Mektup

Yunus Türkoğlu yazdı...

1970’lerden yaşadığımız döneme kadar çok hızlı bir değişim oldu, oluyor. Birçok adet, nesne ve davranışlar çok kısa sürede kaybolup tarihin tozlu sayfalarına gömülüp gidiyor. Otuz, kırk sene evvel yaptığımız adetlerin çoğunu bırakmak zorunda kaldık! Birçok meslek kayboldu, birçok gelenek unutuldu. İşte bunlardan mektup(name) ve tebrik kartı gönderme kültürü de kaybolup gitti…

Mektup yazmak, mektup beklemek, mektubum ulaştı mı, ulaşmadı mı diye endişeye kapılmak vardı. Heyecanla postacı beklemek vardı.

1979 yılıydı, mahalledeki arkadaşlardan "Üniversiteye giriş sınav sonuç belgeleri" dağıtılmaya başlandı diye haber almıştık. Bizim daha ilk yılımız, postacı geldi-gelecek diye heyecanla bekliyorduk. Oturma odasının penceresi sokağın köşeye bakardı. Günlerce pencerenin önünde oturup sokağın köşeyi gözledim durdum. “Gözlerim kapıda, kulağım seste/Bir gelebilsen, ah bir gelebilsen!” diye bekledim durdum!

Sevdiği insanlardan gelen mektubu sevinç ve heyecanla okumak veya imtihanı kazanmışsa havalara zıplamak, aksi olursa üzülmek vardı. Acılı haberleri okurken gözyaşlarına boğulmak vardı! Bunların hepsi tarihte bir nostalji olarak kaldı artık.

Mektubun edebi bir değeri ve kıymeti vardı.  Gönderilen mektuplar gayet özenle, en güzel duygular, en güzel cümlelerle yazılırdı. Gramer kurallarına son derece ihtimam gösterilirdi. Mektubun kendine has bir hitap ve yazılış şekli vardı. Kendine münhasır bir başlangıç ve bitiş şekli olurdu. Adeta roman gibi, şarkı gibi, hikâye gibiydi…

Mektuplar genellikle kısa olurdu. Fakat uzun mektup yazanlarda olurdu. Sayfalarında sevgi dolu kelimeler satırlara kazınırdı. Bazen mektubun ucunu yakanlar, bazen güzel kokular sürenlerde olurdu. Mektuplarda bir ruh olurdu, çünkü insan sevgisini o beyaz kâğıda döker sonrasında zarfın içine koyardı. Bir annenin askerde olan oğluna gönderdiği mektubu düşünün, ne kadar duygulu olurdu! Veya asker mektubu bekleyen anne ile babayı düşünün, postacının yolunu dört gözle beklerlerdi. Buna asker mektubu demek uygun olur herhalde. İlkokul çocuklarına “Bak postacı geliyor selam ediyor/ Herkes ona bakıyor merak ediyor” sözleriyle başlayan “Postacı” şarkısı öğretilirdi. Bir gencin nişanlısına gönderdiği mektupta “Sevda mektubu” olurdu herhalde… Mavi ve pembe kâğıt kullananlarda olurdu…

Mektup deyip geçmemek gerek! Kolay görünse de yazması epeyce zordur. Bazen bir mektubun yazılması için saatler, günler yetmeyebilirdi. Mektup yazmak ince bir sanat olduğu için çok özen göstermek gerekirdi. Kullanılan kelimeler özenle seçilir, sevgi, saygı ve gayet ince duygularla yazılırdı. Kısacası o dönemlerde mektup ve kartpostallar hayatımızın bir parçası gibiydi. Mektuptan bahsedip pulları anmamak olmaz. Çok çeşitli ve güzel pullar olurdu. Önemli gün ve ünlü kişiler anısına pullar bastırılırdı. Hepimizin çevresinde pul koleksiyonu yapan kişiler mutlaka olmuştur... 

 O mektup kâğıtlarının üzerine yazılmış satırlarda; sevinç, sevda, edep, hayâ ve mutluluk vardı. Özlem, hasret, gözyaşı ve duygu vardı. Mektup sayesinde, uzaktan uzağa insanlar arasında manevi bir irtibat olurdu. Van’da yıllar öncesinin mektuplarını saklayanları bilirim. Bazı mektuplar sandıklarda, dolaplarda, özel evrakların olduğu dosyalarda korunup saklanırdı… O dönemin el yazısı stilleri de çok ilginç ve güzeldi. İlkokul-Ortaokul yıllarımızda okuma-yazması olmayan teyzelerin evlatlarından gelen mektuplarını okumuşluğumuz vardır.

 Şimdi sizlere bugüne kadar yazılmış en muhteşem ve daha üstününün yazılamayacağı mektuplardan bahsederek devam etmek istiyorum!..

Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz; İslamiyet Hicaz Yarımadası’nda iyice yayıldıktan sonra yakın ülkelerin hükümdar ve valilerine tebliğ mektupları gönderiyordu.

Peygamber Efendimiz;

“-Bu mektubu kim götürür?”diye sorduklarında bütün sahabe; genci, yaşlısı hepsi birden büyük bir aşkla ayağa kalkarak;

 “-Ya Rasülallah, bu şerefi bana ver!” derlerdi.

Onlar aşk ve heyecanla bu vazifeye talip oluyorlardı. Kızgın çölleri, uzun ve tehlikeli yolları nasıl geçeceklerini asla sormuyor ve düşünmüyorlardı. O mektubu kralın bir göz işaretine bakan cellâtların kılıçları karşısında okuyacaklarını da biliyorlardı. Asla bir zaafa da düşmüyorlardı. Bütün muradları Allah Teâlâ’nın rızası ve Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in gönlünde yer etmekti…

Peygamber Efendimizin Habeş Kralı Necaşi’ye gönderdiği mübarek mektubu özetleyerek bitirmek istiyorum…

“Bismillahirrahmanirrahim.

Allah Rasulü Muhammed’den Habeş Kralı Necaşi Asham’a!

Senin, temelli selamet içinde olmanı diler, sana olan nimetinden dolayı Allah’a hamd-ü sena ederim. Ki O’ndan başka ilah yoktur. Melik, Kuddüs, Selam, Mü’min ve Müheymin olan O’dur…

Ben, seni bir olan, eşi ortağı bulunmayan Allah’a ve O’na ibadet ve taata, bana tabi olmaya ve Allah'dan getirip tebliğ etmiş olduğum şeylere iman etmeye davet ediyorum. Çünkü ben Allah’ın Resülüyüm. Seni ve askerlerini Yüce Allah’a ibadet ve taata davet ediyorum. Ben, sana gereken tebligatı yapmış, dünya ve ahiret mutluluğu için öğüt vermiş bulunuyorum. Öğüdümü kabul ediniz! Doğru yola uyanlara, gidenlere selam olsun.”

 
Vansesi Özel Haber
Yorumlar 3
Sedat Torun 07 Kasım 2022 18:52

Hocam, Allah razı olsun, mektup yazmak bir marifet idi, sizinde bildiğiniz gibi, ben Van da okur iken yeni evliyim, hala o mektuplar evde saklanır Askerde iken ilk gelen mektubun ayru bir yeri vardır, açılır hep okunur, tekrar tekrar okunur

Sedat Torun 07 Kasım 2022 18:52

Hocam, Allah razı olsun, mektup yazmak bir marifet idi, sizinde bildiğiniz gibi, ben Van da okur iken yeni evliyim, hala o mektuplar evde saklanır Askerde iken ilk gelen mektubun ayru bir yeri vardır, açılır hep okunur, tekrar tekrar okunur

Serhat 07 Kasım 2022 16:26

Bakmadan Geçme