Tuz...

                                                        
Çocuklarının sahip olduklarına önem vermeyişlerinden yakınıyordu genç anne:
"Hiçbir şeyin kıymetini bilmiyorlar. Ne yediklerinin, ne içtiklerinin, ne de giydiklerinin. Oysa bütün bunlar için ne kadar çok çalışıp didiniyoruz. "
Güngörmüş komşusu saygıyla ve dikkatle dinledi onu:
"Haklısınız. Geçen gün torunumun okuluna gittim. Öğretmeniyle görüşeceğim. Bekleme bölümünde iki işaret parmağımın uzunluğunda bir sürü kalemin küçük bir kutu içinde biriktirildiğini gördüm. Bu duruma hem sevindim, hem de üzüldüm. Sevindim, en azından kalemler çöpe atılmamış, ihtiyacı olan çocuklar için bir arada tutulmuş. Üzüldüm,  henüz yazılacak boyutta olan kalemleri atan çocuklarımıza ailelerince tutumlu olma bilinci verilmemiş. Oysa bizler ne çekmiştik çocukluk yıllarımızda eksik ve zor alınan defterler ile kalemler için. Şimdiki çocuklar sahip olduklarına değer vermiyorlar." Dedi. Sonrada tecrübelerine dayanarak:
"Çocuklarıma ve torunlarıma tuz masalını anlattım hep. Sanırım zamanı geldiğinde o masalın işaretinin ne olduğunu anladılar." Diye devam etti. Bir süre duraksadı ardından da:
"İstersen sana da anlatayım." Manasıyla genç kadının gözlerinin içine baktı.
Genç kadın bu fırsatı kaçırmadı:
"Bende öğrenmek isterim o masalı." Dedi.
Güngörmüş komşu başladı anlatmaya:
"Evvel zaman içinde bir kral ve üç kızı yaşarmış. Üç kral üç kızını da birbirlerinden ayrıt etmeksizin severmiş. Yaşlanınca üç kızını huzura çağırmış onlara:
'Beni ne kadar çok seviyorsunuz?' Diye tek tek sormuş.
Büyük kız:
'Dünyadaki akarsular, göller, denizler ve ormanlar kadar, gökyüzündeki yıldızlar kadar seni çok seviyorum babacığım.'
Ortanca kız:
"Yeryüzündeki bütün hazineler kadar, elmaslar, yakutlar, altınlar kadar seviyorum canım babacığım."
Küçük kız:
'Seni tuz kadar seviyorum güzel babacığım.'Demişler.
Küçük kızın tuz seçeneği kralı şaşırtmış ve öfkelendirmiş. Hemen emir vermiş etrafındakilere:
'Tez olun, alıp götürün bu kızı en uzak ülkelerden birine gözüm görmesin.'
Alıp götürmüşler küçük uzak diyarlardan bir ülkeye.
Gel zaman geç zaman derken yirmi yıl sonra kralın ülkesinde yağmayan yağmurlar toprağı susuz, ekili arazileri çatar patar etmiş. Hayvanlar telef olmuş, açlık ve yokluk dönemi başlamış. Kral artık çaresiz, bitkin halkı da kıtlık içinde inlermiş.
Günün birinde rüzgârdan kanatlı atıyla bir elçi kralın huzuruna çıkmış:
'Yardım almazsanız insanlarınız açlıktan ve susuzluktan telef olacak. En uzak ülkenin genç kralı tahta çıkmış. Ve genç mi genç güzel mi güzel bir kızla evlenip onu kraliçesi yapmış. Derler ki bu kraliçe çok cömertmiş. Kim ki kapısını çalıp yardım dilense kralına bakmadan o insanlara yardım edermiş. Siz kralımız da o kraliçenin ülkesine bir ziyaret yaparak pekâlâ yardım talebinde bulunabilir.' Diye öneri de bulunmuş.
Bu durum yaşlı kralı sevindirmiş ve en kısa sürede kraliçenin ülkesini ziyaret etmiş.
Güzeller güzeli, iyi yürekli kraliçe büyük bir konukseverlik göstermiş krala ve onuruna bir yemek düzenlemiş.
Yemek masasında tek bir eksiklik varmış o da kuş sütüymüş.
Yemek faslı başlamış. Kral ve mahiyetindekiler yemeklerini yemeye başlamışlar. Bir kaşık bir kaşık daha derken yüzleri asımlı ve kral dayanamayarak kraliçeye sormuş:
'Ey güzeller güzeli kraliçe hazretleri. Bu ihtişamlı dünya nimetleri için sana teşekkür ediyoruz. Ancak bir eksiklik var yemeklerde onu söylemek isterim.' Demiş.
Kraliçe anlamlı bir bakış fırlatmış krala:
'Saray mutfağında en has ustalarla pişirildi yemekler. O eksiklik ne? Ben fark edemedim.' Demiş.
'Tuz!' Demiş kral… Yemeklerde zerre kadar tuz yok.'
Kraliçe olduğu yerden ayağa kalkmış, yaşlı adamın yanına gelerek gözlerini onun gözlerine dikmiş.
'Bana dikkatli bakar mısınız ?' Demiş. Sonrada kral ile uzun uzun birbirlerine bakmışlar. Kraliçe:
'Ben sizin küçük kızınızım baba. Sizi tuz kadar sevdiğimi söyleyince uzak diyarlara gönderdiğiniz kızınız. Bana iyi dikkatlice bakarsanız tanıyacaksınızdır' Demiş.
Ve baba kız birbirlerine sarılıp kendilerini seyredenlerin meraklı bakışlarına aldırmadan hıçkıra hıçkıra ağlamışlar.
Kral anlamış ki yeryüzünde her şeyin kendi başına bir önemi var. Doğada en çok bulunan madde tuz olsa bile."
Güngörmüş kadın masalı bitince susmuş.
Onu dinleyen genç kadın da masalın anlattığı ana fikri beynine ve yüreğine kazımış.
Kazımış ki değersizlik yanılgısına düşenlere bu masalı bir de kendisi anlatsın.
Zaman içinde çocuklarına anlattığı tuz masalının bin nasihat yerine geçtiğini fark etmiş.
Hayatta her şeyin mutlaka bir önemi olduğunu içeren o masal dilden dile dolaşmış.
Sadece tuz muydu önemsenecek olan.
Elbette değil…
Hayatta var olan her şeyin ama her şeyin etkisi ve gücü ne olursa olsun önemsenmeliydi.
Tıpkı bugün insanlığın fellik fellik aradığı muhteşem barış olgusu gibi.

 

Bakmadan Geçme