MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ

Şairler yazarlar Vansesi'nin Mavi Şehrin Kalemleri sayfasında buluşuyor.

Gençliğin Aklındaki Sorular

Müberra Aktürk

Bir nefeslik ömrümüzde dünyaya geliş amacımıza, düşünmeye, vakit ve niyet ayırmıyorsak, ayıramıyorsak; koşuşturmalarımız, telaşlarımız, ümitlerimiz, sevgi ve nefretlerimiz beyhudedir. İnsanın yaratılış amacı sorgulamaktır. Etrafımızı sorgulamıyorsak, yaşantımızı sorgulamıyorsak dahası -ve en önemlisi- kendimizi, benliğimizi sorgulamıyorsak dört ayak üzerinde ve içgüdüsel davranışlarda bulunan yaratılmışlardan ne farkımız kalır ki?

Dünyayı -öncelikle de kendi dünyamızı- sorguladığımız zaman değişim ve gelişimlerin farkına varacağız. İbrahim gibi… İbrahim gibi başımızı yukarı kaldırıp gökyüzünü sorguladığımız zaman başlayacak her şey. İbrahim gibi etrafımızın erkânlarını sorgulamakla değişecek her şey. ''Sorgulanmamış bir hayat, yaşanmamış bir hayattır.'' demiş Sokrates. Varlığımızın iklimi belirleyecek sorularla 21. yüzyıl insanlarının aksine, öncelikle kendi benliğimizi olacak şekilde; varlığımızı benimsemeli, sorgulamalı ve evrende fark yaratmak için harekete geçmeliyiz. Peki, öncelikle biz; ''Neyiz?'', ''Kimiz?'', ''Neredeyiz?'' …

Biz neyiz? Kimiz? Neredeyiz? Hiç bu soruları sorduk mu kendimize? Daha doğrusu sormaya vaktimiz oldu mu? Hayatın hızına, koşuşturmasına takılıp gidiyor ve kendi benliğimizi keşif için yelkenleri açmıyoruz. Sahi biz neyiz? Bir insanoğlu? Bir mekanizma? Bir kobay? Aslında bu kategorilerin hepsine dâhil olduğumuzu ileri sürebilirim. Kimi zaman hissiyatımız gereği insanoğluna, kimi zaman başkaları tarafından yönetilen bir mekanizmaya, kimi zaman ise adeta hisleri ve yaşantısı yok sayılan kobaylara dönüşüyoruz. Düşüncelerimizin türküsüne ne olduğumuzu anlamak için kulak vermeliyiz. Ne olduğumuz bizim kim olduğumuzu, kim olduğumuz ise nerede olmamız gerektiğini belirler niteliktedir. Herakleitos'un ''Karakterin ne ise kaderin odur.'' iddiası bu düşüncemi desteklemektedir. Dolayısıyla fikriyatımızın gidişatı konumumuz hakkında bizi bilgilendirir.

Fikriyatımızı fiiliyata dökmek kim olduğumuzu belirler. Düşünür fakat fiiliyata dökemez isek ''Neyiz?'' sorusundan öteye gidemeyiz. Bir başka deyişle, düşünmek basamak atlayamaz ve fiiliyata geçemez ise var olmak ya da olmamak bir anlam ifade etmez. Çünkü fikrimce, var olmak yalnızca düşünmeyle olmaz. Goethe'nin ''Dünyada en güç olan şey düşünüleni yapmaktır.'' sözü belirttiğim gibi: Düşünmekten ziyade düşünülenin eylem kılıfına sokulmasında zorluk çekeceğimizi vurgulamaktadır. Bu yüzdendir ki kim olduğumuzun varlığımızın delili olması gerektiği kanaatindeyim. Kim olduğumuzun yani fiiliyatımızın ipleri bizim elimizde. İpleri yönlendirmemizin ardından ise ''Neredeyiz?'' sorusunu cevaplamaya hazır hale geliriz.

Fakat fikriyatımız ile fiiliyatımızın zıt düşmesi durumunda ipler bizim elimizde değil tutsaklaştığımız mekanizmanın elinde olacaktır. İpleri sıkı tuttuğumuz, fikriyat ve fiiliyatımıza göre yönlendirdiğimiz zaman benliğimize en uygun konumda olacağız. İnsanın gerçekliği görmesini sağlayan üç ayrı ama bağımlı, güneş mahiyetindeki bu soruları cevapladığımız zaman varlığımızı benimseyecek ve evrende fark yaratmak için kolları sıvamaya hazır hale geleceğiz.

Alman Filozof Scheler'in dediği gibi ''İnsan, makrokosmozda bir mikrokosmozdur.''Bu söze ontolojik açıdan bakacak olursak bizim fark oluşturmamız sadece küçük bir etki oluşturacak olsa da her insanın yapacağı küçük farklar bütün olan makrokosmozda değişimi elbette sağlayacaktır. Bu yüzdendir ki fark, kişinin kendisidir. Birey ne kadar özgür ise o kadar farklıdır. Evrendeki en büyük farkı yaratmak istiyorsak; prangalardan kurtulmalı ve mekanizmalaşmış dimağların içerisinden sivrilmeliyiz.

Âdemin toprağından beden giydiğimiz andan itibaren her bir birey başkalarından veya kendi imkânlarıyla bir şeyler öğrenmeye eğimlidir. Bu ''öğrenme'' arzusu kimi durumlarda ''taklit etme'' eylemine dönüşebilir. İnsanın ''taklit etme'' arzusunu görmemek mümkün değildir. Bu arzunun güçlü olması beraberinde bazı şahsiyetlerdeki yönetme, köleleştirme duygusunu da tetiklemekte. Bu şahsiyetler algı operasyonları aracılığıyla taklit etme arzusunun mahkûmlarını kullanarak kendi tetiklenmiş duygularını tatmin edebiliyor. Etrafımızı gözlemlediğimiz zaman küçük, büyük, genç, yaşlı demeden genellikle herkesin kemiğe bürünmüş hareketler sergilemekte olduğunu fark edeceğiz. ''Moda'' deyip ''tek tip kıyafet'' giymekten çekinmezken, okullardaki ''tek tip kıyafet'' formatına isyan edecek kadar mahkûmlaşmış kişilerle aynı gezegeni paylaşıyoruz. İnsanlar sırf popüler olduğu için; ''herkesin'' gittiği kafelere gidip, ''herkesin'' istediği menüyü isteyip, ''Herkes beni kıskansın.'' zihniyetiyle sosyal medya platformlarında yediği menüyü, oturduğu kafeyi sergilemekte. Yaşayan bunca insan bu popüler kültür dediğimiz algıyla; kimi zaman kendi karakterine, kimi zaman ise milli değerlerine uymayan tavırlar takınmakta. Peki, kimler milletlerin asimile olması taraftarı? Algı operasyonları kimler tarafından ve neden yönetiliyor?

Özetle, biz insanlar bu dünyaya ne köle olmak için ne de sadece bir toprak parçası olmak için geldik. Kendimizi tanımak bizim en büyük özgürlüğümüzdür. ErichFromm'un"Geçmişin tehlikelerinden birisi esir olmaktı, geleceğinki ise robot olmak." sözünden hareketle: Bizler hür olmayı öğrenmeli ve öğretmeliyiz.

 

 

Gece İniltileri

Abdurrahman Adıyan

Issız yalnızlıklar kuşanmıştı gece

Yaşlı köpek uluyordu köşe başında

İnce bir yağmur

Boşalıyordu gök atlasından

Çisilçisil günahlar

Kadının çatal göğsünden

Akıyordu kaldırımlara

 

Geçerken davetkâr ökçeleriyle kadınlar

Üç tel bıyıklarını tararken sokak kedileri

Kan kırmızısı ruj kokuyordu gece

Ayyaşlar üşütüyordu sıcacık geceleri

Kazanova sürünüyordu yastıklara

Kirpikleri nöbette bir fahişeye

Telkinler savuruyordu şom ağızlar

Daha şafaklar doğmamıştı yasalara

 

Ayyaş... yasa… kadın… gece

"Hey gönül gene bu gece,

Kederim geceden yüce" *

 

Bir geceden bin geceye

Hendek atlıyordu yarasalar

Yaşlı köpek yalnızlığıyla

Besteliyordu hüznünü

-Köşe başları-

Uluyan zamparalıklar alayı

İz bırakmıyordu yağmur

Satılırken bir pula bedenler

Ne yasa

Ne kadın

Ne gece

Ne de ayyaşlar

Çoraktı yürekleri

-Çorak-

Yalnız değillerdi

Günahları ellerinde

 

Gecenin iniltilerini

Şair görüyordu sadece.

 

 

Çığlık çığlığa tufan

Yaşar Adıyaman

Kirli ellerimizde

Sağalt bir yalnızlık

Gecenin yarısında

Bölünüyor

Müeyyidesi dolmayan ecel

Kör saat ve tik tak

Ses/siz/ in'de sönen ışık

Ölüm fermanı yaşamak

......Artık

 

Törelerin sisli ayinlerinde

Gece yarısı

Gizli bir mezat,

Saçlarında yıldız ahengi

Bir gülizar

Satılık....

 

Bin yıllık sönmeyen ateş

Gayal bir eş

Dillerde dökülür sevgi

Ne tezat!..

Mücevher kaplı kömür

Sinmiş kan kokusu

Galebe ömür

 

Köle pazarında sarsıldım eyvah

Gecenin koynunda bir kız/adır bu nigah...

 

Yetmişinde muğlak bir deli

İntihara sebep yazı yok, kışı beli

Cahiliye bir bakir evvelki,

Töreler girdaptır,

Sükût ki, çığlık çığlığa tufan.

 

 

Yavaş yavaş delirmek

A. Yavuz Yavrutürk

Bir not düştü hayatın anlamsızlığına

Yavaş yavaş delirdim

Kimse fark etmedi

Suskun bir kelebek çarptı boğazın sularına

Ertesi gün gazetelerde -gülen- eski yüzle

Neydi dostlarının anlayamadığı

Anlatamadığı ne vardı

Tabutuna sarılı duran

İhtiyar babasına

 

Yavaş yavaş delirdim

Kimse fark etmedi

Solgun bir yaprak düştü boğazın sularına

Tam da bahara çalarken gözleri

Avunacağı bir sevda vakti

Ağlatarak bir yalnız kenti

Anlatamadıklarıyla gitti

 

Bu şehrin insanına nisyan vurduğu zaman

Korkar oldu insandan insan

Şu kör olası yalnızlık hortluyor ya!

Azgın sularda boğuluyor insanca her isyan

 

Yavaş yavaş delirdim

Kimse bunu fark etmedi

Haber saatlerinde unuttuk gülmeyi

Yürekleri kinli, elleri kirli, dişleri sivri

Gözleri korkulu haber spikerleri

Parkta, durakta, sokakta

Ürküttüler masum kelebekleri

 

Ne yaptın kızım! Feryadında bir baba

İzi bile kalmıyor çığlıkların

Sonraki sabahlarda

Yavaş yavaş deliriyorum

Haberin ola!

 

 

Hayat denen memleket

Fesih Vural

Her nefes

İki yalnızlık

Dilde açan dize

Tohumun

Doğumu ile ölümü

Arasındaki su

 

Sonsuzluk

Hayat kök

Gövdesi kurallardan

Sur

Ötesi boşluk

 

Güneş zindan

Gözlere açan   

Farkındayız /aslında

İnsan toprağa değince

Açılır mevsim

 

Bahar yaprak

Güz renktir

Yağmur köktür taşa 

Dağa kefendir kar

 

Çiçek daldır buluta

Farkındayız /aslında

Son şarkılar

Hep martıların

Deniz dile gelince

Zaman kerpiçte 

Gözünü doyurur

Hayat denen

Memleket

Sınırları çizilmeyen

Bakmadan Geçme