olması, ilerleyen dönemde ise Türklerin Müslüman olarak İslam dünyasının lideri konumuna gelmesi ve kutsal mekanları kontrol etmesi şeklinde açıklar . 

Konuya ilişkin bir diğer çalışmayı yapan Bayram Kodaman ise 1071 Malazgirt Savaşı’nda elde edilen zafer ile sorunun çıktığını ve meselenin “Türk-İslam - Avrupa Hıristiyan” mücadelesine dönüştüğünü ifade eder . Bayram Kodaman çalışmasında sorunu üç evreye ayırmıştır.

Buna göre birinci evre 1071 – 1699 yılları arasında cereyan etmiş, bu dönemde “Batı” Türklerin elindeki kutsal yerleri geri almak ve Osmanlı İmparatorluğu’nun ilerleyişini durdurmak için mücadele etmiştir.

   1699 – 1878 arasındaki ikinci safhada ise 1699 yılında Osmanlı ilerleyişini durduran Batı, Avrupa’dan Türkleri atmak için mücadele etmiştir.

  Üçüncü ve son aşamada ise Osmanlı İmparatorluğu’nun Asya kıtasındaki topraklarını parçalamak için faaliyet göstermiştir.

Yukarıda Şark Meselesi’ne ilişkin yapılan çalışmalarda kimi araştırmacıların meseleyi genel olarak batı – doğu mücadelesi olarak gösterme eğiliminde olduğu ve sorunun başlangıç noktasını milattan önceki zamanlara kadar götürdüğü görülmektedir. Bazı araştırmacılar ise İslamiyet ile Hıristiyanlık arasındaki mücadelenin sorunun temeli olduğunu ifade etmektedir. Bu görüşün kabul edilmesi halinde Şark Meselesi, Hz. Muhammed’in İslamiyet’i yayması ile ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde Endülüs Emevilerinin Avrupa’daki varlıkları da meselenin bir parçasıdır. Bir başka yazar grubu ise sorunu Türk sorunu olarak görmektedir. Bu düşünce temel alındığında Türklerin Avrupa’da ilk varlık gösterdikleri dönem meselenin ortaya çıkış dönemidir ve kökeni Avrupa Hun Türklerine kadar dayanmaktadır. Bir başka görüş de Türklerin Anadolu’ya yerleşmesini temel alır ki bu doğrultuda 1071 Malazgirt Savaşı sorunun çıkış noktasıdır.

Bu görüşlerin yanı sıra Rusya Çarlığı’nın Karadeniz üzerinden güneye inme çabaları, – ki 1700’lü yıllar bu durumda çıkış noktasıdır – ve Osmanlı İmparatorluğu’nun geniş topraklarının, 19. yüzyılın büyük devletlerinin ilgi sahasına girmesi gibi farklı görüşler de ifade edilmektedir. Netice itibariyle farklı yazarlar tarafından farklı tanımlamaların getirilmesi Şark Meselesi kavramı üzerinde bir uzlaşı olmadığını göstermektedir.

Her ne kadar Şark Meselesi’nin ne olduğu ve ne zaman ortaya çıktığına ilişkin bir uzlaşı olmasa da 1815 Viyana Kongresi mesele için oldukça önemlidir. Zira ilk defa bu kongrede Avrupa için uzun zamandır var olan mesele “Şark Meselesi” kavramı ile adlandırılmıştır. Bu tarihten sonra ise literatürde Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili meselelerde Şark Meselesi kavramı kullanıldığı için sorunun resmi olarak başlangıç noktasını 1815 Viyana Kongresi olarak kabul etmek mümkündür.

  Şark Meselesi’ne ilişkin yabancı yazarlar farklı tanımlamalar getirmiştir. Bununla birlikte yerli yazarlar arasında ise meselenin genel olarak İslamiyet-  Hristiyanlık ve Türk sorunu olduğuna ilişkin bir ağırlık söz konusudur.

  Bununla birlikte özellikle 19. yüzyılın genel durumu ortaya konulduğunda bu tanımlamaların doğru fakat yeterli olmadığı görünmektedir.

  Sıcak denizlere inme politikası takip eden Rusya, bu politikası çerçevesinde Osmanlı İmparatorluğu ile mücadele etmeye başlamıştır. Özellikle 19. yüzyıldan itibaren Ruslar üç koldan Akdeniz’e çıkmak için çaba sarf etmiştir.

  Bu politikalardan ilki;

  Panslavizm politikası çerçevesinde Balkanlar’da kendisine tabi devletler kurmaktır.

  İkinci politikası İstanbul ve Boğazlara hakim olmaktır.

  Üçüncü politikası ise Kafkaslar üzerinden Basra Körfezi’ne ve Doğu Anadolu üzerinden İskenderun Körfezi’ne inmek olmuştur.

  19. yüzyılda Avusturya Macaristan İmparatorluğu kendisine  yayılma alanı olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkan topraklarını seçmiş ve bu çerçevede politika benimsemiştir.

Aynı dönemde Fransa, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuzey Afrika  ve Levant Bölgesi(Akdeniz’in doğu sahilleri) ile ilgilenmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı Mısır’a önem vermiş, hıdivlerle özel ilişkiler geliştirmiş ve bu bölgede Süveyş Kanalı’nın açılmasında önemli rol oynamıştır. 20. yüzyılda ise Osmanlı İmparatorluğu’nun Anadolu topraklarına ilgi göstermiştir.

Büyük Britanya ise İmparatorluk Yolu’nun güvenliği için yoğun  çaba sarf etmiştir. Bu çerçevede Akdeniz’de kendisine rakip olabilecek devletlerin ortaya çıkmaması için mücadele etmiştir. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu ve Doğu Anadolu toprakları ile ilgilenmiştir.

19. yüzyılın ikinci yarısında milli bütünlüğünü sağlayan ve sömürge  yarışına geç katılan Almanya, kendisine nüfuz alanı olarak Osmanlı İmparatorluğu’nu seçmiştir. Ünlü Berlin - Bağdat Demiryolu Hattı ile Almanlar kendi imparatorluk yolunu oluşturmaya çalışmıştır.

19. yüzyılın ikinci yarısında kurulan bir diğer devlet de İtalya’dır. Almanya gibi sömürge yarışına geç katılan İtalyanlar Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuzey Afrika ve Balkan toprakları ile ilgilenmiş ve Akdeniz’de varlık göstermeye çalışmıştır. 20. yüzyılda Anadolu’yu yayılma alanı olarak görmüştür.

Osmanlı sınırları içerisinde olmamakla birlikte Polonya toprakları  da önemli rekabet sahası haline gelmiş, bu bölgede Rusya Çarlığı, Prusya ve Avusturya Macaristan arasında mücadele yaşanmıştır. İfade edilen devletlerin yanı sıra İngiltere de Rusya Çarlığı’nın Avrupa’da yayılmasını engellemek için Polonya meselesinde önemli rol oynamıştır.

Osmanlı toprakları içerisinde olmayan Orta Asya coğrafyası da  önemli bir rekabet sahası olmuştur. Bu bağlamda Rusya’nın Orta Asya üzerinden Afganistan’a ulaşma arzusu, Hindistan’ın güvenliğinin tehlikeye girmesi nedeniyle bu devleti İngiltere ile karşı karşıya getirmiş ve tarihe “büyük oyun” olarak geçen rekabet yaşanmıştır.

  Görüldüğü üzere özellikle 19. yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları çıkarları çatışan büyük devletlerin mücadelesine sahne olmuştur. Bununla birlikte bu devletler Avrupa’da Koalisyon Savaşları’na benzer bir savaşın bir daha yaşanmaması için Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki emellerini mümkün olduğunca diplomasi kanalıyla veya yerel savaşlarla gerçekleştirmeye ve Avrupa’daki güç dengesini korumaya çalışmışlardır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları aynı zamanda Avrupa için ortak tehdit olan Rusya’nın etkinlik kurmak ve Osmanlı toprakları ve Orta Asya üzerinden Akdeniz ve Basra Körfezi’ne inmek ve Hindistan’a çıkmak istediği bir alan olmuştur. Bu durum özellikle İngiltere’nin Rusya’yı söz konusu tasarılarını gerçekleştirmesini engellemek için bu devletle mücadele etmesine neden olmuştur. Nitekim bu çerçevede İngiltere, 1815 Viyana Kongresi esnasında Rusya Çarlığı’na Polonya topraklarının önemli bir kısmı bırakılmasına rıza göstermesine karşın, bu devletin Avrupa’da etkin konuma gelmesini engellemek için Avusturya ve Prusya’yı kuvvetlendirmiştir .

İngiltere, ayrıca 1853 – 1856 Kırım Savaşı ve bu savaşın sonunda imzalanan 1856 Paris Barış Antlaşması ile 1878 Berlin Antlaşması’nda Rusya’nın nüfuzunu sınırlamaya çalışmıştır. Buradan hareketle Şark Meselesi için şu tanımlamayı yapmak mümkün hale gelmektedir:

 “Şark Meselesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları üzerinde çıkarları çatışan büyük devletlerin, güç dengesini bozmadan buna karşın çıkarlarını maksimize ederek Osmanlı İmparatorluğu’nu kontrollü olarak parçalama ve İngiltere’nin Rusya’yı, imparatorluk yolunu tehdit etmeyecek makul sınırlar içerisinde tutma sürecidir.”

Bu tanımdan yola çıkıldığında iki sonuç ortaya çıkmaktadır. Bunlardan ilki sorunun İslamiyet-Hristiyanlık mücadelesi, Türk meselesi vb. olmadığı tam aksine bu sorunların veya mücadelelerin dönemin büyük devletlerinin çıkarları çerçevesinde kullandıkları araçlar olduğudur.

İkinci sonuç ise Rusya Çarlığı’nın da özellikle İngiltere için önemli bir sorun kaynağı olduğudur. Bununla birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nun meselenin ana unsuru olması, İstanbul’u sorunun öznesi haline getirmiş, buna karşın Rusya Çarlığı ise süreçte gizli özne olarak kalmıştır.

 İyi Okumalar,Kalınız Sağlıcakla!

Yazarın Diğer Yazıları