Van'da Bir Yer

Yunus Türkoğlu yazdı...

Ne de güzel olurdu bizim bayramlarımız. Anne-baba, kardeş ve tüm sevdiklerimiz yanımızdaydı. Arife günü ikindiden sonra yapılacak işler ödev gibiydi ve sırası belliydi; Bayram öncesinde fırından baklavayı almak gibi, sabah namazından sonra bayram namazını beklemek gibi, sonrasında mezarlık ziyareti yapmak, eve dönüp baba elini öpüp, harçlığı alıp ve anneye sevgiyle sarılmak gibi…

İlkönce komşularla bayramlaşmak, sonra akraba ve dostları ziyaret etmek çok güzeldi. Eskiden mahalle vardı, bayram vardı. Mühre duvarların altında kazdığımız milavlar vardı ve bu milavlara attığımız fındıklarımız vardı… Nerde Ahmet dayı, nerde Deli Kadir, nerde Firuze abla hani nerde Nesibe Eze? Bayramlar anne ve babayla bir başkaydı! Geçen günlerin ardından hasret rüzgârları daha sert esmeye başladı sanki…

Van’da bir yer;

Bayram namazı sonrası Akköprü Mezarlığındayız. Bulutsuz bir mayıs sabahı, parıldayan lacivert bir gökyüzü ve güneşin ufukta bıraktığı uzunca bir kızıllığı var... Hafif esen yelle beraber hava ılıman bir hal almıştı. Akköprü Deresi’nin çağlaması uzaktan duyuluyor, kara selvilerin dallarındaki iğne yapraklar bir o yana, bir bu yana iplik iplik yüzüyordu… Umut dağıtan, gönüllere huzur veren bahar havası karakışa, “git öte yana” ben geldim diyordu…” Etraf güzelliklere bürünmüştü. Bu bayram sabahında her yer toprak kokuyor, ot kokuyor ve çiçek kokuyordu…

Mezarlık kapısında; nur yüzlü nineler, aksakallı dedeler, al yanaklı çocuklar ellerinde “Mushaf ve Yasin cüzleriyle” içeri girip sağa sola dağılıp gözden kayboluyorlardı. Burada sessizlik ve huzur vardı. Aynı zamanda hüzün, hasret ve gözyaşı da vardı… Murad; ölen yakınlarının üzerine birer “Fatiha” okuyup, dua edip varsa fakirleri sevindirmekti.

Yüz yıllardır bu kabristanlarda: Kürt, Türk, Laz, Çerkez, Acem, Arap, genç-yaşlı, zengin-fakir, şehit-gazi, garip, zalim ve mazlum hep yan yana yatıp duruyorlar. Hepsine Allah’tan Rahmet diliyorum…

 “Gezer dolaşırım mezarlıkları…

Yoktur başucunda nazarlıkları…

Her birinin derdi başından aşkın,

Bitmiş alışveriş, pazarlıkları…” (A. Gülcemal)

Van’da bir yer;  

Bayramın ikinci günü öğlen vakti, Hızıroğlu Mustafa Alp’in Suvaroğlu Mahallesi’ndeki göz alabildiğine uzanan envai türlü meyve ağaçlarının olduğu bahçe içindeki iki katlı, kompleks yapılı “Tarihi Van Evi”nin üst katındaki tahta zeminli salonundayız. Yemek vaktidir. Birazdan sofralar kurulacak, dünden beridir hazırlanan yemekler servis edilip, eş-dost, hısım-akraba sofrada buluşacak…

O, Hızıroğlu ki: “Bir Bey’in oğlu, Zor Bey’in oğlu.”

 “Mavi gözleri şahan”

Âlim, gönlü-gözü tok bir hanedan…

Van sofrası o yıllarda çok çeşitliydi. Van mutfağında yapılan yemekler sanat gibiydi! Zevkli yemeklerin olduğu dönemdi. Van mutfağında yapılan yemekleri tatmış, zevkine varmış nesiller çok azaldı. Günümüzde ayaküstü atıştırma, burger, sandviç ve self servis dönemi başladı. Genç insanlar Van yemeklerini tanımıyor artık.

Van mutfağında bakır kuşhanelerde yemekler pişirilirdi. Bakırlar, parlak, kalaylı ve son derece temiz tutulurdu. Bunların dolaplarda duruşu bile güzeldi. İşlenmiş olanları ise sanat eseri gibiydi. Mutfak ve kilerlerde bakırdan çeşitli tencereler, tabaklar, bakraçlar, sürahi ve güğümler olurdu. Hele, son derece ince işçilikle işlenmiş yemek servisi yapılan veya üzerinde yemek yenen ”baklava dilimi” desenli siniler ise bir başka güzeldi… 

Hızıroğlu Mustafa Alp’in evinde bayram süresince misafir sayısına göre sofralar açılırdı. Bazen iki, bazen üç, bazen dört olurdu. Gayet temiz ve genellikle kareli motifleri olan saf ketenden üretilmiş sofralar serilir, üzerine yer tahtaları bırakılırdı. Evin büyüğü başta olmak üzere bağdaş kurarak otururlardı. Pek nefis olan tandır ekmeği, taptapa, kristal sürahide zernebat veya kehriz suyu ve yanına kristal bardaklar konurdu.

Ayrıca hali vakti yerinde olanların sofralarında Çin porseleni ve gümüş tabak ile çatal-kaşık takımları kullanılırdı. Bu ailede Van’ın hali vakti yerinde olan ailelerinden biridir.

Salona boylu boyuna serilen sofranın başucunda merhum Hızıroğlu Mustafa Bey ile merhume eşi Zilhicce Hanım otururdu. Evlatları, torunları, yakın akrabaları vs. sırayla sofranın etrafına çökerlerdi…

Hızıroğlu seslenir;”-Kızım Hatice, Cemile, hadi yemekleri getirin bakayım!”

“Başım üstüne Efe, hemen getiriyoruz!”

   Sofraya ilkönce bakır kayık tabaklarda etli sarma, kerpiç gibi camuş yoğurdu ve kendi bahçelerinde yetiştirdikleri sebzelerden yapılan karışık turşular koyulmuştur. Üst katta olan mutfaktan kuşhaneler getirilir yere dizilir. Daha yemekler konmadan mis gibi kokuları salonu doldurmuştur.

Birer kâse koyun yoğurdundan yapılan ayranaşı içilir, kuru fasulye, et kavurma ve tereyağlı nefis pirinç pilavı ile devam edilirdi… Üstüne isteyene bol cevizli, bol fındıklı aşure, isteyene tadına doyulmaz ev yapımı baklava ikram edilirdi…  Üstüne semaver çayı içilirken, Hızıroğlu Mustafa bey bayramların anlam ve önemi üzerinde mütalaa da bulunurdu…  Birer Fatiha okumanız dileğiyle…

 Hoşça kalınız…

Vansesi Özel Haber

Bakmadan Geçme