Van Gölü İncileri

Van Gölü İncileri

YAŞAMAK BİR UMUTTUR

NURAN AKÇAP DEMİRHAN

Sonu belli olmayan bir yoldur hayat, önüne neyin ne zaman çıkacağını bilemezsin.Bazen bir şeyler alır götürür senden tutamazsın,bazende hayatın getirdiklerinden kaçmak istersin kaçamazsın.

İşte böyledir hayat bir türlü anlayamazsın,gerçek vardır acıyı tatmadan mutluluğu tadamazsın.İnsan dünyanın en çelişkili varlığıdır.Bir yandan umutsuz,bezgin düşüncelere sahipken, diğer yandan umutlu sevgi dolu düşünceleride beraberinde taşır.Hayatın en gerçeği anlamı hayırlısı olsun deriz,umutla yaşarız.Bilmektir aslında,çok sevebilmek,dürüst olabilmek,saygı duyabilmek, kıymet bilebilmek. Hep böyle umut ederek yaşarız.

Hayat bu işte bir bakarsın her şey bir anda son bulur.Hayat bu son dediğin an her şey yine can bulur.Kimse bilemez ne yaşadığını,senden başka kimse anlayamaz çektiğin acılarını,belki geceler boyu sessiz,sessiz ağladığını kim bilir acılarını ne şekilde gömersin yüreğine sırf sevdiklerin üzülmesin diye. Hayatta her zaman ikinci şansın olur onun adı yarındır.

Sen Allah'a güvenir sadece ona sığınırsın yürek yangınlarına sadece dua ederek sabır edersin.Belki mahcup olursun belki de mağlup yine de umudunu yitirmeden yaşamaya devam edersin.Hayallerin gerçeğe dönüşeceğini bin bir umutla beklersin.Her karanlık gecenin ardından sabahı umutla beklersin.Hayat seni hiç durmadan zorluklara çekiyorsa yine de umudunu yitirmeden yola devam edersin.Mahpus damlarında nice hayatlar vardır,eli kolu bağlı mahkûmlar zincire vurulmuş suçlular zindan köşelerindeki o umutlar... Hayat ne kadar acı olsa da acıyı unutturan sevdiklerin vardır.Sevgi her insana layıktır ama her insan sevgiye layık değil düşüncesi ile umutla beklersin.Yaşanan gün nasıl olursa olsun, beklenen gün her zaman güzeldir umuduyla yaşarsın.Çünkü yitirdiğin, kaybettiğin ne varsa onu yine umut içinde beklersin.Geçip gitmede ömür,umutlar hep yarın,yarın tükenen yine zaman.

Unutma ki herkesin gideceği yine kara toprak. Kırma,incitme, sev çünkü hayat çok kısa. Yazarın dediği gibi kapatma kitabın sayfasını umut belki de gelecek sayfadadır.Yüreğiniz umutlu,kalbiniz her daim sevgi ve şefkat dolu olsun…

Van Gölü İncileri

YUVALAR YIKILIYOR!

HAMİDE DONMUŞ

Yuvalar yıkılıyor anlamsız özgürlükler yüzünden

tutsak olumsuz hepimiz dünden

çıkmışız aslımız dan ve de özümüzden

bilmem ki, bu tefessüh neden

 

Gerçeğin yerini almış yalanlar

güzel ahlakın yerine geçmiş döner dolaplar

batıya özenmiş Müslüman kızlar

helal heba olmuş kalmış haramlar

 

Gerçeklerin yerini almış modernizm

doğruluğun  yerine geçmiş bin bir "izm"

değişen bu insanlar sizin ve bizim

kalmadı ihlas-ı ve tesiri sesimizin

 

Erkeklerin aklı kız tavlamak da

ne yazık ki, buna da delikanlılık denilmekte

beş vakit namaz yerine aşk mesajları yazılmakta

bir görseniz özgürlük adına ne canlar yakılmakta

 

Hem erkek hem kadınlar aldatılıyor

namuslu dururken napak alınıyor

çağdaşlık uğruna ahlak elden gidiyor

şu internet belası her an yayılıyor

demogoloji hastalığı hızla yayılıyor.

Van Gölü İncileri

ACININ GÖRELİLİĞİ

ABDULHAKİM ÇİFTCİ

Herkes kendi acısının en büyük olduğunu sanır ve ona göre hareket eder. Acısını kendisine göre hikayelendirir, bir nebze olsun teselli bulmaya ve kendini iyileştirmeye çalışır. Kimi insan bir kaç günlüğüne de olsa ayrılık acısı çeker çok etkilenir, kimi insan ise birinci derece yakınını ahirete uğurlar ama ayrılık acısı çeken kadar etkilenmez. Aslında ikincisinin acısı birincinin acısından kat kat daha fazladır ama bunu birde o acıyı çekene sorsan, elbette benim çektiğim acı daha çok. O yakınını kaybeden güçlü bir karaktere ve metanetli bir kişiliğe sahip, ben ise hassas bir kişiliğe sahibim der. Tabii ki acılar yarıştırılmaz ve kıyaslanmaz.

Benim çektiğim acının yanında senin çektiğin acı, anca devede kulak olur denmez, şuna bak! Kıytırık bir şey için kendini parçalıyor hiç denmez. Çünkü acı, esas itibariyle görecelidir ve her insanın yaratılış potansiyeline göre değişir. Herkeste aynı etkiyi bırakmaz ve mizacının kalıbına göre şekil alır. Bunu, anlaşılması zor olan gaz odası örneği ile açıklamak, meseleyi biraz daha anlaşılır kılmak adına faydalı olacaktır. Hiç sızıntı yapmayan küçük bir gaz odasına, gaz veya hava verildiği zaman içeriye giren gaz bütün odayı kaplar, sadece bir bölgede toplanmaz ve odanın içine hapsolur. Oda potansiyeline göre ne kadar gaz verilirse verilsin gazı alır eşit miktarda bütün odaya yayar ve basıncı ona göre etrafa baskı uygular.

Ama oda eğer büyük olursa küçük odaya verilen ve küçük odayı zorlayan gaz büyük odaya verilirse yine bütün odaya yayılır bir köşede birikmez, odayı zorlamaz, büyüklüğüne göre de gazını depolamaya devam eder. İşte her insanın kendi derdini en büyük görmesi tam da bunun gibi bir şey. Bazı insanların yükü ağır olur, imtihanı çetindir ve zor günler geçirir, hissettiği acı büyüktür bazı insanlar ise aşk acısı çeker ve  hissettiği acı diğerinden farklı değildir. Bu onların elinde olan bir şey değildir ve aynen de böyledir. Yani birinin çektiği acı değerinden çok veya az değildir sadece potansiyellere göre etki söz konusudur. Her insanın acısını en büyük görmesi acının göreceli olmasından mütevellittir. Önemli olan ve acıyı farklı kılan, acıya karşı gösterilen mücadele ve onu yorumlama becerisidir. Yani eğer kıyaslamak  gerekirse acıya karşı verilen mücadele ne kadar büyükse acı o kadar  değerli ve büyük olur. Çünkü her insanın derdi var tasası var. Hayatın bütün olumsuzluklarına rağmen çaba göstermek, her seferinde yeniden ayağa kalkmak insanı farklı kılar onu bir adım öne çıkarır. Zira dünya eksik bir yer, insan eksik bir varlık. Dertlerin rihle-i tedrisinden geçerek olgunlaşır insan. 

Modern tabirle insanı öldürmeyen acı onu güçlendirir.( Tabi bu çocukluk dönemi için geçersizdir çünkü çocukken çekilen ızdıraplar derin yaralar açar ve çocukluk sevinçlerinden mahrumluk insan olmayı güçleştirir.) Her imtihan insanı büyüten bir eşik, ona sunulan bir lütuftur. Her ne kadar kötü bir şey gibi görülse de. Acı ve hüzün insanı erginleştirir zekasını biler. İnsana düşen çaresizce derdine gömülmeme ve bütün cesaretiyle yaşama yeniden tutunabilme, hiç olmazsa bu uğurda çaba sarfetmedir.  Bu minvalde söylemek gerekirse “Yaşamı bırakan rezil, yaşama küsen sefil, yaşama direnen ise asıl olur.”

Van Gölü İncileri

SAHİPSİZ GÜL…

SAMLE ÇAĞLA

 “Şimdi nasıl anlatayım ki sana yaramı? Sözü neresinden tutup getireyim meclise? Nasıl arzuhâl edeyim bu kabuksuz yarayı? Kime anlatayım derin derdimi? Derdim derin… Ürkek ve korkağım evet... Cesaret dediğiniz şey kavga mı? Özgürlük dediğiniz şey başına buyrukluk mu? Dövmek, sadece elle kolla mı oluyor? Kelimeleriniz yok mu şöyle adam akıllı dönecek? Saygı, sadece anne-babaya mı gösterilir, elin kızı da hak etmiyor mu ekmek kırıntısı kadarını? Boğulmak sadece suyla mı olur?  İnsan bir cümleyle de boğulmaz mı? Gözler ağlamak içindi, yakan da sadece ateşti size göre... Sizin yanlışlarınız benim doğrularımın hepsini götürdü... Canınız cehenneme be, canınız cehenneme!”

Son günlerde nasıl da mutluydu oysa… Yıllardır okumalarının, son bir yıldır da Lia’yla yaptığı derslerin semeresini görüyor; yazdığı öyküler, denemeler dergilerde yayımlanıyor; gün geçtikçe yazın dünyasında adı duyuluyordu. İnce, nahiv kağıthelva tadında bir üslubu, cıncık kırığı bir dili vardı. Hayatını kuşatan onca olumsuzluğu, karanlığı, mutsuzluğu ancak yazarak unutuyor; ona, salondaki herhangi bir eşya kadar olsun değer vermeyen kocasının sevgisizliğini bile takmıyordu artık. Yeter ki yazsındı, yeter ki yazdıkları okunsun, bir duyarlı yüreğe dokunsundu. Sonra onlardan, “Narin Hanım sanki beni anlatıyorsunuz, bu ülkede bütün kadınların yazgısı aynı mıdır, o kadar etkilendim ki öykünüzden, iyi ki varsınız…” minvalinde dönütler aldıkça sevincinden kanatlanıyor; yaratmanın o büyülü gizli gücüyle kendini aşıyordu.

Kocasının duyarsızlıklarına eskisi kadar kızmıyor, kazandığı son kuruşu da evine harcıyor, adamın kendi parasından eve zırnık koklatmamasına da aldırmıyordu. “İnsanın içinden gelecek; her ay başı adamdan para isteyeceğine, yakma o doğalgazı, üşü, don o gelene kadar…Benim kaderim de buymuş demek ki… Büyük şehirde tutunmak, yalnız başına bir kadın olarak yaşamak kolay mı? Hem, haydi bu insanlık dışı adamdan ayrıldın diyelim; annen ömrünü çürütmez mi bir kocaya sahip olamadın diye, ağabeyin her akşam sarhoş kafayla gelip kemiklerini kırmaz mı sokağa çıktığın için… Ablan, ah o hercai melek, belki biraz o ilgilenir seninle ama o da nereye kadar, sonuçta eniştenin eline bakıyor… Çekeceksin bu zulmü Narin; sen, evet sen gökyüzünün yedi kat feleklerince lanetlenmiş bir kadınsın, belli ki bir kan davaları var seninle cinlerin, perilerin… Ya Lia? Vefasızın biri de o… Herkes iyi gün dostu… O duyarlı Lia Efendi bile başın azıcık belaya girse nasıl da kayboluyor, birdenbire resmileşiyor, araya kalın duvarlar örüyor duyarsızlık tuğlalarıyla. Tanrım, bu kadar kalleş erkeği yaratıp bir şekilde benim etrafıma dizmek için çok mu düşündün? Al birini vur ötekine…”

Gece boyunca bunları düşünürken kapı çalındı; kocası, yüzünden düşün bin parça bir vaziyette elindeki paketleri yere fırlatır gibi koydu. Narin daha hoş geldin bile diyemeden ağzından salyalar akıtarak saldırdı adam. Nazik teni, morluklar içinde kaldı genç kadının. “Suçumu söyle bari!” derken tüm kâinatın birlik olup kadına savaş açmasının olağan bir durum olduğunu kabullenir gibiydi. Adamın tokatları, yumrukları Narin’in yüzünde gözünde patladıkça birden çocukluğuna gitti. Babasının kucağında küçücük, şirin mi şirin bir kız çocuğuydu. Gözüne toz kaçmış yumuk elleriyle gözlerini ovuştururken, babası üzerine titriyor; beyaz bir tülbentle o tozu çıkarmaya çalışırken tüm hücreleriyle de acı çekiyordu adam. Nihayet gözüne kaçan nesneyi çıkarmıştı babası:

“Ah benim beyaz prensesim, acıyor mu hâlâ?” deyince Narin:

“Hıhı, acıyor ama öpersen geçer…” dedi. Babası kızını gözlerinden öptü ama acı geçmemiş; gözleri,üzerine gelen darbeleri kan kırmızı renkte görüyordu artık. Ali İsmail’in son sözlerini hatırladı, “Ölüyorum vurmayın artık…”

Van Gölü İncileri

SEN OLMAK

BERFİN IŞIK

Sen olmak, sessizce yaramı sarmak

seni sana bırakmak

sen olmak, gök maviliğinde seni aramak

görmeden seni sormak

sen olmak, vapur dalgasında savrularak

özgürlüğe koşmak seni görmek,

sen olmak, bir kereliğine sen olmak

anlamak, seni anlamak

 

Sen olmak kavrulmuş sıcağın ortasında

trafik lambalarında su satan çocuğun

yüreğindeki umut kadar seni aramak

bir dilencinin kucağında habersiz uyuyan

bebeğin meleklere olan gülüşü kadar

nurdan, aktan sen olmak

kış vakti sobanın üzerinde kızaran

kestane kokusunda bile seni anmak

sen olmak, bir kereliğine sen olmak

anlamak, seni anlamak

 

Sen olmak, yurdu yıkılmış, kuru ekmek

yalın ayak gezen Mihriban'ın yurt hasreti

sen olmak, yaşlı bir adamın delik kalburla

toprağa gömülü sevdiğine güneş toplamak

sen olmak, sadece sen olmak

sen olmak Yakup, Dilan aşkı gibi ölümsüz olmak

sen olmak çaresizce toprakta huzura bulmak

ve sen olmak sadece bir kereliğine

sen olmak anlamak seni anlamak......

Van Gölü İncileri

GEL

ŞERİFE YEŞİL

Gel biraz, yaklaş bana

gör içimdeki bilinmezliği

herkesten sakladığım bir çınar gibi

büyüyor göğe doğru dallarım

 

Al iplerini gel

kur gölgeme salıncağını

sallan çocuklar gibi

aç kollarını

dökülen yapraklarımı topla

izle sonbaharı.

Van Gölü İncileri

ŞEHİRDEN KÖYE

SÜMEYYE TACİR

Poyraz ailesiyle Bursa’da yaşayan genç bir öğretmendi. Bir gün Poyraz’ın tayini çıkar ve Van’da bir köye gitmek zorunda kalır. Ailesinden ayrı uzak biryere gideceği için çok üzülür.Gitmek zorundadır çünkü ailesinin imkanları gün geçtikçe kötüleşir, akrabalarına borçlanmak zorunda kalır. Pazar günü valizini toplayıp ailesi ile vedalaşıp Van’a gitmek için yola çıkar.Giderken tek düşüncesi ailesidir, onlar maddi açıdan zorlandıkları için Poyraz’ın aklında aldığı paranın yarısını onlara göndermek vardır.

Van’a ulaşan Poyraz’ı köyün muhtarı Ali karışalar. Ali kırk yaşlarında saçına ak düşmeye başlamış köyün her işi ile ilgilenen biridir. Poyraz’ı köye kalacağı yere götürür ve yerleşmesine yardım eder ihtiyaçlarını giderir. Poyraz muhtar Ali’nin sıcak karışlamasını beğenir ve kısa sürede buraya alışmaya başlar. Günler geçer ve artık okul zamanı gelmiştir. Sabah kalkıp erkenden özenle hazırlanmaya başlar. Kapı çalar saat sabah saatleri olduğu için şaşırır kapıyı açar gelen Ali’dir:

Hoş geldin Ali amca bir sorun mu var?

Hoş buldum oğlum.Ömer’i getirdim sana, bugün yardım edecek köyü gezdirecek, okulunun yolunu gösterecek.

Ömer genç uzun boylu siyah saçlı yakışıklı bir beyefendiydi.

Sağ ol Ali amca, ben çantamı alıp geleyim hemen müsaadenizle.

Tamam oğlum.

Poyraz çantasını alır, muhtar ve Ali’nin yanına gelir.Muhtarın işi olduğu için erkenden gider. Ömer köyü gezdirir. Poyraz ile iyi anlaşan Ömer onu akşam misafir etmek ve ailesiyle tanıştırmak ister. Ailesi ve bütün köy yeni gelen öğretmeni merak ediyorlardır. Poyraz bu teklifi kabul eder ve akşam için sözleşirler. Okula girdiğinde öğrenciler Poyraz’ı güzel bir şekilde karşılar,derslere başlarlar öğrencilerini çok sever ilk günden öğretmenleri değil abileri gibi olur.Okuldan çıktıktan sonra köyde olan küçük bir fırına gider ekmek alacağı sırada Ömer’i  ve yanında onun yaşıtı olduğunu düşündüğü bir kızla konuşurken görür.Konuşmalarını bölmek istemez, beklemeyi düşünür ama tam o sırada bağırarak gelen adam Ömer’in üstüne doğru gittiğini görünce yanlarına yaklaşır:

Ben sana kızımın yanına yaklaşmayacaksın demedim mi?

Ömer’in yakasına yapışır Poyraz Ömer’i çekerek adamdan kurtarır

Ne yapıyorsunuz beyefendi kendinizden yaşça küçük olan bu çocuğa nasıl böyle davranabiliyorsunuz

O çocuğu çok kez uyardım ama anlamadı. Hem sen kim oluyorsunda benimle böyle konuşabiliyorsun

O sırada oradan geçen muhtar olayı görür ve yanlarına gelerek

Mahmut ağa neler oluyor?

-Neler mi oluyor?Bu adam benden hesap soruyor, çocuğun boğazına nasıl yapışırmışım diye, kim oluyorda benden hesap sorabiliyor?

-Mahmut ağa kusura bakma.Poyraz köye yeni geldi, burada öğretmenlik yapıyor.Sizi bilmez etmez o yüzdendir bu tavrı.

Muhtar,Mahmut ağayı sakinleştirir ve öğretmende konuşur o adamla muhatap olmamasını söyler. Sonrasında Ömer onu evinde misafir etmek için evine götürür. Poyraz bir koltuğa oturur ve adamın kim olduğunu çok merak ettiği, muhtardan istediği cevapları almadığı için Ömer’e sormak ister

Ömer o adam kimdi neden sana bu kadar kızdı?

-Poyraz abi, o Mahmut ağa bu köyde onun sözü geçer. Muhtarda ondan korkar köyün ağasıdır. Ben onun kızıyla konuşuyordum bu yüzden çok kızdı.

-Ne varki konuşmanda neden bu kadar sorun etti?

-Kızının adı Gizem.ben Gizem’i uzun zamandır seviyorum, çocukken benle oyunlar oynardı, tek arkadaşım oydu, köydeki çocuklar beni çok dışlarlardı ama o beni çok severdi.Büyüdükçe onu sevdiğimi fark ettim, bunu ona söyledim, oda beni sevdiğini söyledi  ve aslında o benim çocukluk aşkımdı.Birbirimizi çok seviyoruz ama babası istemiyor.Mahmut ağanın çok arsası var zengin bir adam kendini hepimizden üstün görür.

-Babasına ne zaman söylendiniz bu durumu?

-Geçen aylarda söyledik, yaşımız geldi evlenebilirdik.Mahmut ağanın karşısına geçtim, uzun zamandır böyle birşey olduğunu söyledim ama bana çok kızdı ve bir daha kızımın yanına yaklaşma, sen ona layık değilsin, bir çobansın bizim ise arsalarımız var dedi o zamandır çok konuşamıyoruz.

Poyraz öğretmene bu aşk tanıdık gelmişti sevdiği kadın Ayşegülde onun çocukluk aşkıydı ama babası onu başkasıyla evlendirmek istemişti oysaki Ayşegül’ü çok seviyordu ve Ayşegül’de onu çok seviyordu ama babası istemiyordu.Sonrasında Ayşegül’ü bir doktorla evlendirmişti.Ayşegül’ü unuttuğunu düşünüyordu ama Ömer’in anlattıklarından sonra acısını uzun zamandır bastırdığını fark etti, birlikte onca yıl hayal kurduğu kadın bir başkasıyla evlenmek zorunda kalmıştı.O gün Ömer ile dertleştiler,Ömer’in annesi Fatma, babası Yılmaz ile tanıştı.Poyraz’ı çok sevdiler o günden sonra oğlu gibi görmeye başladılar.Poyraz eve gitmek için oradan ayrıldı.Yolda giderken ağlayan bir kız gördü, kızın yanında gittiğinde onun Mahmut ağanın kızı olduğunu fark etti, ne olduğunu sordu, babasının Ömer ile görüşmesine çok kızdığını onu başkasıyla evlendireceğini anlattı. Bu durumu öğrenen Poyraz onu teselli etti. Bu işin bir çaresine bakacağını söyledi. Gizem’e evine kadar eşlik edip evine döndü. Sabah olduğunda Ömer’in evine gider kapıyı annesi Fatma açar.

Fatma abla Ömer evde mi?

-Yok oğlum erkenden koyunları otlatmaya çıkarttı, neden sordun?

-Bir şey konuşacaktım Fatma abla, nerde bulabilirim onu?

-Meydanın ilerisinde yeşillik arazi var oraya götürüyor koyunları.

-Tamam Fatma abla sağ ol

Poyraz dediği yere gider, Ömer’i otururken görür yanına gider ve durumu anlatır.Ömer onu kaçırmak istediğini söyler. Poyraz bunun yanlış olduğunu anlatır. Sohbetleri iş makinalarının geçmesi ile bozulur ne olduğunu anlamayan Ömer ve Poyraz izlemeye devam eder ve köyde bir kargaşa yaşandığını görür. Ömer köydeki her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilen Zekiye nineye sorar. Ninenin verdiği cevap karşısında şaşırırlar. Paşacık arazisinde altın çıkartmak için gelmişler. Poyraz hala bu kargaşanın neden olduğunu anlamayıp kendisi sormuş.

Abla altın çıkaracaklarsa neden bu kadar kargaşa var?

-Oğlum bu işte çok para var ve bütün köylüler bu işe girmeye çalışıyor Mahmut ağada acıma duygusu olmadığından hiç birini aldırmıyor.

-Bu işle Mahmut ağanın ne ilgisi var ki?

-Orası onun arazisi, oraya ev yaptırmak istemiş, sonrasında altınlarla karşılaşmış, bir şirketle ortak olmuşlar.Mahmut ağa istese hepsini işe aldırır ama aldırmıyor.

Mahmut ağadan daha fazla nefret etmeye başlayan Poyraz kendi kendine düşünmeye başlar. O sırada Ömer’in aklına Gizem’i kaçırma fikri gelmiştir, malum Mahmut ağa bu kadar yoğunken o arada sevdiği kızı kaçırabilirdi.Akşam olduğunda bunu Gizem ile konuşur ve anlaşırlar. Gece yarısı kaçmaya çantasını hazırlayan Gizem Ömer’i beklemeye başlar. Ömer geldiğinde aşağıya iner.

Nereye gideceğiz Ömer?

-Ben bunu hiç düşünmemiştim Gizem.

-Yakalanırsak babam beni evlendirir.

-Poyraz öğretmenin evine gidelim.

Der ve sonrasında yola koyulurlar vardıklarında zile basmaya başlarlar Poyraz bu saatte kim zili çalar diye düşünür ve sonrasında camdan bakarak onun Ömer olduğunu anlar. Ömer durumu anlatır ve Poyraz kızın babası tarafından başkasıyla evlendirilmesine göz yumamaz ve kalmalarına izin verir. Sabah olduğunda bir bağırtı ile uyanan Poyraz kapıya çıkar ve karşılaştığı manzara karşısında şok geçirir Mahmut ağa iş makinelerin üstünde Ömerlerin evine doğru ilerliyordur.Ömer’i uyandırmak aklından bile geçmez, üstüne ceketini alır ve koşarak evin önüne gider.O sırada ağa, kızım nerde, burada olduğunu biliyorum diye bağırıyordur.Poyraz olaya müdahale etmek ister ama göze batarsa Gizem ve Ömer’in onun evinde olduğunu düşünebilirler, şüphe çekmek istemez ve uzaktan izlemeye karar verir.Duydukları karşısında şaşırmıştır:

-  Eğerki kızımı şimdi vermezseniz kızınızı kendi oğluma alırım. Dişe diş mantığı gibiydi kıza kız böyle bir şeyolabilir mıydı. Kızı Ömer ile evlenmek istiyorken vermek istemeyen ağaydı. Kızı kendisi kaçtı, birbirlerini seviyorlardı ve bunu ağaya söylemek istediği sırada Ömer’i gördü, durumu anlatacağı sırada ağa Ömer’i görüp yakasına yapıştı, bu sırada bütün köy oraya toplandı.Ömer ile Mahmutağayı ayırdılar. Poyraz atılarak konuşup halletmeleri gerektiğini söyledi. Ağa bu duruma çok sinirlendi o sırada orda olan muhtar ağayla konuştu ve kabul etmesini sağladı, sonrasında Ömer ve ağa eve geçtiler.Poyraz ise eve geri döndü. Konuşma kötü geçmiş olacak ki Ömer sinirli bir şekilde geri döner konuşulanları Poyraz’a anlatır hava epey kararmıştır ve uyumuşlardır. Sabah tüfek gürültüsü ile uyanan Poyraz bu sefer Ömer’e haber verir ve kapıya çıkarlar.Karşısında gördükleri kişi Ahmet’tir.Ahmet Ömer’in kardeşi Elif’in nişanlısıdır. Ömer koşarak Ahmet’in yanına gider ve kardeşinin evde olmadığını ağanın kaçırmış olabileceğini söyler, Ağanın kapısına dayanırlar. Kardeşinin nerde olduğunu sorar Ömer ama ağa sırıtmaya başlar ve söylemez bunun üzerine sinirlenen Ahmet, ağayı bacağından vurur. Köy halkı ağanın yardımına koşar onu hastaneye götürürler. Bu durumu duyan Gizem babasını görmek için hastaneye gider. Babası onu Ömer’e vermediği için ve Elif’i kaçırdığı için çok pişman olduğunu söyler, Ömer’i damadı olarak kabul eder ve Ömer’in ailesinden ve Ömer’den özür diler.

Bir ay sonra…Ömer ile gizem artık evlenmişlerdir. Poyraz’ın artık köydeki görevi bitmiştir ve ailesinin yanına döneceği için herkesle vedalaşmıştır. Herkes yaşananlardan bir ders çıkartmıştır ağa artık eskisinden daha iyi bir insan olmuştur zengin olduğu için kimseyi aşağılamamıştır aksine bütün köylülere yardım edip hepsini arazide işe almıştır. Poyraz sevdiği insana asla kavuşamamıştır çünkü o başkasıyla zorla evlendirilmiştir ve artık poyraz evine ailesinin yanına dönmek için yola çıkmıştır.

Bakmadan Geçme