SeNi BeNi, bEnİ sEnİ!

Ne seni benden ayırmak istiyorum, ne ben senden ayrılmak. Ne beni sen döv, ne seni ben söveyim. Ne sen benimle küs, ne de ben seninle. Ne ben kızayım zekam körelsin, ne sen öfkelen performansın düşsün.

Seni, beni, bizi, hepimizi kucaklayalım. Sonra, durum değerlendirmesi yaparız. Sevgimiz baki kalsın, saygıyı konuşmaya gerek yok zaten. Ben derim ki; “Kendi bilir gönlünün kralını, kendi seçer yüreğinin sultanını.” Saygın olmak, hak etmektir. Sevgi öyle değil ki. Aldığımız zehire, soluduğumuz havaya, içtiğimiz suya, gökyüzüne, yağmura, kara, barışa, savaşa, özgürlüğe, adalete, hakka, hukuka, insan olmaya, ölüme, hastalığa, kana, süte, geçmişe, geleceğe, yaşadığımız dünyaya, doğasına ve bu ülkenin her santimine ortağız biz. Sevdamız aynı, sevgimiz nefret olamaz. Olursa eğer, su hasta, hava sisli ve gökyüzü zehir saçar. Cenazelerimizi kaldıracak kimse olmaz Kİ, acılarımıza ortak olsun.

Rahmetli İlhan Berk “Üç kez, seni seviyorum diye uyandım. …… Bir bulut başını almış gidiyordu görüyordum.” diyerek, devam etmiş ve eklemiş “Sana içimi döksem, beraber toplar mıyız?” ile şiirlerindeki, doğa, insan ve ülke sevgisini öylesine güzel anlatmış Kİ.

Doğadaki bilimsel konuları, bizlerin bilmesi elbette zordur. Doğayı bilmek zor DEĞİL artık. Okuyan, dinleyen, izleyen ve anlayan insanlar İçin. 1999 yılında, Boğaziçi Üniversitesi’nde katıldığım “Deprem ve Yangın” konulu seminerden sonra, yaklaşık 15 yıl okullarda öğrencilerimize ve il genelinde öğretmenlerimiz ile okul yöneticilerine kurslar verdiğim için, bu konularda çokta yetersiz veya kulaktan duyma bir eğitimci (öğretmen) değilim.

Yer altı ve yer üstü hareketleri vardır. Buzulların erimesi sonucunda doğada kıvılcımların oluşması, sıcaklık ve nem oranı gibi ani iklim değişiklikleri, gen kaynaklarının tahribatı sonucunda; yeryüzünde bulaşıcı hastalıklar, yangınlar, seller, heyelanlar, enerji patlamaları (deprem ve sarsıntı) ile birlikte çok büyük hasarlar, kayıplar, üzüntüler yaşanabilir ve yaşanmaktadır. İşin en tehlikeli boyutu, yangınlar ile ilgili sabotaj söylentileridir ki. Bu konu tamamen profesyonellerin ve devletin görevidir.

Belirttiğim tüm konularla ilgili olarak tedbirleri almak, devletlerin yani devletimizin görevidir. Büyük, büyük olduğu kadar heybetli, iştah kabartıcı, düşman yaratıcı, dünya güzeli bir ülkemiz olduğunu hepimiz biliyoruz. Afatlarla ilgili kurumlarımızın hepsinin, mevcut olduğunu da biliyoruz. Ancak ne hikmetse, onlarca yıldır bu ülkede tartışılan, tartışıldıkça kavgaya, kargaşaya dönüşen ve bilgi kirliliği ile ilgili gerginlik yaratan gerçekler vardır. Yani kurumlar var, yetkilisi, etkilisi ve elemanı var. Ya ekipman yoktur, ya ekipmanı kullanacaklar eksiktir, ya müdahalede gecikiliyor veya veya bilmiyorum artık ne oluyorsa.

Özellikle yaşadığımız her afette, ilgili bakanın en hızlı sürede 84 milyonu ve dünyayı eksiksiz bilgilendirmesi gerekir. Belirlenen bölgelere çoğu zamanında ulaşılamıyor. Yereldeki mülki amirler ile belediyeler sıkıntılar yaşıyor ve ortamlar kaos ile birlikte kavgalara, sataşmalara sahne oluyor.

Devlette; örgütlenme, takip, kontrol, koordinasyon, toplumsal seferberlik, planlama ve görev başındakilere motivasyon (sevgi, değer, iaşe güven) sağlamak vardır. Bunların bir tanesini eksik yaparsanız, zincirin bir halkasının kopması gibi, zinciri çekici ve güçlü olmaktan çıkarır. Stratejik planlar kağıt üzerinde yapılıyor ise, zincirin halkaları birbirinden ayrıdır demektir. Planlamada; en üst makamdan, en ast çalışana kadar görevleri bellidir. Önceden eğitilir ve uygulamalı etkenler yapılır. (?) Olayın olduğu andan itibaren, tüm görevliler ne yapacaklarını bilir, en kısa sürede görev başında olurlar. Amir ve amirler sevk ve idareyi sağlayarak, hiç bir mazeret üretmeden görevlerini eksiksiz yapmak zorundadırlar. Kanunlar, yönetmelikler, yönergeler ve genelgeler çok açık ve nettir. Nedense, hep kağıtlarda netiz. Örnek almamız gereken başarılı ülkeler ile uzun soluklu acil eylem planlarını, seferberlik ve örgütlenme basamaklarını çok kaliteli yapacak uzmanlar vardır. Teklif edilir ve yetki verilirse, bu ülke çok adam gibi adamlar ve işinin ehli yiğitler yetiştirmiştir.

Isınma, sürtünme, kıvılcım (sabotaj olmamasını temenni ediyorum) ile yangınların çıktığını, iklimsel sebepler, ormanların tahrip edilmesi, ağaçların kesilmesi ile heyelan ve toprak kaymalarının olduğunu, Cilo (Hakkari) Dağları’ndaki buzulların uzunluğunun 2,5 kilometreden 900 metreye düştüğünü ve farklı bölgelerde bunun gibi onlarca yer üstü hareketinin olacağını, sellerin kaçınılmaz olduğunu, virüsten dolayı çocukların ve gençlerin uzun süreçli kapalı ve hareketsiz ortamlarda kalarak, özellikle ruhsal sorunlarının biriktiği ve hiç birinin telafi edilmeyeceğini biliyoruz, biliyorduk. Bölgenin en büyük sorunlarından birinin, mülteciler olduğunu da biliyoruz.

Hani “içimi dökeyim” demiş ya şairimiz .

İşte şimdi tam zamanıdır, sevmenin ve sarılmanın. Seller, heyelanlar, yangınlar, mülteciler, pahalılık ve bir neslin eğitim sorunu var iken; ayrıştırmadan, saygı duymasak bile, sevgiyle, dayanışma ile hep birlik yaralarımızı sarmanın zamanı DEĞİL midir? Beyaz yapraklar açsak ve siyah sayfalardakileri sonradan sorgulasak, yargılasak veya hesap sorsak. Yönetenler, sen, ben ve biz “beraber toplasak.” içimizden dökülenleri.

 

 

Bakmadan Geçme