ÂHİR ZAMAN ÜMMETİYİZ
BEKİR OĞUZBAŞARAN
O'na lâyık olmasak da
Âhir zaman ümmetiyiz
Bir kararda kalmasak da
Âhir zaman ümmetiyiz
Emre uymak zorlaşsa da
Elde ateş korlaşsa da
Muhtevâ buharlaşsa da
Âhir zaman ümmetiyiz
Görmeden îman ettik biz
Sormadan îman ettik biz
Yormadan îman ettik biz
Âhir zaman ümmetiyiz
Kıyāmet olgunluğunda
İkindi mahzunluğunda
Gurbetçi durgunluğunda
Âhir zaman ümmetiyiz
Her şeyi yarım yamalak
Nefs ve şeytan ona tuzak
Saadet Asrı'ndan uzak
Âhir zaman ümmetiyiz
Korku-ümit arasında
Beyaz, sarı, karasında
Kıyāmet günü yakında
Âhir zaman ümmetiyiz
İmtihanın farkındayız
Âhir zaman çarkındayız
Îman-İslâm arkındayız
Âhir zaman ümmetiyiz
Yâ Rab bizi himâye et
Cemâl'i bize gâye et
Livâülhamd'i sâye et
Âhir zaman ümmetiyiz
Duy bizim âhlarımızı
Affet günahlarımızı
Işıt sabahlarımızı
Âhir zaman ümmetiyiz
Arayanlarca bulunur
Allâh'ın Habîbi O Nur
Ümmetliği büyük onur
Âhir zaman ümmetiyiz
Peygamberini özleyen
Şefaatini gözleyen
Sünnetullâh'ı izleyen
Âhir zaman ümmetiyiz
Rabb'i büyük, merhametli
Anneden bile şefkatli
Peygamber'i şefaatli
Âhir zaman ümmetiyiz
Yolcusuyuz doğru yolun
Yaprağıyız yeşil dalın
Bağlısıyız Mim-Hā-Dal'ın
Âhir zaman ümmetiyiz...
NOTLAR/ ŞAİR-SANATKÂR
MEHMET ALİ ABAKAY
Şiir, fikrin ve hissin ruhla gönle yağan sağanak yağmuru gibidir. Kimi yağmur, kurak toprakta tohuma can verirken, kimi yağan yağmur sel olup önüne kattığı her şeyi alıp götürür, yok eder.
Biz, kurak toprakta tohuma canlılık veren yağmur taneleri gibi şiir kaleme alırız, yıkıp yok eden tarzda değil.
Günümüzde şiirin mayasında iyiyi, güzeli, mükemmeli, edebî, doğruluğu, hakkı, adaleti dile getirmekten yoksun anlayış, yüzyıllardır ismi, şiirleriyle var olan şairlerden fersah fersah uzaktadır.
Ömrü, ölümüyle biten şairin şiirleri, hafızalarda kalıcı değilse şiiri, insanın ruhunu süsleyecek, anlatımını güzelleştirecek, sanatı ulvîleştiren, yaşamı zenginleştirip, okuyanın ufkunu genişlettirecek vasfa sahip değildir.
Sanatkâr, hangi fikre sahip olursa olsun, ideolojilerin ve izmlerin gölgesinde sanatını esir kılmamalı. Bu gerçekleştiğinde esaret başlar. Bir şiir, birden çok milletin sahip çıktığı oranda şiirdir.
Topluluklar karşısına çıkıp şiir okumaktan haya eden biri olarak, şairin sahneye çıkıp şiirini okumasından hissetmiyorum.
Şiiri, şairin kitabından okumalı, şiir seven. Şair, görücüye çıkarcasına topluluklar önünde şiir okumamalı. Nasıl ki bir romancı, hikâyeci, denemeci eserini topluluk karşısında okumuyorsa şair de durduğu yeri bilmeli ve şiirini seslendirmeden uzak kalmalı.
Şairin şiiri, başkasınca izinsizce seslendirilip şarkılara kurban edilmemeli. Bu benim, şahsî fikrim. Şair, desteklenecekse bunun yolu ve yordamı vardır. Usulü bellidir, şair kimlik ve kişilik olarak incitilmemelidir.
Şairin şiiri, hiç bir masada mezeye çeşit olmamalı, eğlence partilerindeki cümbüşe renk katmamalıdır.
Çağın sömürgen yapısında şairin şiiri, kimi bankanın ve kimi holdingin yayınevlerinden kitaplaşmamalı.
Şairin hürmet beklentisi var, sanatı itibarıyla. Şair, şiirinde belirttiğiyle aynı yaşantıya sahip çıktıysa şairdir. Şairin hayatıyla sanatı arasında çelişki, sinemada ve tiyatroda her rolü oynayan oyuncunun konumuyla benzerlik taşır.
Şair, şarkıcı ve türkücü konumunda düşünülemez. Şair, sanatı ve yaşamı ile bir bütündür.
Günümüzün kimi hegemonya tekelinde olan şiir, şairine özü gürlük değil, nefes almayı bile çok görür. Bir çok şair ve sanatkâr, yaşarken kıymete değer görülmüyorsa handikapların başlıca sebebi budur. Bunu ifade ederken yirmi- otuz yıl sonrasında, yaşarsak, tespitin doğru olup olmadığı üzerinde tanıklığa ereceğiz.
Bu gün birçok sanat ve edebiyat dergisi ile kimi gazetelerin kültür-sanat sayfaları, kendi mahallelerin sesi olmaktan öte bir vasfa sahip değildir
1980'lerden 2002 Eylülüne kadar takip ettiğimiz şekilde, yirmi yıldır, sadece kendi yazıp kendi okuyan birkaç isimle çıkan dergiler, ideoloji tarlası hükmünde siyasî söylemleri öne çıkaran, sanatı dışlayan yapıdadır.
Bir yirmi yıl sonrası, bu katı ve bağnaz tutum değişecek mi? Zaman, en iyi hekimdir, derdine derman arayan için.
Biz de merakla bekliyoruz.
KORKUYORUM ANA
ÖMER EKİNCİ MİCİNGİRT
Çoraplarını giydiriyorum cennetliklerine
Gözlüklerini ilaçlarını terliklerini
Asıyorum kuyumcunun
Eşantiyon çantasına
Kâr etmiyor ne söylesem anama
Gözleri solgun bakışı ağlamaklı
Duvarlar tutacağı omuzum bastonu
Öylesine yürüyor
Tevekküle yaslanarak
Yüzünü yüzüme dikiyor bulut gibi arada
Islatıyor duygularımı ve
Usulca kaçıyorum
Gözlerinden
Anam böyle miydi hâlbuki
Kaybolabilsem yüreğinde alabildiğince
Âh anam hislerimin
Cankurtaranı hadis-i şerifin
Müjdeli ziyneti
Sen hüzünlerimin gül kokan yamacı
Dilim varmıyor ötesine bebek bakışlım, duâ pınarım
Korkuyorum ana âniden hoşça kal diyeceğinden
Seccadenin öksüzlüğü korkutuyor
Yokluğundan korkuyorum, anam.
MERDİVENLER
ERTUĞRUL KAYA
Merdivenler, insanları en yukarıya çıkaran ve en aşağıya indiren hareketsiz mekânlar… Ya merdivenlerde bekleyenler? Ne aşağı inebilen ne de yukarı çıkabilen. İnsanoğlunun modern arafları. Gerçi bunların da hızla modası geçerek çoktan sıradanlaştı hatta bir nostaljiye dönüşme sürecindeler. Ne var ki yürüyen merdivenlere, asansörlere oturup beklenemiyor. Çağ gibi onlar da hızlı ve kalabalık. Merdivenleri inatla unutturmayan oturup bekleyenlerin varlığı belki de. Bazen işlek bir caddenin yokuşunda beliriveren, bazen bir okulun yahut iş hanının yorgun insanlarının yükünü sırtlanan merdivenler, inmek ya da çıkmak için yeterince isteği olmayanların doğal bekleme yeri olurlar. Dizler kimi zaman karınlara çekilmiş kimi zamansa olabildiğince birbirinden uzaklaşmış dururlar. Başlar ya öne eğilmiş ya görünenle yetinmeyen bir umut bekler gibi boşluğa bakan gözlerin peşinde karşıya bakar vaziyette. İnmek ya da çıkmak için acele eden ayaklar arasında öylece kalakalmak. Bir bank değil de illa merdivenler. Nedendir rahatlatır insanı. Zira banklar bilinçli bir oturma alanıdır. Üstelik rahat da bırakmazlar çoğu zaman insanı. Bir başka bilinçli oturucu bitiverir tepenizde, yanınızdaki boş yeri sahiplenerek bırakmaz sizi size. Oysa hiç kimse oturmaz bir merdivende oturanın yanı başına. Belki derdinden kaçar oturanın, belki çaresizliği bulaşsın istemez, gün boyu ayaklar altında kirlenmiş basamaklardan daha çok çekinerek. İşte tam da bu yüzden merdivene oturur belki de bir insan. Kalabalık içinde güvenli bir sığınak gibi. Ruhunda taşıdığı yükü bir tek ona emanet edebildiği için.
Bazı şehirlerin gün batımını izlemek için müdavimleri olan geniş merdivenleri vardır. Kimi yanında getirdiğini yudumlayan kimi yalnız ama mutlu kimi kalabalık kol kola… Ama böylesine merdiven denmez ki. Bu kadar çok oturanı olan bir yer, olsa olsa bir açık hava tiyatrosudur. Amaçları inmek çıkmak değil manzarayı seyretmek olan seyircilerin sessiz bir işgalle merdiveni tiyatroya dönüştürdüğü.
Gerçek bir merdivende oturmuşsa insan bir kere seyredemez, seyretmez, düşünür. Yükünü düşünür, hafiflediğini hisseder ve oturur da oturur. Bilir ki inmek ya da çıkmak yükü tekrar sırtlanmak.
Benim de merdivenlerim var. Hem inip hem çıktığım daha çok da oturduğum. Bilim uğruna, eğitim uğruna şehir dolusu yükü sırtımda taşıyıp, kantinlerde, parklarda, otogarlarda, alışveriş merkezlerinde zamanı hızlandırma çabalarım. Çetin sınavların sonuçlarının beklendiği ille de merdivenler. Bir basamak aşağıda kaybedilen, bir basamak yukarıda kazanılan. Odalara, dersliklere layık görülmeyip merdivenlere terk edilen dersler. Fakat yine de öğrendim basamaklarda çok şey. Kitaplarım kâh minderim oldu kâh yüküm çantalar dolusu. Bana mısın demedi merdivenler. Hepimizi sırtladı.
Biz kalakalmışken yükümüz merdivenlere emanet, beklediklerimiz görmezden gelip asansörlerle inip çıktılar gizlice, göremedik. Hiç yerine konulanı biz yaptı merdivenler. Onlar da bunu göremedi. İndiler çıktılar, fildişi kulelere, merdivenlerinde bir gün olsun oturmadan. Gün geldi yükleri omuzlarında kaldı. Ne asansörler ne odalar taşımadı. Kamburları çıkıp eyvah ettiler. Bilmedikleri yandan yakalandılar. Dizlerinin bağı çözüldü. Bir merdivene oturmayı akıl edemediler.
VEFASIZLIĞI İZLEMEK
EVİNDAR SAYILGAN
Diye düşünmeden edemiyorum bazen
Yok artık, bu kadarı da fazla…
Benim bildiğim insanlık bu değildi
Gözleri yaşlı çocuklar, annesiz kaldıysa
Bunu yapan da yine insanoğluysa
Ne acı bir gerçek bu
Sevgiyi yok sayan da biziz
Anlayış… bir dinlemek
Sadece anlamaya çalışmak yeterdi
İnsanlığa dair ne varsa,
Merhameti, hoşgörüyü, sevgiyi…
Sevginin olmadığı yerde
Saygı da barınmaz zaten
İnsan en çok
Sevip sevilmeye çabalar
Ama bir gün gelir,
O çabanın adı: “yapmasaydın!” Olur
Ve en acısı da bu olur: vefasızlık…
Sonra susmak düşer payımıza
Ve bize kalan,
Sadece vefasızlığı izlemek olur…
YAPTIĞIMIZ YANLIŞ
RABİA ASLAN
Sakın bu hatayı yapmayın! İnsanların sizi eleştirmesine müsaade etmeyin. İnsanlar, bilerek veya bilmeyerek sizi manipüle edebilir, sizi yanlışa sürükleyebilirler. Hayatımızın her alanında bulunan manipülatör insanlar, "Bizi destekliyoruz" adı altında yapmış olduğu manipülasyonla bizleri düşünmeye sevk eder. Bizler, doğru olduğunu bildiğimiz işleri yaparken, çevremizde bulunan manipülasyoncu insanlar tarafından engellenir ve doğru olduğunu bildiğimiz işleri yapmamaya başlarız.
Hayatımızdaki insanlar, yaşadıklarımızdan haberdar olmadığı halde yorum yapma gereği duyarlar. Bu yüzden çizgimizi belirlemeli ve insanların, bilip bilmeden bizleri yargılamalarına ve eleştirmelerine müsaade etmemeliyiz. Hepimizin yaşamış olduğu bir hayat var. Yaşadığımız karanlığı ve aydınlığı bilmeyen insanlar, kendilerinde konuşma haddini bulurlar. Bunun birçok sebebi ve nedeni olabilir. Bizi tanıdıklarını düşündükleri için veya ortam içerisinde sohbetler muhabbetler kurulduğunda insanlar arasında geçen diyaloglar, bazı insanların karşısında ki insanı tanıdığını düşündürür. İşte bunu düşünen insanlar çok çabuk yanılır. Bir insanı tanımak, sandığınız kadar kolay değildir.
Günümüz insanı, karşısında bulunan kişiyi bir bardak çay içip sohbet edince tanıdığını düşünür. Yeri geldiğinde aile hayatımızı, sosyal hayatımızı anlatırız. Bunun bize geri dönüşü çoğu zaman olumlu olmaz. Karanlığımızı aydınlığa çevirmeye çalışırken başkalarının bizi manipüle etmesi ile karanlığa saplanırız. Her sohbet ettiğimiz insanı tanıdığımızı düşünebiliriz ve bu yanlışa hepimiz düşmüşüzdür aslında. İnsanlar, gizli bölmeli bir mücevher kutusuna benzer. Görünen kısmı ile görünmeyen kısmı bir değildir. Tanıdığınızı sandığınız ama aslında tanımadığınız insanların sizin hayatınız hakkında yorum yapmasına müsaade etmeyin. Karanlıktan aydınlığa varacağımız ve birlikte arınacağımız o günü sabırla bekliyor olacağım.
BOŞLUĞUN İZLERİ
RIFAT KAYA
Dolaşabilirsin dünyayı
Kıtalardan okyanuslara
Güzellik arayışıyla
İçini doldurmaz hiçbir manzara
Işık sende yanmıyorsa
Dünya ayna, aynada gördüğün
Yansımandan fazlası değil
Başkalarında eksik bulduğun
Kendi içindeki yaralardan
Güzellik ne yüzün çizgilerinde
Ne de göze hoş gelen renklerde
Gerçek güzellik
İçten doğup aydınlatan ışıkta
Sevgiyi görebiliyorsan
İnsani güzellik buluyorsan
Bil ki artık tamamlanmışsın
Eksik görüyorsan, dön bak içine
Orada eksik kalmışsındır.
GÖLGELERDEN DOĞAN IŞIK
BANA NASRULLAH
HACI MEHMET KALAY KAİHL
İnsan bazen hayatın en kalabalık anlarında bile kendini yapayalnız hisseder. Etrafında onlarca ses, yüzlerce adım, binlerce düşünce dolaşırken kendi içinde bir şeylerin eksik kaldığını anlar. İşte o an sessizliğin içinden gelen ufak bir sızı gibi bir his belirir ve insana "Dur, kendine bak!" der.
Çünkü insan asıl yolculuğunu dışarıda değil, kendi içinde yürür ve bu iç yolculuk çoğu kez zorluklarla, karanlıklarla, belirsizliklerle başlar; bazen günler geçer de insan sabah kalktığında aynı yorgunluğu taşır yeniden. Aynı düşüncelere saplanır, aynı hayallerin hep ertelendiğini hisseder fakat yine içinde görünmeyen bir şey, ismini tam koymadığı bir güç "Devam et, durma!’’ diye fısıldar.
Çünkü insan büyürken acılarla törpülenir, mutluluklarla parlatılır ve bunlar arasında şekillenir ama hiç fark etmediği bir şey vardır: en büyük gücü dışarıdan değil de kendi özünden gelir.
Bir gün insan aynaya bakarken gözlerindeki yorgunluğu ardında sönmeyen bir kıvılcım olduğunu fark eder, o kıvılcım zamanla unutulan bir hayalin, yarıda kalan bir cesaretin, susturulan bir sesin izidir ve o kıvılcım büyümeye başladığında insan içindeki karanlık bile ondan korkar
Çünkü karanlık ışığa hükmedemez, zaman geçtikçe bu kıvılcım ateşe dönüşür insan fark eder ki güçlü olmak düşmemek değil düştüğünde yerden kalkmayı bilmektir. Yeniden yürümeyi istemektir. İçindeki fırtına ne kadar güçlü olursa olsun kendi adımını atmaktan vazgeçmemektedir.
Yollar kapanır, insanlar değişir, hayaller savrulur ama insanın içinde saklı duran o ışık doğru anda tüm gölgeleri yaran bir güneş gibi yükselir ve insana en sonda şunu hatırlatır "Sen sandığından daha dayanıklısın, daha değerlisin ve eğer istersen dünya bile seni durduramaz!"
Çünkü insan kendi iç ışığını fark ettiği gün, önünde duran hiçbir sınır gerçek bir engel olamaz ve yol nereden başlarsa başlasın, asıl önemli olan tek şey vardır: kendini bulabilmek.
10.SINIF ÖĞRENCİSİ
Bakmadan Geçme







