Van Gölü İncileri

Van Gölü İncileri

Van Gölü İncileri

ÇOCUKKEN

SAMLE ÇAĞLA     

Ben zamanı saatlerde aradım.

Meğer aynalarda yaşarmış zaman...

Çocukken zamandan bihaber, ne çok severdim saatleri. Duvardaki guguklu saatimizin yeri apayrıydı çocuk dünyamın içinde. Bilmezdim ama anneme sorardım saat kaç diye? Aslında kaçlığı önemli değildi, guguklu saatin içindeki kuşun o kutudan çıkma vaktiydi önemli olan benim için. Saatler öncesinden guguklu saatin asılı durduğu duvarın karşısındaki koltukta yerimi alırdım. Zamanı geldiğinde kuş, saatinin içinden çıkar, guguk guguk diye alarm verirdi. Bir gün aynı yere konumlanmıştım kendimi, saat tam guguk guguk diye alarm verirken, annem elinde puf çilekli şekerle odaya girip, "amcanlar Almanya'dan geldiler, sana da sevdiğin bu şekerlerden getirmişler." dediğinde nasıl sevimliydi saat de zaman da...

90'lı yılların ortalarıydı ortaokula başlamıştım, bizim guguklu saat bozulunca annem sarkaçlı olanı alıp duvara asmıştı. Her üç saate bir kilise çanı gibi çalardı. O sevimli kuşun yerini, orta yaşlarda bir insanı andıran alet almıştı. Nasıl da sert duruyordu duvarda, sanki bütün eve o hakimdi. Kaçta okula gideceğimize, ne zaman oyun oynayacağımıza o karar veriyordu sanki. Artık saatli duvarın karşısındaki kanepenin üzerinde oturmuyordum hem ödevlerim vardı hem de o sanki büyüklerin saatiydi de beni dikkate almazdı. Babaannemi kaybettiğimiz dakikalarda nasıl da siren gibi alarm vermişti, hiç unutmuyorum; ding dong ding dong.

Paraya sıkıştığımız günlerdi galiba ya da çok borcumuz vardı. Haciz memurları bir bir haczedecekleri eşyaları yazıyorlardı. Hatırlıyorum, içlerinden biri "bu saat de güzelmiş, şunu da yazalım." dedi. O güne kadar bir türlü ısınamadığım saat, bizi bir nevi yüklerimizden, borcumuzdan kurtarıyordu. Bir anda dünyam yıkıldı, sevmemişim ama çok alışmışım, sanki evden biri gidiyordu. İçim acıdı, yaşadığım o an zehir gibi saatlerdi hiç unutmam...

Van Gölü İncileri

RESİMDEKİ ADAM

ŞAHBETTİN ULUAT

Bazen sağlam, bazen hasta

Resimdeki adam benim

Bazen mutlu, bazen yasta

Resimdeki adam benim

 

Kuşlar gibi kanatlanan

Balıklar gibi ıslanan

Çınar bulunca yaslanan

Resimdeki adam benim

 

Kurdu kuzuyu ayıran

Mazlum, garibi kayıran

Şerleri de hayra yoran

Resimdeki adam benim

 

Bazen meddah, bazen ozan

Oyun kuran, oyun bozan

Şair olup şiir yazan,

Resimdeki adam benim

 

Fikri berrak, gönlü gani

Her canlı gibi bir fani

Memleket sorarsan Vani

Resimdeki adam benim.

Van Gölü İncileri

DÜŞLER/İN TUZAK

SEZAİ ÇİÇEK

Gece bulutlarda yiten hilal misali

Yaz başlarında kuruyan çaylara döndüm

Irak yakın demeden koşturan atlar gibiydim

Gökte kutup yıldızıydım

Şimdiyse ıssız bozkırlarda tek başına kalmış

Sığınacak yer arayan taylara döndüm

 

Deniz olup baş üstünde taşırdın sevdamızı

Karşılık beklemez ve esirgemezdin şefkatini

Kuşanırdı sonsuzluğu merhametin

Rengi pembeden siyaha dönmüş sevdalara

Çeşmin bakışı bir dolunaydı

Aydınlatırdı cihanı ve aşk kaplardı her ânı/zamanı

 

Çöl ortasında ansızın bırakıp da gittiğin vakit

Atıldım kuyulara emre amade olmadığımdan

Köle tüccarları yahut bezirgânlar

Canım pazarlarda satmadan

Bildim ayaklarıma dolaşan suçlar

Gizlide işlediğim günahlarımdı

 

Artık tüm dillerde arasan da hecelerimi

Deryada kaybolan incileri soruyor gibi

Asla bulamazsın hiç birisini

Ve yorulma boşuna /Onları semanın

Uçsuz bucaksız derinliklerinde sakladım

Uzaklaştığında buradan

Yağmurlar ıslatır da ruhumu

Güneşin gölgesi kuruturdu yine

 

Tekrar bulvarlarda yürüyüp totemlerini taşladım kentin

Her zaman bile isteye yaptım bunu bilesin

Taammüden işlediklerim sebebiyle

Güllere yaklaşmam koklamam yasak

Böyle buyurdu ulu tiran

‘Şehrin meydanında ateşe atın’

İbrahim'den sonra böylesi pek az geldi dediler

Meydanlar caddeler sokaklar

Hepsi insan yiyen gizli bir kapan

 

Yaralı gönlüm çırpınmakta

Karıncadan ateşe su beklerken

Çağırırlar el firak el firak

Olanlara dayanmaz yürek

Gayrı rüzgârlar da kokun getirmiyor

Gözlerine bakamam inan

Geçtim zafer taklarından görkemli törenlerden

Ve şimdi uzaktayım resmi söylevlerin hepsinden

Gayrı tek bir hecenin peşindeyim

 

Koptu kıyamet bense sadece düşlerde kaldım

Düşlerinse gizli/açık bir tuzak

Ve bana ötelerden de uzak gündüz geceye karıştığında

Tutarsan sımsıkı yüreğimi

 

Karanlık bastırdığında dağ başlarında akabelerde

Erken gelen uzun kış gecesinde şahmeran hikâyelerinde mesela

Yunus’u yutan balığın gezdiği denizlerde

Yüzen gemilere yol gösteren kıyıdaki fenerler gibiydin

 

Ab-ı hayatımsın derdin

Meğer varlığın ötesi düşlerimmiş...

Van Gölü İncileri

NARÇA

ARZU ALPDEĞER

Baksana Narça,

görüyor musun karşıda oturanı?

yokuşa gitmiş sakalları,

İsa’yla dirilmiş gibi gözleri..

saçlarını ifritler yolmuş,

dudakları da İncil okuyor sanki..

ellerinde lafzalar, çıplak bir beden…

kirli, kuru, ölesiye tutuklu… Narça!

 

Zamanlar duyuyorum, göğsümde neşter gibi

benimle ağlıyor göz feri dökülmüş meczuplar..

tutuyorum dillerindeki zehri,

sokakta yosma ayakkabılar,

kokular duyuyorum, zakkum yaprakları…

üşümüş bir kaç yanmış dal ve kül…

karışıyorum tenine görünmeyen ruhların

benimle uyanık azgın köşe başları

sakınıyorum çorapsız ayaklarımı,

çokça küfürler savuruyor kaldırım taşları..

gece sabaha soyunuyor durmadan..

korkuyorum..

izmaritler ve paltolar,

fötr şapkalı adamlar görüyorum..

uyan Narça!  uyan..

bu kabus bitmeyecek gibi..

Van Gölü İncileri

KANATILMIŞ HARFLER

MUSTAFA AYYÜREK

sözcüklerin cevheri yitirdiği meydanı bilen var mı

var mı dilin ucunda kaskatı kesilmiş cümlenin huzursuzluğunu bilen

kanatılmış harflerin son düşüşünden haberdar olan var mı

 

ah! karartılmış, siz kanatılmış sözcükler

neden insan denen mahlukun kalemine kaldı hüneriniz

nedir eski ustalardan kaçıp acemilere sığınan haliniz

niyedir bu şekilde böğrümü delip geçişiniz

 

eski ustalardan rivayet getirsin şimdinin yetmeleri

anlatsınlar neşemize coşku katacak hecelerin neden yok olduğunu

ve gönlümüze sürur olacak güzide sarhoşluğun yitimini

 

oysa onlar böğrümüzü delip geçmeye devam edecekler

gösterişli ifadelerle hayalimizi bin parçaya bölüp

kurda kuşa yem edecekler

söz verip yol ayrımında havadis getirecek kişi

kekemeyiz diye mi yolun ortasında döndü

çolpaya meydan verip bizi terk edip gitti

 

her parçada, her işarette, her haykırışta, her sayfada

beceriksizliğin beynimizi kemirdiği her yerde

hakikat tatlı bir imgeyle kurtarmayacak mıydı

yüreğe dokunduğunda umut olacak

çılgınlar çağında göğe eriştirecek

yoksa sahici değil miyidi bunlar

söyleyin, ni'çin dağın yüreğinde saklanan

o kutlu, o ulu müjdeyi göremiyoruz

 

kelimeler, ah sizler eşsiz yıldız değil miydiniz

yeşerten ırmak çatlamış sinelere hayat veren kaynak

gök çığlığı, ilahi hüküm, mitolijik kuş siz değil miydiniz ?

 

sihirli dillerden döküldüğünüz vakit

büyünüzle yıkanırdı zambaklar, güller ve menekşeler

işte yine sizler kokunuz duyuluyor ta uzaklardan

ama hani neredesiniz nereye gittiniz yine

 

siz, gönül mezarlığının diri çiçekleri

siz, kainat ışığının dev cüceleri

siz, kahramanlık destanının sonsuz hikâyeleri

siz, ölü vadilerin can damarı

 

günlük konuşmalar beyhude madem ölüm hak

umutlu tınınız tebessüm ettirsin artık

 

fısıltı gök, şimşek gök, yıldırım gök

harfler hakikati haykırdığında

hayat üfleyen sözcük gök haydi şimdi tam sırası

muştu bekleyen kederi sevindirin artık

 

beklememeli ve bir bir, bir araya gelmeliydiniz

süssüz, samimi, yüce, anlaşılır

aydınlığınızı örten geceyi parçalayacak

ışıkla her şeyi aydınlatacak kadar içten olmalıydınız

 

karartılmış, kanatılmış sözcükler

onları kandan, karaltıdan kurtarıp dinleyelim artık

yorgun argın bile olsak duyalım asude seslerini

rüzgar şakaklarımızı okşayıp eserken

perde ile kapatılmış kulaklarımızı canla açalım

çünkü kurşun gibi ağırlaşmış belleğimizden

ahenkli notalar raks edecek bir gün

*       

dolu dizgin içimizden aksın sözcükler

bak güneş batıyor, gün tükeniyor

soldukça soluyor güz yaprakları

bak eridikçe eriyor mum gibi  ömrümüz

 

harfleri, sözcükleri, cümleleri,

kitapları başka türlü yazamaz mıydık

sahi ni'çin hep içim acıyor

sizleri yüceltemedim diye mi

ah kelimelerim ifade etmeye yetse

övmeye gücüm yetse mısraların altın çağı başlasa

 

ah siz en ehemmiyetliler

yazdık, çizdik en olunmaz şekillerle

katlettik sizleri kayboldu derinliğiniz

şimdi şüpheli sorular çökerken ayın şavkına

bir görünür bir kaybolursunuz

hani, nerdesiniz nerde kaldınız

 

şüpheli sorular yankılanır kaf dağından

sözcüklerin cevheri yitirdiği er meydanından

ben uyurken cellat hep boyun vurdu

işte bize hezimet şanlı sözcükler yok oldu.

Van Gölü İncileri

ÜZGÜNÜM

FAHRİ HARİS DOĞAN

üzgünüm

böyle olduğum için

mutsuzluklar diyarının bir iskeleti

karanlığın lekesi mutsuzluğun kalesiyim

 

özür dilerim sevgilim

sana değil kendime nefretim

var oluşuma, yaşayışıma

 

yaşayamıyorum

kaçamıyorum karamsarlıktan

kurtar beni karanlıktan

ya da bırak tek başıma

 

bir türkü çalıyor, götürüyor uzaklara

belki yanına, bir başıma ak düşüyor saçıma

 

gözlerim kanlanmış yaşlarla beraber

isterdim birazcık gülmeyi

yüzüm mutluluktan bir haber

bir mezarda bekliyorum ölmeyi

 

kazdığım toprağa kendi özümü çapalayıp

mutlu olamadım bir şey bilemedim

yaşamak için yaşamadan çabaladım

ben senden başka bir şey dilemedim

 

intizar, unutma, gitme…

yanımdan / kalbimden/ bıçakla

en derinden…

Van Gölü İncileri

MEVSİMLER

OSMAN ERDAL

Her birinin ayrı bir güzelliği var dostum

Hayatın kilimini dokuyor bu mevsimler

Yüreğine hepsini birleştirip kar dostum

Toprağı halden hale sokuyor bu mevsimler

 

Niyeti yok zamanın bir lahza durmak gibi

Geçen ömrün özeti bir hayal kurmak gibi

Tadı rengi değişik dört farklı ırmak gibi

Her yıl ayrı gözeden akıyor bu mevsimler

 

Kışın bütün yeryüzü beyaz kefeni giyer

İlkbaharda dirilir alır yeşil rengi yer

Yazın hasatta insan kışın heybesinden yer

Emekleri ortaya döküyor bu mevsimler

 

Renk cümbüşü sarıyor gözü farklı tonların

Her birinde ayrı bir zarafet var onların

Baharında tadılır hazzı mutlu sonların

İbretin çerağını yakıyor bu mevsimler

 

İnsan görür sanatı kalp gözüyle bir baksa

Maksuda erer gönül rehberle yola çıksa

Duyarsın gece gündüz can kulağın açıksa

Allah’ın esmasını şakıyor bu mevsimler

 

Hararetli sıcağı yakar beni yazında

Soğuk olur üşürüm kalınca ayazında

Kar yağar sakinliği bulurum beyazında

Âşık Benli’ye özden bakıyor bu mevsimler.

Van Gölü İncileri

YEMEN'DE KALEYMİŞ HUŞ'U ŞAİRİN

MEVLÜT EŞGÜNOĞLU

Hayatla savaştan yılmıştır gözü

Artık geçmektedir yaşı şairin

Ne yazsa yetersiz kalıyor sözü

Dumanlıdır gamdan başı şairin

 

Belli ki ruhunda hüzn ü melal var

Sığımıyor  bir yere dünya  gelir dar

Saçlarına yağmış her yıl biraz kar

Ağarmış kirpikle  kaşı şairin

 

Maveradan gelir açar kanadı

Sanatın kuşudur " ilham"dır adı

Öter dinlemeye doyulmaz tadı

Dil dalına konar kuşu şairin

 

Göklerden uzanır gönlüne bir ip

Şiir dokur gönül coşkuya gelip

Şair olmak olmaz herkese nasip

Ötelerden gelir düşü şairin

 

Sanat tarlasını kalemle eker

Aşkın zirvesine bayrağı diker

Dilin şerbetini gönlünce  döker

Muhabbet balıdır aşı şairin

 

Şiir için yetmez normal beş duyu

Can çıkmadan çıkmaz yazmaktır huyu

Mısralarla  yoldaş bir ömür boyu

Sorma sakın kaçtır yaşı şairin

 

Feryadı bir türlü kulağa  gitmez

Dizdiği mısralar gönle yer  etmez

Yazıyor yazıyor bir türlü bitmez

Ne kadar doluymuş döşü şairin

 

Tarihinde çekmiş milletim çile

Anlatmış derdini türküler ile

Herkes getiremez duyguyu dile

Sözcüsü olmakmış işi şairin

 

Eskiden hakimken sadece nesre

Akıl hükmediyor artık şiire

Gönül feryat eder şimdi  boş yere

Akmaz oldu gözden yaşı şairin

 

Yiğitler yurduma canlar adarmış

Avrasya Afrika onlara darmış

"Bir çift kundurayla bir fesi varmış"

Yemen'de kaleymiş Huş'u şairin

Van Gölü İncileri

YÂRİM

GAMZE NUR ÜNAL

Yıldızları bakışlarında tutan

ömrünü ömrüme koyan

her şeyi arkasında bırakan

bir yârim yoksa

doğan günü neyleyim?

 

Canı canıma feda

aşkından olan nâra

yangınımdayken yanımda hâlâ

bir yârim yoksa

onsuz günü neyleyim?

Bakmadan Geçme