HAYAT HİKAYEM
ALİ ÖZKANLI
Nisan'ın yedisinde Kayseri'de doğmuşum
Altıncı çocuk olup sevinçlere boğmuşum
Demiş ki piri fâni adı Ali olacak
Bu minik yavru ile hane huzur bulacak
İlim, irfan yolunda hayırlı işler yapsın
Başka mâbud bilmesin yalnızca Hakka tapsın
Küçük yaşımdan beri kitaplarla dost oldum
Rabbime hamdolsun ki hakiki dostlar buldum
İlmiyle âmil olan hocalardan ders aldım
Onların yardımıyla engin deryaya daldım
Rabbim yol verdi bana muallimlik lutfetti
İlim, irfan yolunda işimi kolay etti
Yurdun dört bir yanında görev aşkıyla yandım
Çiçeklerim yetişti bâde içerek kandım
Yazdığımız kitaplar sevilerek okunsun
Sadece okunmayıp yüreklere dokunsun
Ordu ili Gökömer ilk görev yerim oldu
Misk kokulu güllerle gönlüm huzuru buldu
Pınarbaşı ilçesi yerimiz İnliören
Sevgimizi anladı bizi çok mutlu gören
Diyarbakır Silvan'da dört yıl severek kaldım
Çiçeklerim yetişti huzuru burda aldım
Çubuk Mutlu Köyünde çalıştı gül çiçekler
Başkentim Ankara'da huzuru içecekler
Kayseri kendi şehrim Aydınlıkevler'deyim
On dört yılımız geçti sonunda emekliyim
Severek, isteyerek yirmi beş yıl hep koştum
İnandım hiç durmadım zorlu engeller aştım.
BENİM ADIM KARDELEN
HABİBE DİRİCAN
Benim adım kardelen...
Benim Rüzgarım var..Ayaz yemiş dallarım var.
Sanmaki her önüme gelene baharım.
Kuru ayazlarım var..
Ben karlı dağların kardelini
Bakma sana rüzgar gibi estiğime
Ayazın vurdu sineme
Benim suçum yok.
Mevlamın rüzgarı savurdu
Seni benim gönül pınarıma
Gözden gelen gözyaşlarım
Süzüldü aktı gönlümün pınarına
Özlem mürekkebiyle
Yazdı kalemim
Buz olsada yüreğim
Gözlerine bakmaya kıyamadığım
Hasretim.
Ben karlı dağların kardeleni
Ayazım soğuk
Küçük kalbim ise büyük sevdi
Garip yüreğimde
Hasretine doyamadığım sevdiğim
Görmüyorum sanma
Ben ayazın çiçeği
Sense Güneş
Ben karlı dağların kardelini
Gül değilim
Her önüne gelen koklasın
Papatya değilim
Seviyorum diyip
Kanatlarımı koparsın
Ben karlı dağların kardeleni
Bir kere Güneş gören
Bir kere ölenim
Bunu bil adam
Kardeleni seviyorsan ayazını seveceksin
Sevmiyorsan
Bütün çiçekler senindir
Yolun açık olsun
Ben karlı dağların çiçeği kardelen
Bir kere sever
Birgün de olsa
Güneşe bakar ölür
Sevdiğine canını verir.
ACILARIMIZLA GÜÇLENDİK
ESMA BOLAT
Herkes iyi ise kötü kim?
Hayat başlangıç ve sondan ibaret! Hayatı yaşarken, yaşlarımızın da bir önemi kalmıyor maalesef. Fakat ruh ölümsüzdür ve ruhun yaşı olmaz. Aslolan yaşayış şeklimiz ve aldığımız tatdır.
Acı bizi besleyen bir panzehir misali, hep yanı başımızda durur. Bir zamanlar sevdiğimiz, değer verdiğimiz, baş tacı yaptığımız zalimler ise, savunmasız şekilde savaşın ortasında elimizi bırakıverir hiç beklenmedik bir anda.
Sonrada yüzsüzce gelir helallik isterler yüzü kızarmadan. Her insanın yaşayacağı kaçınılmaz sondur musalla taşı. Er kişi niyetine, hatun kişi niyetine denilen son durak! Kimse kaçamaz bu sondan, kaçamayacak da...
Seni soracaklar musalla taşının etrafında duran kalabalığa! "Ey ahali nasıl bilirdiniz, hakkınızı helâl ediyormusunuz?" diye sorulacak.
İşte o anda bir adım öne çıkıp yine "ASLA ETMİYORUM ahirete bıraktım," diyeceğim. Çünkü iyi görünüp bedenimi en çok sen kanattın, canımı en çok sen yaktın!
"Seni asla affetmeyeceğim!"
İnsanların hepsinin iyi olduğunu düşünürdüm eskiden, seninle kötü insanların varlığını öğrendim ve iliklerime kadar nefret duygusuyla tanıştım. Halbuki bu duyguyu senden önce bilmezdim ben! Başkaları için çırpınırken beni unutuşlarını, başka çocukları okşarken kendi çocuklarını ihmal edişlerini affetmeyeceğim!
Fahiş kadınların elinden, "mağdur" diye tutarken ve nefsine oyuncak olurken, beni sokağa terk edişini, Allah'a şikayet ettim! Sen elin iyisi, ailenin kötüsüydün, ele yarandın fakat ailenin sana verdiği fazla değerden, zerre bırakmadın!
Sen iyi bir insansan, ben bu acıları neden yaşadım?
Kırıldım, dağıldım, yanlışlara düştüm, paramparça oldum, bunun müsebbibi sensin, en büyük nefreti bu hayatta sen hak ettin!
Sen iyi baba olsaydın şayet, çocukların sana kırgın olmazlardı! Sen iyi insan isen ailen neden hala sana bu kadar öfkeli!
Sen iyi bir eş olabilseydin şayet, ben paramparça olmazdım zaten.
Sen adam olsaydın, bir kadın evinde ve eteğinde SIĞINTI olmazdın!
Bugün dinlediğim ve bildiğim bir şey varsa, maalesef çoğu aile aynı durumu yaşıyor.
Sadece ben değilim bu konuda mağdur olan. İşte bu sebepten bu konu üzerinde uzun uzun düşündüm. Bu kişileri gözümüzde ve toplumda aklamak için bahaneler üretip, haklı çıkardık.Kötü insan olduklarını bir türlü kendimize itiraf edemedik. Cesaret etsek yüzlerine diyemedik kaybetmek korkusuyla veya yuvam dağılır korkusuyla.
Hep güzel hatırlamak için, en güzel yalanları kendimize söyledik durduk! Güzel anları düşündük, gözümüzde temize çıkardık, patladık koyduk baş köşeye, hemde hiç hak etmedikleri yere. Zaten onlarda bundan cesaret alarak kişiliksizleriyle, zeytinyağı gibi su yüzeyine çıktılar arsızca.
Kral çıplak, kral yalancı, kral kötü, kral taçsız demediğimiz için, cesaret aldılar bizim iyi niyetimizden... "Adaletsizsiniz" demediğimiz için istedikleri gibi at koşturdular toplumda. Kimse kötünün yüzüne, kötüsün diyemediği için de haksız yere haklı oluverdiler! Kendi kadınlarını ve çocuklarını kaderlerine terk edip, başka kadınlara ve başka babaların çocuklarına sahip çıktılar.
Kötüsünüz hemde çok kötü, bunu bilmenizi isterim.
Bizler sizi iyi tanıttığımız, sabrettiğimiz, sustuğumuz ve saydığımız için, iyi insan oldunuz ve görüldünüz toplum önünde.
Sahi baba olmak sizin için sadece karın doyurmak mı? yoksa kişilikli örnek bir baba olmak mı? Kalsın sizin vereceğiniz ekmek, biz o karınları ekmeğimizin arasına koyduğunuz zehirle doyurduk zaten.
Sizler gittikten sonra biz kadınlar ve evlatlar gülümsemeyi öğrendik!
Sizden sonra insanca yaşamayı öğrendik!
Sizden sonra kendimize saygı duymayı öğrendik!
Acılar bitti, biz mağdur ederek terk ettiğiniz kadınlar gülümsüyoruz artık çok şükür!
Sizden sonra acılarımızdan dolayı güçlendik!
Bir Şaman atasözü derki;
"Sevdiklerine bağlı ol, ama bağımlı olma!
Fedakâr ol ama, kendini feda etme!
Sabret ama, katlanma
Ve daha da önemlisi, kimseye biât etme"
Bu sözü unutmuyoruz artık!
Baba, eş ve evlât olmayı bilmiş, yaşarken ve ardından duayla anılan tüm babalara selâm olsun.
EVEL ZAMAN İÇİNDE
ŞENAY TEK
Zamanın birinde, hani develerin tellal pirelerin berber olduğu, biz henüz doğmamışken annemizin beşiğini tingir mingir sallar iken, ülkenin padişahı hakkın rahmetine kavuşmuş. O ülkede öyle bildiğimiz gibi, padişahlık babadan oğula geçmezmiş.
Efsunlu bir güvercin varmış, halk sarayın etrafında toplanır,güvercini saraydan uçururlar, güvercin kimin kafasına konarsa padişah o seçilirmiş. Ehh bizim pire tellallar halka haberi duyurmuşlar, yarın sarayın etrafında toplanılacak, yeni padişahımız seçilecek, diye. Halkta bir heyecan bir telaş, acep güvercin kimin kafasına konacak diye. Herkes kendi kafasına konsun diye dualara adaklara tutuşmuş. Köyün birinde kendi halinde bir ağa, onunda yanında yılların hizmetkarı keloğlan yaşarmış. Tellalın okuduğu fermanı onlarda duymuş. Ağa heyecanlanmış, yanındaki keloğlana dönüp, yahu keloğlan ister misin güvercin benim kafama konsun, yeni padişahınız ben olayım, inşallah ağam demiş keloğlan. Ahh keloğlan, ben padişah seçileyim, bu halkı öyle güzel yönetirim öyle iyi yönetirim ki, ömürden ömür isterler, kimse ölmek istemez, analarından yeni doğmuş gibi mutlu bir hayat yaşatırım.
İnşallah ağam demiş keloğlan.
Ağa, bu defa keloğlana” hoşş, olmaz amaaa, eğer olurda güvercin senin kafana konarsa, sen nasıl yönetirsin halkı, diye sormuş gülerek.
Keloğlan, dediğin gibi ağam benim gibi kel birinin kafasına konmazda o güvercin, eğer yanılıp konacak olursa, bu halkı öyle perişan ederim öyle perişan ederim ki, analarından doğduğuna pişman ederim, ne yiyecek ekmek bulurlar ne yakacak odun, öyle fakirleştiririm, nefes aldırmam.
Ağa kaşlarını çatıp, bre ne istersin halktan keloğlan, Allah bizi korusun senden, demiş.
Sabahın ilk ışıklarıyla halk sarayın etrafında toplanmış. Bizim ağayla, ağanın atının yularını çeken keloğlanda gelip karışmış kalabalığa. Zamanı gelmiş törenle güvercini salmışlar kafesten. Güvercin halkın tepesinde süzülüyor, halk heyecanla kimin kafasına konacak diye neredeyse nefes almadan bekliyormuş. Masal bu ya, güvercin onca kalabalığı yarıp gitmiş Keloğlan’ın kafasına konmuş. Birden bir uğultu bir gürültü patırtı. Başta ağa olmak üzere herkes şaşkın ve öfkeli. Her ağızdan bir ses, olmaz, bir yanaşma keloğlan başımıza padişah olamaz diye sesler ayyuka çıkmış. Saraydan görevli biri, beni dinleyin ey halkım, güvercin kalabalıktan ürkmüş olacak, elbette bunu kabul edemeyiz. Yarın yine aynı şekilde toplanıp, yeniden salarız güvercini diye kararı bildirmiş ve halk söylene söylene evlerine dağılmış. Ertesi gün, güneş henüz doğmadan halk sarayın etrafına toplanmış, yine ağa ve keloğlan kalabalığın arasında. Yine meraklı gözler arasından güvercin salıverilmiş kafesten. Allah’ın hikmetine bakın, güvercin yine süzülüp gelip Keloğlan’ın başına konmuş. Halk bu defa daha tepkili daha sinirli, ağaya çatmışlar. Olamaz böyle birsey, bir yanaşma bizim padişahımız olamaz diye bağırmışlar. Yine aynı sarayın görevlisi, yarın keloğlan katılmamak üzere sonuncu kez seçim yapılacak, bugünkü de sayılmaz diye, fetva verince halk çaresiz dağılmış.
Ertesi sabah ağa Keloğlan’ı ahıra kapatmış ve, biliyorsun keloğlan halk senin padişah olmanı istemiyor (ki en çokta kendi istemiyor, koca ağa dururken padişahlık bir hizmetliyemi kaldı) mecburum seni buraya kapatmaya, demiş. Keloğlan kaderine razı, canın sağ olsun ağam, kaderde ne varsa onu yaşarız, demiş.
Nihayet halk, keloğlan gelmediği için gayet rahat güvercinin salınmasını beklemiş. Güvercin kafesten çıkar çıkmaz halkın tepesinde süzülmüş süzülmüş, hiç kimselerin kafasına konmamış. Birden yönünü değiştirip uçmaya başlamış. Halk da onu takibe. Keloğlan’ın kapatıldığı ahırın çatısının üzerine konmuş. Sarayın görevlisi bakmış olacak gibi değil, halka seslenmiş “her ne kadar istemesek de bu padişahlık Keloğlan’ın hakkıdır. Yıllardır süregelen geleneğimize karşı gelemeyiz, çıkarın ahırdan Keloğlan’ı ve selamlayın, yeni padişahımız odur. Ertesi gün büyük törenle keloğlan padişah olarak tahta oturur. İlk işi halkın iki olan neyi varsa birini elinden alınması için emir verir, karşı çıkanın tüm malına el koyar, olmadı biri laf etimi zindana atar. O yılki ürünleri sarayın ambarlarına doldurtur, tarla sahiplerine sadece birer çuval tahıl verir, idareli olmalarını ferman buyurur. Dinlemeyenin, şikayete gelenin kellesini vurdurur. Bir yıl geçmeden halk öyle perişan öyle fakir olur ki, ne yapacaklarını nereye gideceklerini bilemez.
Bir zaman sonra ferman buyurur kel padişah, bundan sonra ölenler soba bacasından boyunlarına halat geçirip çıkartılacak, der.
Halk perişan halk öfkeli lakin ellerinden birsey gelmiyor, biliyorlar ki şikayete gidenin ya kellesi gidiyor ya zindanı boyluyor. Bir hal çaresi düşünürken Keloğlan’ın yanında çalıştığı ağası akıllarına gelir. “Onca emeğin geçti, belki seni dinler aman bi çare bize. Her emrini kabul ettik ama bu son fermanı nedir, bıraksın ölülerimizi de dini vecibelerimize göre gömelim, bi gidip konuşsan, derler.
Ağa korkarak, kendi de perişan olduğu için biraz da, gider saraya padişahın huzuruna çıkar.
Oo ağam hoş geldin, buyur bir isteğin mi var diyerek saygıyla karşılar kel padişah ağasını.
Ağa çekinerek, ömrüne duacıyız padişahım, halk gönderdi beni buraya, ölüleri için dini vazifelerini yapamamaktan müteessirler. Devletli padişahımız bundan vazgeçse diye dileklerini iletirler benimle.
Kel padişah tahtından inerek ağasının yanına gelir, “senin çok ekmeğini yedim, Allah için bir kötülüğünü de görmedim, o nedenledir kelleni bağışlıyorum senin ağam. Hatırlar mısın, hani padişah seçilecekken, sen bana sormuştun, olmaz ya, oldu ki güvercin senin kafana konarsa, padişah olunca nasıl yönetirsin halkı. Ben de dedim, analarından doğduğuna pişman ederim. Oysa sen padişah olaydın onları analarından yeni doğmuş gibi mutlu yapacaktın. Peki, Allah ikimizin söylediğini duydu da ne diye güvercinin benim başıma konmasına izin verdi, hiç düşündün mü? Halka seni layık görseydi, kimin haddineydi benim gibi bir garibi padişah seçmek.
Halk, din diye hurafelere daldı, haklı haksız, helal haram gözetmeksizin birbirinin gözünü oyar oldu, ahlak edep elden gitti, herkes herkese düşmanlık eder oldu. Şimdi canını bağışlıyorum, git o halka söyle, ne zaman dürüst, ne zaman helalinden çalışıp kazanan, ne zaman kardeş kardeşi gözetir birlik olur, işte o gün eski güzel günlerine döndürürüm onları. Yoksa daha yaptıklarım yapacaklarımın yanında şükürlük kalır. ” Ağa kellesi vurulmadığı için mutlu, kel padişaha hak vererek saraydan ayrılır.
Eee nasılız bakalım, halimiz keyfimiz yerin de mi?
YAĞMUR'UN GÖKYÜZÜ
GÜLÇİN YAĞMUR AKBULUT
beyaz bulutlara sarınıp
zamanın kıvrımlarından geçiyorum
bakmayın siz genç gösterdiğime
antik çağlardan geliyorum
yüreğim dağlardan alıyor hızını
belki de bir uçurum meseliyim
her sabah aranıza düşüyorum
koynumda taşıdığım göklerden
bir eylemdir yazmak bir itiraf
kanadı kırık bir kartalın
şefkatli bir ele özlemidir
aşkın toprak halidir belki de
bir dudak mesafesi
sıcak bir kelime
anlamı değil mi kasvetli ömrün
siz dışarıda arıyorsunuz
o engin mavilik
gökyüzü benim içimde.
BANA YETER
MERYEM IRKILATA
Mutlu olmak için çok şeye gerek yok
Bir kapım, bir pencerem
Bir evim olsun yeter
Huzurlu olmak için
Çok şey istemem
Bir işim, bir eşim
Sağlıklı çocuklarım olsun yeter
Şükretmek için çok şeye gerek yok
Kalbimde iyilik,
Bedenimde sağlık
Tencerem de çorbam olsun yeter
İyi insan olmak için
Çok şeye gerek yok
Doğruluk özüm, güvenilir sözüm
Ak bir yüzüm olsun yeter
Doymak için çok şeye gerek yok
Azıcık aşım, kaygısız başım
Birde maaşım olsun yeter
Uyumak için çok şeye gerek yok
Ulaşabileceğim hayallerim
Haramsız noktaladığım günüm
Umutla baktığım yarınım olsun yeter
Sağlıklı olmak için çok şeye gerek yok
Azımla yetinip
Gücüm kadar didinip
Hoşça vakit geçirdiğim
Dostlarım olsun yeter
Uzun yaşamak için çok şeye gerek yok
Sadık bir eş, azıcık aş
Kaygısız baş
Merhametim yoldaş olsun yeter
Vardın milyonlar ellerin olsun
Varsın erişilmez hayaller orda kalsın
Varsın doymasın aç gözler
.........
Sabahıma güneş,
Geceme ay,
Gönlüme yarin sevgisi doğsun yeter.
Bakmadan Geçme




