ALLAH KİME KIZARSA ONA HARAM MAL VERİR
HASAN ORTAKAYA
Ahir zamanın en büyük tehlikelerinden biri bireyselleşmek ve menfaat için yarışmaktır. Madde, heva ve heveslere dalmak insanın gören körlerden olmasına yol açar. Hırs ve bencilliğin kölesi olur.
Helal kazanç ve zenginlik temenni edilen bir durumdur. Her insanda olması gereken şeylerdir. Nitekim ekonomisi zayıf olanlar güdülmeye ve sömürülmeye mahkûmdurlar.
Her taraftan düşmanın fışkırdığı bir âlemde tedbirsiz ve güçsüz olup durumu Allah’a havale etmek tembelliğin ta kendisidir. Helal ve dürüst kazanç dostlar başına. Bir de perde arkasında kendi kasasını doldurmaya kalkanların helal ve haram kavramlarını tanımadıkları bir dünyadayız. Haram kazanca müptela olanlar şunu bilmelidirler ki Allah kime kızarsa ona haram mal verir.
“Benim olsun, başkasına ne olursa olsun. Çalayım, çırpayım. Akıllı adamım ben, enayiler olmazsa biz uyanıklar ne yeriz?” Adamların işi gücü haram kazanç sağlamaktır. Çalıp çırpmak, tefecilik, rüşvet, soygun ve akla gelmez yollarla rant elde etmek için her mücadeleyi verirler. Bu yolda başarılı olmaz mı? olurlar. Kazanmazlar mı? kazanırlar. Kasaları keseleri dolar taşar onların.
Lüks arabalar, şatafatlı evler, elbiseler, geziler, turlar, yatlar villalar ne dersen var onlarda. Şansları yaver gitmiştir. Attıkları her olta dolu çıkmıştır. Kimi tuzaklarına düşürmüşlerse iliğine kadar emmişlerdir. Dünya son gazla bu adamlara akıp gelmeye başlamıştır. Yeme, içme, eğlenme adına ne saysan fazlasıyla vardır. Lüks yaşantılarıyla sarhoş olmuşlardır. “Satmışım anasını ben bu dünyanın” demeye başlamışlardır. Haram ticaretin ve haram kazancın her telinde oynamışlardır. Öyle ki kimin hakkını yediklerine bile bakmaya tenezzül etmemektedirler. Kimden ve nasıl geldiğini sorgulamaya gerek duymuyorlardır artık. Onlara hiçbir uyarı fayda vermemektedir. “Mazlumu ezdin, garibanı sömürdün” sözleri onları rahatsız etmemektedir. Onlara göre dünyalık kazanç her şeyin önünde gelmektedir. Ne ölümün, ne hesabın, ne de mezarın dizginlemediği insanlardır onlar.
Onlar ölümü, hesabı ve mezarı unutmuşlardır. Onlar ayetleri, kendilerinden önceki azgınların başlarına gelen olayları unutmuşlardır. Onlara bir uyarıcı gittiğinde, hak ve adalet hatırlatıldığında rahatsız olan kişilerdir. Onlar ekâbir amcalardır, elit dayılardır, kaymak ağalardır, süt banyolu prenseslerdir.
Dokunulmaz olmak için kendilerini sınırlayan her şeyi reddedenlerdir. Onlara göre kendilerini rahatsız eden her engel kaldırılmalıdır. Hedeflerine ulaşmak için her yol meşrudur onlar için. Kirli işlerine karşı gelenler yok edilmelidir. Dünya, sadece onların istediği gibi dönmelidir. Dönüyor da.
Ama onların oyunlarını bozan bir şey var ki onu hesaba katmamışlardır. Kumdan kalelerini yıkacak dalgayı unutmuşlardır. Onların ne rüzgârdan, ne dalgadan ne de güneşin batacağından haberleri vardır.
Onların ne Bakara’dan ne Hucurat’tan ne En’am’dan haberleri vardır. Onlar oyun ve oyalanmada iken: “Onlar ne zaman ki kendilerine hatırlatılanları unuttular, biz de onlara her şeyin kapısını açıverdik. Onlar kendilerine verilenlerle sevinip coşmaya başlayınca da ansızın onları yakaladık da umutsuz kalıverdiler.”
Onlar sandılar ki açılan kapılar onlara hayırlıdır. Onlar sandılar ki, hayatlarının imtihanı yoktur. Onlar sandılar ki, bunca servet kendilerine yarenlik edecek. Onlar sandılar ki, dünya sonsuza kadar istedikleri gibi dönecek… Onlar kendilerine zebani olacakların haklarını yiyerek dünyalarını cennete çevirdiler. Cennet gibi bahçelerimiz, cennet gibi mekânlarımız var dediler.
Oysa yaptıkları bunca haksızlığın karşılığında hak peygamberin: “Allah’ın, bir kulunun isyanına rağmen ona onun sevdiği dünya nimetlerinden bolca verdiğini görürseniz biliniz ki bu onu cehenneme yaklaştırmak içindir” sözlerini düşünmediler.
Ne zaman ki işleri tam rayına oturup her deliğe çomak sokmaya başladılar, Allah onları ansızın yakaladı, hilelerini başlarına geçirdi, düzenlerini ve hesaplarını alt üst etti. Çünkü hesapları ve yolları doğru değildi. Çünkü attıkları temelin dibinde bataklık vardı. Çünkü dünyayı onlar yaratmamışlardı. Ve onların bunca saltanatlarında aşırı gitmelerinden dolayı psikolojik bunalımla gelen intiharlar, fuhuş bataklığından gelen hastalıklar, ailevi yıkımlar ve yaşlanmanın verdiği korkular her taraflarını sarmıştır. Hiç beklemedikleri bir son kapılarını çalıp hüsran dolu bir partiye davet etmiştir. Soğuk viskilerin yerine kaynamış kan ve irin kokteyli hazırlanmıştır. Bu kokteyli içerken de “şerefe” diye kadeh kaldırabilecekler mi?
SENDEN KALAN ACILAR
HAYAT ERDOĞAN
Hasretin ömrümün törpüsü gibi
Nereye baksam orda sen
Dalarım geçmişin tüm izlerine
Göz çukurlarım sensiz hep nemli..
Uzatsam ellerimi dokunsam sana
Bir hayalle verdim ben yüreğimi
Şimdi dönüp baksam arkama
Senden kalan yalanlarla yaralı yüreğim..
Kılı kırk yardım senin sevgin için
Yalınızlığa sarıldım gözlerim yaşla
Yüreğimi gün be gün dağladım yokluğunda
Kayboldum bu yalan riyakar dünyada..
Gizlenmezki kanayan yürek yaram
Herkese doğru söylerken kendime yalan
Sarıldım sevdan diye bir yılana
Zehri per perişan etti yüreğimi..
Yürek kıyısına ben yazdım adını
RÜZGÂRIN YANILTTIĞI
ÖZLEM ÇALLI
Yırtık, eski, kahverengi bir defter
kırışık ellerin can yoldaşı
yürüyorlar birlikte rüzgâra karşı
Bir pazar, bir market.
bir market, bir Pazar
titreyen eller, dişlenmiş yarım bir kurşun kalem
bir pazar günü, hem de günlerden pazar
bir tezgâhın önündeler; kırışık eller kahverengi defter
ve bir kağıt
“rüzgârın yanılttığı”
ters dönen kağıt aldatıyor ihtiyar delikanlıyı
“bir kilo doldur” diyor sevinçle
Poşeti uzatan el: “Şu kadar alayım”
Kırışık eller uzanırken poşete havada kalıyor, hayat donuyor, üç saniye.
“Ah be diyor rüzgâr hep mi bu yaşımı bekledin?”
Yürüyorlar sonra yine.
Kahverengi not defteri, eksik kurşun kalemi ve o
GÖRMEZDEN GELMEK
SİBEL KARAKIZ
Çok sevdiğin kişilerin sana yaptığı hatalardan gözlerini kaçırmak veya kulak tıkamak o hataları kabullenmektir. İstemesen de sünger gibi içine çekip karın ağrısına dönüştürmektir. En önemlisi de o hataların daha çok büyüğüne izin vermektir.
Bir göz yumdun, iki göz yumdun… kulaklarını tıkadın, ama kalbin duydu, kaydetti o haksızlıkları. Zihnin, duyguların, erdemin duydu ve sen engel olamadın buna.
İçine hapsolan azap, sancı olarak organlarında hasar yarattı. Kişiliğini zedeleyip seni, kendi gözünde değersizleştirdi.
Kendine reva gördüğün o suistimaller zinciri bir yana, narsist karekterli kişilerin arttırarak tekrarladıkları rencidelere prim vermiş oldun.
Canın kadar sevdiklerindi… sebep aramadan bağlandıklarındı… kusur konduramadıklarındı.
Hiç kendine sordun mu sen onların nazarında neydin?
Sen, sen, sen! Hep sustun sen.
Sen büyüttün sırtındaki yükü, karınındaki sancıyı, başındaki ağrıyı. Ellerinin-ayaklarının bağlarının çözülmesine hep sen, kendin sebep oldun…
Neden mi?
Çünkü, önce bir çimdik attılar güldün… ardından ısırdılar sustun… başına taş yağdırdılar yüzünü kapattın…
Yetmedi…
Tüm bu suskunluğun o narsist karekterleri memnun etmeye yetmedi…
Ne zaman ki kurşun misali sözler yüreğini dağladı, umutların paramparça edildi ancak o zaman DUR diyebildin…
Biraz geç kalmadın mı?
Şimdi nasıl iyileşecek görünmeyen yaraların?
BOŞLUK…
SÜLEYMAN ALTUNBAŞ
Gece
Gecelerden bir gece
Az önce başladı yağmur
Ve ben odamda,unutulmuş bir orman yalnızlığındayım
Kendimce birşeyler karalıyorum
Böyle gelişigüzel,
Böyle kırık dökük neden yazıyorum
Özleme dâir sözleri?
Neden?
İnanın bende bilmiyorum.
Yılgın ve çarpıcı renkler içindeyim
Akrep ve yelkovan hiç kımıldamıyor
İçimin pencereleri sıkı sıkıya kapalı
Hüzün yüklü pervaneler uçuşuyor
Odamdaki gece lâmbasının etrafında
Bense,
Boşlukta bir mitingteyim
Yetsin,artık taşımak istemiyorum bu boşluğu
İstemiyorum bu yalnızlığı!
İstemiyorum!
Sesimi,düşlerimi,kırık hüzünlerimi ve yalnızlığımı saran boşluk
Ne zaman rahat bırakacaksın beni ha!?
Ne zaman?
Gözlerim buğulanmış,sesimde rüzgârların derin oyuklarıyla
Aynalar önündeyim
Anlatmalıyım kendimi kendime
Taa çocukluk günlerinden alıp,
Kendimi arar gibi,
Şuanki Ankara günlerine kadar
Ah düşsel yolculuk ah!
Sınırsız bir sinema şeridi gibidir her yolculuğum benim
Havadaki ürpertinin altını çiziyorum
Şimdi bu avuntusuz vakitte yapıştı suskunluğum yalnızlığıma
Ve taş kesildi sanki yaşlanmış hüznüm
İnceldi kent
İnceldi orman
İnceldi ruhumdaki mavi ateş
İnceldi insanoğlu:
Önden baksan arkasından geçenleri görecek kadar…
Terastayım
Dirseklerimi masaya dayayıp
Alıyorum yüzümü avuçlarımın arasına
Gözlerim,gökteki bir uçağın geride bıraktığı izde
Ruhum,onunla birlikte çok uzaklarda
Şimdi dışına yağan bir ılık yağmurum
Ah bu yalnızlığımı saran boşluk ah!
gece yalnızlıklarım..
HAYDİ BAKALIM
HATİCE ERDOĞAN
Haydi bakalım topla kendini şöyle bir yolculuğa çıkalım dedim içimdekine.
Ne varsa doldur bavulunu tıka basa,geçmişten geleceğe.
Hangi kavganın zehri hala içinde?Yaşadıklarınla mı zorun; günahın ,sevabın ,artın ,eksinle?
Yoksa yaşayamadığın bir hiçlik uğruna mı bilendiğin onca hırs?
Aynada bak kendine,yüzleş haydi !
Ne istiyorsun sor kendine.
Ya bırak kendini ya da içindeki savaşın çıkmazıyla boğuş.
Hangi limandan girersen sonsuzluk deryasına ,dünyalığın girdabına girmiş şu bedbaht ruhuna iyi gelecek ki?
Neyi haykırmalı mesela?
Buz dağının eriyen kısmıyla akıp gitmek mi isterdin ,yoksa çölün kavurucu sıcağında, imdat diye bekleyen bir su damlası mı olmak?
Kuşandığın hangi zırh delmedi ki hiçlik makamını,duvarların perde olmadı mı zayıflığına ?
Neyi bastırdın onca zaman, kim merhem olmadı kanattığın yarana?
Her kapatmaya çalıştığın hesap defterinden,yığınla borçlar çıktı,kimse de düşeni almadı payına.
Devrilen çanaktan arta kalan bir kaç arsız sızınla, döküleni toplamak yine sana kaldı.
Hey siz! Mutluluk oyunu oynayan insancıklar!
Haydi toplanın kendini bir prangaya mahkum etmiş ruhun etrafına.
O cesuru oynayıp döke dursun ne varsa orta yere bakalım toprak emer mi bunca birikmiş yaban otlarını içine.Siz sineye çeker misiniz kulağınıza ağır gelecek feryatlarını?
İçi mahşer ,dışı Allahualem,öyle muamma…
Haydi toplanın azcık da siz akıl verin bakalım dağılan umuduna.
Melankolik değil hayır.
Sadece, insanlık seyrini kaybetmiş bu kirli pazılın parçası olduğundan beridir bozuk aslında.
Ellerine bulaşmış kirli zamanın hoyrat akrebi soktuğundan beridir zoru ondan onunla.
Ne mi istiyor?Kapatın şu ağır mental yüklü enkazın kapılarını da ,mavallarını da .
Bizi huzura götürecek eskiyi verin payına.
“Etimle kemiğimle soğudum “dediği yerde şu dünyanın,haydi gelin alın onu burdan ,en azından adresi net sanırım,kendinin hiç olmadığı kadar.
Beni benden çıkardığınızda benden geriye ne kalır ?Bölerseniz bölünür,çarparsanız çoğalır,çıkarırsanız eksilir sanırım hayata.
Bakmadan Geçme
