AĞLATMA GÖNÜL
HALK OZANI ALPER ALPEREN
Bakamazsan gönül penceresinden
Perdeye dokunup tülü ağlatma
Figan eyliyorsan bülbül sesinden
Dikene dokunup gülü ağlatma
Varıp dost bağında dostu anmazsan
Vuslata erince aşka kanmazsan
Yâr aşkına Kerem olup yanmazsan
Aslıyı çağırıp gülü ağlatma
Aşka vefa göster, dostu dost bil sen
Haksızlığa dik dur Hakk’a eğil sen
Hakikat yolunda derviş değilsen
Mürşidi aratıp çölü ağlatma
Gönül yapmadıysan cihana bedel
Erenler bağında olma kara yel
Sevgi ırmağında olamazsan sel
Deryaya çağlayıp gölü ağlatma
Yaradan çağırır sen gelmez isen
Varıp ta huzura eğilmez isen
Hakikat yolunda sefir değilsen
Tabanları yorup yolu ağlatma
Bakmaz mısın alemdeki manaya
Tefekkürle bak sen toprak anaya
Kul hakkı yiyerek varıp Mina’ya
Boşuna taş atıp kolu ağlatma
Ozan Alperen’im, konuşmam boşa
Davetsiz misafir gider mi hoşa
Pirin çağırırsa git koşa koşa
Nameyi bekletip pulu ağlatma.
YENİLGİNİN EŞİĞİ
AKİF DUT
Köhne dünyanın kelimelerinden medet umulmaz
Eski yorgunlukları onarmak sana düştü sandığın vakit
Bir yenilginin eşiğine getirip bırak beni
Akşam derin bir ıslaklıkla yaklaşırken
Ve sesin perdeleri aralarken senin sokağına ulaşayım
Eylüldü ya vakit
Adım adım geride kalmıştı ışıksız evler
Karanlıktı / unuttum sanki mevsimlerin adını
Ihlamur yalnızlığı savrulurken
Gözlerinin kokusunu sordum renklerden
Çiçekler pervaneler gibi sabaha koşarken
Ve dünyanın kirli gözelerine bulaşmadan
Daha yere basmadan ayaklarım, yürü dediler
Sonra dönersin içinin denizlerine
Yürü/dü/m, saymadım kaç gece geçti/m
Gidenlerin ahına vurdum gözlerimi
Oysa çiçeklenecekti daha göğsümde bekleyen düşlerim,
S/olmasaydı bu kadar ağır bir yük
Yaprak savuruldu, göçtü kuşlar
Yağmur duasında avuçlarım
Kalbimde bıçak yarasıyla yürürken
Akşamları gözlerime sürdüğüm telaşın izi kalır mı sandın
Ya da bir acı söz bulaşınca dilime
Ve toprağın bağrı kan ağlarken
Uykular içli bir dağ yalnızlığında alır mı bizi koynuna.
SUÇSUZUM
ZEYNEP SÜMER
Bağırıyor sessizlik belli ki karnı çok aç
Buyur et yalnızlığım üşenme kapıyı aç
Odama girer girmez timsah gibi süzüyor
Gölgesinin elleri canımdan can süzüyor
İrkildim kalakaldım gözlerim çakmak çakmak
Söndürün karanlığı yok mu kimsede çakmak
Kaynatacak bu beni hazırda kara kazan
Cezasız mı kalacak arkamdan kuyu kazan
Tebelleş oldu şeytan kalbim nasıl dayansın
Ha yaktı ha yakacak dilerim o da yansın
Fethetmeye gelmişti koca burçlu kalemi
Ben suçsuzum hakim bey istersen kır kalemi
İnkârı yok öldürdüm bana pusu kuranı
Tekrar getir istersen el bastığım Kur’an’ı
Kendimi savunmuşum bunun neresi günah
Hiç de pişman değilim demedim ki bir gün ah.
İddia makamına gözüm takıldı bir an
Katlimi bekliyorlar gel de sanlarını an
Hizadalar korkaklar hepsi kolalı yaka
Çok ilişmeyin beyler hayatım başka yaka
Mademki zerreciğim tartsanız ya kıratla
Mahşerin süvarisi gelir elbet kır atla
Artık serbest bırakın hep sizsiniz birinci
Gören de zannedecek çok değerli bir inci
Anlamaz dinlemezler yazık tek damla yaşa
Son sözümü söyledim padişahım çok yaşa
Dünden beri yediğim bir parça kuru ekmek
Bu kadar mı zor hakim bey kalbime çiçek ekmek
Ah zavallı gençliğim gel bu dünyadan taşın
İzin kalsın istemem olmasın mezar taşın.
Bağırıyor sessizlik belli ki karnı çok aç
Buyur et yalnızlığım üşenme kapıyı aç.
MECNUN OLMAK MI, MECZUP OLMAK MI?
HALİL İBRAHİM ÜNLÜ
Mecnun olmaktan mı korkar insan
Yoksa meczup olmaktan mı
Hakikat avında yitirmişler aklını
Dünya telaşından kopmuş, serin bir ırmak gibi uzak
Her şey saklanırdı, şimdi ise
Mavera perdesi yavaşça aralanıyor
Kalp gözü değil, kalp kulağı değil
Ruhun en derin frekansları açık mı, açık
Neylesin mukavvadan dünyayı
Sahici izler taşıyor bakışlarında
Kalıtsal bir ateş gibi parlıyor Mecnun’un soluğu
Mecnun olmak mı, meczup olmak mı
Gök kubbe altında zerreden şemse
Her zerre habersiz değil
O ışık her karanlığı deler geçer
Bir ben meczup olamadım
Zirvede suskun, her şeyden habersiz.
VARLIK BEYANIM
OSMAN ERDAL
Düşlerimde gördüğüm bir sen varsın sadece
Sen olmazsan gözyaşım kirpiğimden dökülür
İsterim ki kolların beni sarsın sadece
Sensiz sanki hançerle canımdan can sökülür
Ansızın çıkagelip bir an karşımda dursan
Gözlerinin içine bakmaya utanırım
Kalbimin merkezine aşk devletini kursan
Orada sultan diye bir tek seni tanırım
Yakmışım gemileri çıkış yok bu limandan
Aşk yolunda kalbimle giderim bundan sonra
Zoru görse çıkar mı çok seven kul imandan
Diyetimi canımla öderim bundan sonra
Seni koyamam asla başkasının yerine
Hele bak da aynaya oradadır sol yanım
Paha biçilmez senin bendeki değerine
Bu aşk kalpte tapulu budur varlık beyanım.
İKİ KADININ SESİ
BERNA ANGİŞHAN
"Sen anlamazsın." dedi öğretmeni. Zerina'nın sesi sınıfın ortasında asılı kaldı. Cevap vermedi kimse. O an, yıllar önce annesinin aynı cümleyi işittiği sessizliği duydu içinde. Eve dönerken kafasında tek bir cümle dönüyordu: "Ben artık eğmeyeceğim başımı.”
Kapıyı açtığında annesini her zamanki gibi mutfakta buldu. Eski sandalyesinde, başı hafif eğik... Çocukken bu baş eğişi zayıflık sanmıştı. Şimdi ise altında saklı kalan binlerce "keşke"yi görebiliyordu.
Annesi sık sık "Sen de çok konuşuyorsun,” derdi. Oysa Zerina artık biliyordu: Onun konuşmaları bir savunmadan fazlasıydı. Susturulmuş kadınlara, bastırılmış kuşaklara, "kadın dediğin..." diye başlayan cümlelere bir vedaydı. O konuştukça iyileşiyor, konuştukça annesinin yutkunmalarını serbest bırakıyordu: O gece, eski sandığın içinden çıkan sararmış bir mektup annesini geçmişe götürdü. Zaman yavaşladı. Gözleri mektupta ama zihni çok daha eski bir gecedeydi. Genç bir kız oturuyordu evin salonunda. Gözleri dolu ama ağlamıyordu. Çünkü öğrenmişti, ağlamanın bile bedeli olur bazen.
Sustuğumu sandım bazen ama içimde biri hep konuşuyordu. Annemin boğazında düğümlenen her kelime, benim ağzımdan dökülüyordu bir bir. O kelimeler bazen öfkeydi, bazen hıçkırıklar arasında saklı kalan umut, bazen ise kırık bir aynada yansıyan yarım kalmış hayallerdi. O başını eğdi, ben kaldırdım. O yutkundu, ben dile getirdim. O sustu, ben haykırdım. Çünkü onun sustuğu yerlerde ben konuşmaya başladım. Onun görmezden gelindiği anlarda ben var oldum ama bazen içimde bir çatışma yaşadım. Susmak mı daha iyiydi? Hayır, sessizlik bazen bir sığınak, bazen bir ceza oldu bana. Her kelimeyi söylemek cesaret gerektiriyordu ama susmaksa bir yük. Bu yük, omuzlarımı ezerken içimdeki sesi kısmazdı. Çünkü biz kadınlar bazen aynı acının farklı çağrılarında yaşıyoruz. Biri susarak seviyor, biri bağırarak. Biri diz çökerken diğeri ayakta kalıyor. Ama hepimiz aynı şeyi istiyoruz: Görülmek. Duyulmak. Var olmak. Biliyorum, bazen gözlerimdeki bu güç, yılların birikimi. Yıllar boyunca öğrendim ki, susmak bazen güvenlik sağlar ama özgürlük getirmez ve bu yüzden, ben iki kadının sesiyim. Susturulanın ve artık susmayanın. Evde, sokakta, okulda, hastanede değişmez gerçek bu:
Kadın susar, erkek konuşur.
Kadın ağlar, erkek anlatır.
Kadın sever, erkek sahiplenir.
Kadın pişman olur, erkek haklı çıkar.
Ama artık biz böyle yazmayacağız bu hikâyeyi. Çünkü biz artık susmayacağız. Bu kez kadın anlatacak ve erkek dinleyecek. Zerina'nın içinde hep bir savaş vardı. Annesinin sessizliği ile kendi yükselen sesi arasında gidip gelirken bazen korkardı. Korkardı çünkü bildiği tek düzen, susmak üzerine kuruluydu. Ama başka bir düzen düşlüyordu: Kendi sesini duyurmak, eski kalıpları yıkmak. Her gece annesinin yüzünü düşünür, o baş eğişin ardındaki binlerce hikâyeyi hayal ederdi. Annesi konuşamadığında Zerina onun sözcüsü oldu. Ama aynı zamanda kendi kendine de söz verdi: "Bir gün, kendi hikâyemi de anlatacağım."
Zerina, kızının geleceğini düşündüğünde ise hem umut hem korku vardı içinde. Umut, çünkü artık farklı bir ses yükseliyordu. Korku, çünkü dünyanın hâlâ çok şey beklediğini biliyordu kadınlardan. Ona bağıran bir baba, suskun bir anne, içeriye sinmiş korkunun kokusu ve onun içindeki ilk çatlak. İşte o gün kendi kendine şöyle demişti: "Susarsam daha az kırılırım." Ve aklına yine öğretmeninin "Sen anlamazsın." dediği gelmişti. Bir hikâye yazma yarışması vardı ve Zerina da bu yarışmada yer almak istemişti lakin bu sözleri işitti öğretmeninden. Belki de öğretmeninin onu tanıdığı günden bugüne hep sessiz, gözleri yaşlı, derslerinde ya karalama yapan ya da uyuyan yani ilgisiz bir öğrenci olmasından kaynaklı bu cümleleri işitti. Hayır, Zerina ilgisiz bir öğrenci değildi. Zerina duygularını yazıya aktararak ifade edebiliyordu çünkü hayatı boyunca hiç söz hakkı tanınan biri olmamıştı ve bu da Zerina'yı sessizliğe mahkûm etmişti. Biliyordu ki konuşsa denizler taşacak ama yapamıyordu. Doğru anı bekliyordu ama ne zaman? Öğretmeninin “Sen anlamazsın.” sözü her ne kadar Zerinalın zihninde yankılanıp dursa da o yarışmaya katılmaya ve en güzel hikâyeyi yazmaya inat etmişti. Nasıl ve ne yazacağı konusunda günlerce düşündü ama yazacak bir konu bulamadığı için yarışmaya katılmaktan vazgeçti. O an "Öğretmenin haklı, sen başaramazsın Zerina" dedi kendisine ama içinde ukde kaldı.
Günler geçti, bu durum Zerina'nın içini yiyip bitiriyordu ve bir gece rüyasında yarışmaya katıldığını hatta derece aldığını gördü. Zerina uykusundan uyanıp sebepsizce ağlamaya başladı. Belki de bir işaretti bu rüya, başarabileceğinin işareti. Zerina, masa lambasını açtı ve yazmaya başladı. Aslında hikâyeyi çok da uzakta aramaması gerektiğini fark etti ve kendi hayatından kesitler sunarak yazmaya başladı, satırları aynen şöyleydi: Çocukken annesinin her haksızlığa sessiz kaldığını gören kız çocuğu, aslında o an fark etmese de hayatı boyunca taşıyacağı bir sessizliğin içine doğar. O sessizlik, bir evin duvarlarında yankılanmayan çığlık gibidir, görünmez ama hep oradadır. Bir anne her sustuğunda, bir kız çocuğunun içinde bir düğüm atılır. Ve o düğüm yıllar geçtikçe büyür, şekil değiştirir; bazen öfkeye, bazen korkuya, bazen de dayanılmaz bir adalet arzusuna dönüşür. Kız çocuğu büyürken annesinin bakışlarında çok şey görür. O bakışlarda söylenememiş cümleler, yarım kalmış hayaller, keşkelerle dolu bir hayat vardır. Annesi belki sevgiden, belki korkudan, belki "kadın olmanın" yüzyıllardır öğretilmiş sabrından susar. Kız çocuğu ise bu sessizliği önce normal zanneder. Çünkü evde, sokakta, okulda hep aynıdır: Kadınlar yutkunur, erkekler konuşur. Kadınlar razı olur, erkekler karar verir. Kadınlar ağlar, erkekler anlatır. Ve o küçük kız, annesinin sessizliğinde büyürken kendi sesini de susturmayı öğrenir. Ama içten içe bir şey rahatsız eder onu. Her "boş ver" dendiğinde içi biraz daha sıkışır. Her "karışma" kelimesi, biraz daha bastırır içinde biriken isyanı. Çünkü o farkındadır: Her sustuğunda bir kadın daha kaybolur bu dünyada.
Zerina büyür, artık çocuk değildir ama içinde hâlâ o küçük kız yaşar. Annesinin sessizliğini susarak değil, konuşarak taşıyacaktır bu kez. Konuşurken sesi titrer bazen, çünkü kelimeler sadece dudaklarından değil, kalbinden dökülür. O konuşurken, annesinin sustuğu tüm cümleler onun sesinde yankılanır: "Artık susmayacağım." Büyüdükçe anlar ki, annesi aslında korkak değildi. Sadece yorgundu. Hayatın ağırlığı, toplumun kuralları, "ayıp olur"larla dolu bir dünyanın baskısı onu susturmuştu. Kız çocuğu artık o baskının farkındadır ve bu farkındalık, içini hem sızlatır hem güçlendirir. Çünkü her kadının içinde, annesinden kalan bir sessizlik ve ondan doğan bir direniş vardır. Bir kadın konuşmaya başladığında sadece kendi hikâyesini anlatmaz; annesinin, anneannesinin, belki de tüm susturulmuş kadınların hikâyesini taşır sesinde. Kız çocuğu bunu anladığında artık kelimeleri birer silah değil, birer iyileşme aracıdır. O, annesinin yapamadığını yapar; konuşur, savunur, karşı çıkar, bazen ağlar ama asla susmaz. Çünkü bilir ki sessizlik, haksızlığın en sevdiği sessiz ortaktır. Her tartışmada, her adaletsizlikte, her "Sen anlamazsın." deyişinde annesini hatırlar. Annesinin bir köşede sessizce başını eğdiği o anları. O baş eğişin içinde ne kadar çok hüzün ne kadar çok "keşke" saklı olduğunu. O an kendine söz verir: “Ben artık eğmeyeceğim başımı.” Annesi bazen "Kızım, sen de çok konuşuyorsun!" der. Ama o bilmez ki, kızının konuşmaları sadece bir savunma değil, aynı zamanda bir veda. Susturulmuş kuşaklara, bastırılmış duygulara, "kadın dediğin" kalıplarına edilen bir veda. Kız çocuğu konuşarak özgürleşir, konuşarak iyileşir. Sesinde hem bir isyan hem bir şefkat vardır. Annesini suçlamaz çünkü artık anlamıştır, annesi de elinden geleni yapmıştı. Belki susarak korumaya çalışmıştı. Belki sustuğu için değil, susturulduğu için sessizdi. Ama şimdi sıra ondadır. Her kelimesinde, annesinin yutkunmalarını serbest bırakır. Her cümlesiyle, bir zinciri daha kırar ve kendi sesine bile şaşırır çünkü o ses, yalnızca onun değil, geçmişin bütün suskun kadınlarının sesidir.
Bir gün annesiyle oturur, konuşurlar. Anne yine sessizdir ama bu kez kızının gözlerinde bir şey görür: Güç. Ve o güç, kendi içinde bir huzur yaratır. Belki hiçbir zaman yüksek sesle söyleyememiştir ama içinden geçirir: "Ben sustum ki sen konuşabilesin." İşte o an, iki kuşağın arasındaki görünmez bağ tamamlanır. Birinin sessizliği, diğerinin cesaretine dönüşür. Artık anne de anlar, sessizliğin bedelini. Kız çocuğu ise konuşmanın ağırlığını. Ve her ikisi de bilir, biri sustuğu için diğeri konuşmayı öğrendi. Biri dayanmak için sustu, diğeri dayanmamak için haykırdı. Çocukken annesinin her haksızlığa sessiz kaldığını gören kız çocuğu, büyüdüğünde sadece kendi yaşadıkları için değil, annesinin sustukları için de öfkeyle konuşur. Ama o öfke, yıkmak için değil; anlamak, iyileştirmek ve artık susmamak içindir. Çünkü bazen en büyük sevgi, sessizliği sürdürmekte değil, o sessizliği sonlandıracak cesareti bulmaktadır. Ve o kız çocuğu, artık bir kadın olduğunda sesini dünyaya bırakır: "Ben annemin sustukları kadar güçlü, onun söyleyemedikleri kadar cesurum. Ben iki kadının sesiyim: Susturulanın ve artık susmayanın."
Zerina bu satırları yazarken çok gözyaşı döktü çünkü ses olmak istiyordu. Annesinin ve susturulmuş binlerce kadının sesi olmak istiyordu. Hikayesini tamamladıktan sonra yarışmaya sunmuştu ama öğretmenine söylememişti. Sonuçların açıklanacağı günü sabırsızlıkla bekliyordu onca katılımcı, onca hikâye içinde yalnızca bir hikâye... Beklenen gün gelmişti Zerina birinci olacağına o kadar çok inanmıştı ki birincilik konuşmasını yapıp, hikayesini okuyup, ödülünü alacakmış gibi giyinip yarışma alanına gitti. Kapıda Zerina’yı gören öğretmeni çok şaşırmıştı çünkü yarışmaya katıldığından haberi yoktu. Birinciyi öğrenmeye saniyeler kalmıştı, nefesler tutuldu ve sonuçlar açıklandığında ismi okunan kişi Zerina olmuştu. Önce tüm salonda koca bir sessizlik, Zerina’nın hızla çarpan kalbinin sesi ve ayağa kalkınca da koca bir alkış tufanı yer almıştı. Zerina ödülünü aldıktan sonra hikâyesini okuyup annesine zincirleri kırmayı öğrettiği için teşekkür etmişti ve son sözü de şu olmuştu:
Amin Maalouf’un dediği gibi: “Yalnızca özgür bir ruh sonsuzluğun korkusunu içine doldurmayı bilir.”
VAN ATATÜRK ANADOLU LİSESİ
Van Okuyor Etkinliği Hikaye Yarışması 2.si
OĞUL
CEMAL ÜNAL
Boş konuşma bir meclise girince
Âlimler cahili fark eder oğul
Seyis atlarını azgın görünce
Hemen bir kazığa örk eder oğul
Düşman ortalığa nifak salar da
Hain vatanını kırka böler de
Fareler tekneyi alttan deler de
Batarken en önce terk eder oğul
Helal kazanç ile aşını pişir
Kutupta yaşayan elbette üşür
İnsanlar zehrini dilinde taşır
Fırsatı buldukça zerk eder oğul
Ahlaksızlık vurduğunda dibine
İçindeki düşman olur kabına
Göz diker de vatandaşın cebine
Sahtekâr yalanı kırk eder oğul
Vatan bayrak millet değilse işi
Ayağına hüküm etmezse başı
Şahsiyeti bulmamışsa bir kişi
Hırsızı başına börek eder oğul
Övünme sen varlığınla konakla
Dostuna sun balı dolu çanakla
Yoldaş olma sakın ola dönekle
Başı sıkışınca çark eder oğul
Moda olsa her gün çan bile takar
Toplum da dergâhta palavra sıkar
Gururla insana tepeden bakar
Görmemiş kirpiden kürk eder oğul
Anlam çıkar sen Cemal'in sözünden
Kömür olmaz asla çalı közünden
İnsanlar ayrılır oğlu kızından
En son mezarlığa park eder oğul.
DESTİNA / GİTME
MEHMET MUHLİS ŞEPİK
Gitme Destina
Gidersen, Hızır diye her surette seni arar gözlerim
Kuşlar inanmaz Kaf ardında Zümrüdüanka’ya
Örmez ağlarını kutlu mağaraya örümcek
Bulutlar gizlemez gözlerinin izini yıldızlardan
Çöl ateşe kardeş olur, topuk dokunmaz kumlara
Gidersen sol yanımda neşter acısı yaralar kalır
İnanmam cennetin vuslat olduğuna
Adın titrek sesimin buğusunda asılı kalır
Kenan kuyularında yankılanır feryadım
Kaç Yakup sığınır hasretime bilemem
Bırakırım gözlerimi yalçın uçurumlardan
Aziz'in kör karanlık zindanlarına
Yüreğim özlemlerin yuvası, sevda nakşı
Ben Yusuf değilim Destina
Boynumda bulamam sabır taşını
Gitme, gidersen turnalar dönmeyi
Papatyalar unutur seni
Kül rengine döner gökkuşağım
Yağmurlar küser topraklarıma
Ateş yüreğimden gayrı gecemi aydınlatmaz
Gidersen dokunamam Mikail’in gözyaşlarına
Gidişin Gayya kuyusunu uyandırır
Yüreğimin yedi katmanında, celladım olur
Yesrib kapılarından uçuramam umut güvercinlerini
Yedi uyurlar mağarasından dua bekleyemem
Gitme ey düşler ülkesinin son perisi
Sensizlik nasibime pay olur
Pişmanlığı avuçlarımla yüzüme yoldaş bilirim
Coşturma hırçın nehirler gibi efkarımı
Ademin vebaliyle sancılarımı kuşatma
cennettin sekiz kapısını yüzüme kapatma
Destina, gidersen sensizlik avuçlarımda dua
Gözlerime sürmeye kanayan gömlek bulamam
Kırık sandallarımı değdiremem sulara
Cemreler müjdelemez toprağı
Kızıl akşamların rengine kurban ederim İsmailleri
Dokunamam kanadı kırık kuşların yaralarına
Bırakma müflis halimle bir başıma, gitme
Gitme Destina, ben sedir değilim
Hicran yolunda öpüp dokunamam ayaklarına
Destina, avcı dağların maral ceylanı
Gözleri aşka davet sevda isyanı
Gidersen gözlerim Hızır diye her surette seni arar
Kuşlar inanmaz Kaf masalı Zümrüdüanka’ya
Örümcek nur nebi mağarasına örmez ağını
Gitme.
