NATO zirvesi sonrası…

Neredeyse iki aydır Türkiye, yarın gerçekleşecek olan NATO liderler zirvesi sonrasında yapılacak Erdoğan-Biden görüşmesini konuşuyor.

Bu ilginin nedeni, Erdoğan başta olmak üzere diğer iktidar yetkililerinin 14 Haziran sonrasında Türkiye-ABD ilişkilerinde “yeni bir sayfa açılabileceğine” dair dillendirdikleri açıklamalarıdır.

Hatırlanacağı üzere Erdoğan, Biden’ın24 Nisan’da Ermeni soykırımı iddialarına yer verdiği açıklamasının yol açtığı tepkileri, ‘Bu konuyu Nato zirvesindeki görüşmede ele alacağız’ diyerek topu taca atmış ve Biden ile yapılacak görüşme konusunda ise farklı beklentilere yol açmıştı.

Öte yandan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar; S-400’ler ve NATO konusunda defalarca yaptıkları açıklamalarla İktidarın, ABD ile ilişkileri düzeltmek-güçlendirmek niyetini tekrar tekrar ortaya koydular.

ABD’nin düşman kimliği

1990 yılındaki Birinci Körfez Savaşı’ndan başlayarak Türkiye’yi ilgilendiren bütün önemli gelişmelerde, Türkiye ve ABD’nin karşı karşıya gelmiş oldukları bir gerçektir.

Zamanın Genel Kurmay Başkanı Necip Torumtay’ın istifası, Orgeneral Eşref Bitlis’in katledilmesi, Muavenet zırhlısının vurulması, 1995 yılında 10 bin CIA peşmergesinin bölgeden kaçmasına yol açan Çelik Harekâtı ile gerginleşen Türk-ABD ilişkileri, vb. benzer gelişmeler sonraki yıllarda da giderek şiddetlendi ve iki ülkenin askeri olarak karşı karşıya gelme noktasına kadar vardı.

Bu süreç nesneldir. Bölge hakimiyetini devam ettirmek için her yola başvuran emperyalist ABD’nin çıkarları ile devlet egemenliğini ve toprak bütünlüğünü korumak isteyen Türkiye’nin çıkarlarının çatışması olayıdır.

Onun içindir ki bu çatışma, ABD tarafından işbaşına getirilen ve BOP Eşbaşkanı olduğunu kameralar önünde defalarca açıklayan AKP iktidarı döneminde de, 10 yıllık bir nispi “sükûnet” döneminin ardından yeniden alevlenmiştir.

Geldiğimiz aşamada üzerinde düşünülmesi gereken sorular şunlardır: Özellikle son yıllarda ABD’nin FETÖ ve PKK aracılığıyla Türkiye’yi ve işbaşındaki iktidarı hedef alan saldırıları ortada iken, AKP, neden hala ABD ile “yeni bir sayfa açmada” bu kadar istekli ve ısrarlı davranmaktadır?

Ve ikinci soru: ABD ile yeni bir sayfa açmak mümkün müdür?

AKP’nin “yeni sayfa” sı

İktidarın “ilişkilerde yeni bir sayfa açma” arzusunu, birinci olarak arkada kalan yıllarda, ABD başta Batı ile olan yakın ilişkilerinin sonucunda ortaya çıkmış ve “yumuşak karın” olarak nitelenebilecek zaaflarla açıklamak gerekir.

1990’lı yılların ortalarından başlayarak kurulan ilişkilerin, 2002’de iktidar olma sürecinde yaşananların, alınan desteklerin, BOP eşbaşkanlığı döneminde birlikte kotarılan işlerin, ABD’nin bilgisi dahilinde olan yasadışı mali ilişkilerin ve “Büyük Müttefik”e “memuriyet” düzeyinde bağlı kişilerin iktidar partisi içindeki hatırı sayılır ağırlıkları; bütün bunlar aynı zamanda çeşitli konularda çatışma zorunda kalmasına rağmen AKP’nin, kendini neden ABD’ye mecbur ve mahkum hissettiğinin açıklaması olarak alınabilir.

İkinci açıklama, AKP’nin ideolojik yapılanmasından kaynaklanan, ABD ve Rusya’yı birbirine karşı kullanabileceğini zanneden“siyasi aklı”dır. Dünyanın yaşadığı büyük değişimi görmeyen, kuvvet dengelerindeki alt üst oluşun yarattığı kimi olanakları, kendi siyasi manevralarının sonucu olarak gören ve bulutlar üzerinde, hayaller aleminde dolanan dış politika yapıcılarının, kendilerine olağanüstü yetenek ve güç vehmetmesi gibi bir durumla karşı karşıyayız. Bu “akıl”; ABD ile “yeni bir sayfa” açıp, NATO’nun daha da güçlendirilmesinde roller üstlenirken, diğer yandan Rusya, Çin, İran gibi güçleri de idare edebileceğini sanmaktadır.

Üçüncü olarak Sedat Peker’in ifşaatlarının ortaya koyduğu gerçek, iktidarın dibine kadar mafya ile ilişkiler bataklığına battığıdır. Sedat Peker’in  “Erdoğan ile helalleşmeyi” Biden ile yapacağı görüşmenin sonuna ertelemesi bile, en azından ABD’nin Brüksel buluşmasından bir şeyler beklediğinin başlı başına yeterli bir kanıtıdır.

Türkiye’nin mecburiyetlerini anlamak

Peki, ABD ile“yeni bir sayfa açmak” mümkün müdür? Türkiye NATO’yu daha da güçlendirmek, ABD ile “stratejik işbirliğini” derinleştirmek, var olan sorunları deyim yerindeyse buzdolabına kaldırarak başka alanlarda ilişkileri geliştirebilir mi?

Yani ABD, Suriye’nin doğusunda ve Kuzey Irak’ta PKK ile yaptığı işbirliğini durdurabilir ve “ikinci İsrail”in kurulması hedefinden vazgeçebilir mi?

Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin Mavi Vatanı üzerindeki haklarını tanır mı?

Kıbrıs ve Ege’de Yunan tezlerinin arkasında durmaktan vazgeçer mi?

Türkiye’nin Rusya ve Çin ile olan “iyiilişkilerini” sineye çeker mi? Vb. vb. Sorular çoğaltılabilir?

Güç dengelerinin değiştiği, bir bütün olarak Asya ile ABD’nin karşı karşıya geldiği koşullarda sorular şu şekilde de sorulabilir:

Dünya ekonomisinin ağırlık merkezinin Asya’ya kaydığı, ABD’nin Rusya ve Çin ile askeri bakımdan karşı karşıya geldiği koşullarda Türkiye, ABD ile “yeni bir sayfa” açarak, söz konusu ülkeler başta olmak üzere Asya’yı karşısına alabilir mi?

Türkiye, ABD ile ilişkileri düzeltmek adına Rusya, İran ve Suriye ile askeri olarak karşı karşıya gelme anlamına gelebilecek bir adımı atabilir mi?

Kriz içindeki Türkiye ekonomisi, en büyük dış ticaret ortakları ile arasının bozulmasının getireceği yeni yüklerin altından kalkabilir mi? Vd.

İşte bunu değil AKP, Türkiye’ye yöneten kim olursa olsun yapamaz. Türkiye’nin 30 yıllık Asya’ya yönelim süreci, ekonomik, siyasi, kültürel ve askeri“mecburiyetlerinin” sonucudur.

Bu “mecburiyeti” anlamayan ve gereğini yapmayanların Türkiye’yi yönetemeyeceğini de, önümüzdeki süreçte hep birlikte yaşayacağız ve göreceğiz.

 

Bakmadan Geçme