MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ

Şairler yazarlar Vansesi'nin Mavi Şehrin Kalemleri sayfasında buluşuyor.

Doğa ve İnsan

Şerife TEBER

Doğayım ben, beni yaşattırdığınız kadar yaşayacaksınız bende. Toprağım, suyum, havayım bu âlemde sizler için yaratıldı her yanım bütün güzelliklerle.Kirletme toprağımı, daha fazla verim elde etmek için yakma tarlalarını. Öldürme içinde yaşayan onca çalışkan karıncayı, böceği...

O zehirli ilaçlarını serpme üstüme.Katletme sana verdiğim ürünleri. Biraz daha fazlalaşayım, çabucak olgunlaşayım diye yok etme onca sana yarar sağlayacak hünerlerimi. Dallarımda yeşerip büyüyen meyveleri, toprağa sarılı sebzeleri ve daha niceleri.

Toprağım ben, benimle hayat buldu bedenin şimdi nedendir bunca kinin ve nefretin yetmedi mi her gün beni kirlettiğin. Üzerime atma çöplerini hele o kırılmış cam şişelerini içime gömüldükçe yaralar durur beni tıpkı senin yüreğindeki yara gibi. Şimdi beton yığınlarının altında hasretim ben sana, uzat ellerini ve dokun toprağına, can bulsun dirilsin yeniden hayat maceran. Doğada en güzel şey nefes almaktır, her sabah camları açıp temiz hava solumak ve o temiz havayı içimize çekmek cenneti andırır bizlere.

Ben bir döngüyüm kar olur, yağmur olur yağarım kirliliklerin üzerine. Gece gündüz demeden fabrikalardan çıkar dumanlar, arabadan egzozlar... Kirletir durur şu güzelim atmosferi inceltir ozon tabakayı sonra yığılı verir zararlı güneş ışınları eritir, koca koca buzulları yok eder yaşam alanlarınızı ve sonra yok oluşunuzu izlersiniz sessizce ve yaşlı gözlerle. Mavi okyanuslar dalgalanır şimdi yunuslarıyla bin bir türlü canlıya yuva.Denizler, göller, nehirler nimettir ve yeryüzünde şifadır her bir bedene. Kirletip yok etme yıkıp döküp öldürme senin için yaratılan yaşayan canlıları sev ve kendini sev senin için olan her şeyi.

Haydi, kalk!Bir fidan ol, ardından gelecek yeni nesillere. Bir nefes ol yarınlara, içindeki oksijeni sal kirletilen havaya.Yeniden güzelleşsin sana verilen her bir âlem, yemyeşile bürünsün etrafın ilkbaharda açılan rengârenk çiçekleri andırsın ve bir gökkuşağı gibi kamaştırsın gözbebeklerini. Bütün heybetinle bir akarsu ol ak uzun vadilerden, bir papatya ol açıl kurutulmuş bahçelerden...

Ekosistemin birer örülü zinciriyim ben, öldürme içimde yaşayan canlıları, koparma birer birer halkalarımı avlama kanat çırpan bir kuşu, onlar ki gökyüzünün süsleri kulakların huzur dolu sesleri. Yeryüzünde yaşayan bir filim ben, kırma dişlerimi.Bir kaplanım, söküp çıkarma derimi ve üzerine yakıştırma bana ait bir şeyleri.Katletme beni, bozma bu kadar mükemmelce yaratılan bu döngüyü.

Sabahın doğan güneşini tatmadıysan, batarken arkasından el sallamadıysan, gece parlayan yıldızları parmaklarınla saymayı denemediysen, ayın yuvarlaklığından hilaline geçişini izlemediysen dur ve düşün biraz ne kadar eksik bir hayat yaşadığını, sonra bir doğa sesi ol ve haykır seni yok etmeye çalışan bütün engellere.

Haydi kalk henüz çok geç değil doğrul yeniden yerinden...

 

 

Van Hakkında Birkaç Hadsiz Kelam

Kutsal YAZAROĞLU

Öncelikle hepinizi sevgi ve en derin kalbi duygularımla selamlıyorum…

Biraz sizlere ülkemizin doğusunda bulunan Van ilinden yani ''Doğunun Paris'inden bahsedeceğim. İsterseniz önce kalkıp kendimize bir fincan kahve alalım ve öyle başlayalım sohbetimize… Ben 26 yaşında Vanlı bir genç olarak memleketim hakkında ne biliyorum, doğrusu orası muamma… Okul hayatımı da hep burada geçirmeme rağmen (ki şu an da yüksek lisansı da buradaki üniversitede yapıyorum) yine de memleketimi ve geçmişini tam tanıyabilmiş değilim… Çocukluğum doksanların sonuna denk geldiği içinde olabilir.

Van; Urartulara, Selçuklulara, Osmanlılara Erminelere… Hatta Kalelilere bile ev sahipliği yapmış bir kent… Kaleli dediysem mizah algılamayın sakın yani her türden insan şu an bile yaşamaktadır, bu her gün doğumunda güneşe ev sahipliği yapan bu muazzam kentte. Tarihini internetten de kopyala yapıştır yapabilirdim ama ben size karşı dürüst olmak istiyorum. Bana bu saatten sonrası ve yakın tarihi lazım memleketin… Tarih, tarihte kaldı…Kimse kusura bakmasın. Bir anı bile misal 80'lerdenbugüne2018'e getirebilir misiniz,imkânsız. Peki, bugün benim için Van ne ifade ediyor veya yakın tarihten bugüne: Kutsal için ne ifade ediyor. Bu arada ismim Kutsal, duyuyorum memnuniyetinizi… Çoksağ olun, ben de çok memnun oldum.

1991 yılında doğdum. Ve 1998'i hayal gibi hatırlıyorum… Bugün tarih 2018.Tam 20 yıl geçmiş az değil zaten yaşım 26…ilkokuldabir gün bizi meşhur Emek sinemasına Posta caddesindeki gerçek Emek sinemasına Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatını konu alan cumhuriyet filmin götürdüler, inanır mısınız şimdiki Artos İş Merkezi'nin önünden başında çobanıyla koyun sürüsü geçiyordu. Yaniçarşı, şimdi en işlek olan cadde böyle bir yerdi, işte onu demek istiyorum.

Peki, ne değişti geçmişten; öncelikle göç yani 90'larda köylerden göç (ki bu sonrasında yerini Şırnak, Şemdinli, Hakkâri, Başkale, Yüksekova ve ilçeler hatta çevre illerden dahi göç almaya başladı… Ve 70'lerdeki,80'lerdeki o mütevazı, herkesin birbirini tanıdığı, kültürü ve örfü, âdeti yerel olan bir memleket gitti, yerine bilhassa 90'larda aşırı kozmopolit ve değişik kültürlerle süslenmiş bir kent geldi… 2000 yılı ve sonrası… Yani şu an benim gözümde Van bir Bursa'dan, Mersin'den, Antalya'dan ve Adana'dan farksız. Bakın, yanlış anlamayın onlar kadar gelişmiş demiyorum ama kültürü ve özü onlar kadar yıpranmış olabilir.

Sonra spor; bir dönemler Vanspor'un Fenerbahçe'yi, Trabzonspor'u bile mağlup etmesini açıkça 90'lardaki doğu siyasetine ve kalkındırma politikasına bağlıyorum yani paranın işi hepsi. Şimdi neden el atılmıyor Vanspor'a? Bize UEFA gibi geliyor 1.lig. Zaten çok aramda yok sporla… Bir tek Nur Tatar isimli hanımefendinin başarısını kutlarım, yani Van'ı dünyaya tanıttı, haricinde hava cıva…

Sanat'a gelince; çok değerli yazarlarımız ve üstatlarımız var edebiyat dalında… Çok yetenekli müzisyenlerimiz var müzik dalında yani geçen kanun çalan birine denk geldim, bir kolejde müzik öğretmeni çokta mütevazı bir genç. Çocukluğundan beri çaldığını söylüyordu. Şimdi çaldığı kanun 8 bin TL, düşünün ama çok profesyonel o kadar hoşuma gitti ki. Çevremde onlarca resim yapan var, resmen tablo da boyaları konuşturuyor… Hayranoluyorum… Tiyatroya da yeni kültür sokağının açılması ile merak arttı… Çok güzel şeyler yapılıyor yani tiyatro artık Kültür Sarayının dışına taştı ki bu harika bir olay… Bir zamanlar tek olan Emek sinemasına şimdi 4 tane sinema daha eklendi… İşte bu da Göç'ün pozitif yanları şimdi doğruya doğru…

Bugün Türklere, Türkmenlere, Araplara, Romanlara, Çerkezlere ve Kürtlere ev sahipliği yapan bu kent (ki çevre iller ve ilçelerde bahsettiğim gibi yoğunlukta) halinden gayet memnun… Hiçbir şey aynı sürüp gitmez… Eski İstanbul var mı şimdi? Yani Van hiç durmadan büyüyor, kentleşiyor ve beton yığınına dönüşüyor… Yaşadığımız talihsiz depreme rağmen hiç durmadan gelişiyor. 1.deprem Erciş ilçesine vurduğu özellikle iki depremde Van daha ağır etkilendi ama daha çabuk toparladı.

Bugün eski değerler neredeyse yok denecek kadar az, haa şu var elimizi vicdanımıza koyalım, saygı, hürmet, misafirperverlik ve tatlı dil hâlâ bu memleketin yapı taşı. Fakat yozlaşma da hızlı bir şekilde devam etmiyor değil… Eski değerler, isimler, simalar bir bir kayıp gidiyor. Van'ın yerli ailelerinin çoğu göç edip gitti, 90'ların sonunda ve 2000'li yıllarda… Kalanlarda kendi köşelerinde… Zengin olan zengin olmayan ise bir köşeye sıkışmış kalmış yani ortası yok…

Ticarette eskiden yabancı sayılan Siirtliler şimdi yerli sayılıyor. Hep merkez dışından gelenler sürdürüyor ticareti yani geneli böyle… Bazı ismini anmayacağım yerlerde uyuşturucu kaçakçılığı çok fazla görüldüğünden, onlar da yatırımlarını potansiyeli yüksek Van'a kaydırdılar. Yani memleketteki bazı iş merkezleri bu adamlara aittir, şahsen şahit oldum. Son model arabalara binip, lüks villalar yaptırıp, altın yıldız takım elbise ve Radosaat ise onların tek vazgeçilmezidir. Şiddet bile bu tür insanlarla birlikte geldi bu memlekete yani bunu söylemek zorundayım gücenmek yok lütfen.

Bir de gölümüz var yani deniz diyoruz tabi… Deniz kadar derin ve büyük. Etrafında binlerce villa ve yazlık.. Sonzamanlarda, kafeler, restoranlar ve oteller yapıldı. Bazen düşünüyorum da Ankara'da olsa bu göl herhalde etrafındaki lüks otellerin kafesinde bir bardak çayı 20-25 TL'den aşağı içemezdiniz. Tek sebep mevsim değil sizin anlayacağınız.

Uzun ve soğuk kışı turizminin gelişmesini etkiliyor.Bir tutturmuşlar kahvaltı ha kahvaltı..Ya tamam iyi hoş da şimdi her şey de kahvaltı değil ki zaten yabancıya hitap ediyor genellikle, yerli evinde kahvaltı sofrasına dışarıdakinin on mislini döküyor. Yemekten ziyade bulunmaz nimet göl ile ilgili cazip şeyler sunulmalı turiste… Van kalesi de bu sınıflandırmaya dâhil. Gerçekten tam anlamıyla şaheser. Balığı,peyniri, yemekleri..

Yani sözün kısası Van güzeldir. Gelin Van'a Kavuşun Can'a der Kutsal kardeşiniz… Daha çok şey var söyleyeceklerim yani sayfalar yetmez ama ayaküstü birkaç kelam iyi oldu. Duyuyorumteşekkürlerini… Ben teşekkür ederim asıl yakın ilginize ve alakanıza… Esenle kalın…

Saygılarımla.

 

 

Hüzün Kokar Gurbet

Mehmet Muhlis ŞEPİK

Yolculuk başlar sıladan gurbette, gidenler yolcudur kalanlar garip. Ekmek kavgasına dökülür özlem. Hasret sinesini yırtar kavuşabilmek için. Uzun ve dayanılmaz bir kederle debelenip durulur..

Gurbetlik, ucu görülmeyen karanlığın ta kendisi. Özlem, hasret, merak, kaygı hep iç içedir. Mutluluk boyun büker. Gurbette giden halkım düşer gurbet eline. Ekmek parasına karışır özlem. Yılların yorgunluğuna aldırış etmeden bir kuruş daha fazla kazanabilme gayesi. Günü ayrı, gecesi ayrı dert. Gece olunca çöker hüzün içine. Eşler bekler bir telefon sesi, çocuklar babasının sesine sevinir, anne babalar çocuklarına duacıdırlar. Hayaller başlar iki telefonun arasında. Aradaki özlem anca bu şekil giderilir, saatlerce süren hasret konuşması.

Alır götürür onları anıların koynundaki ümitlere. Hasret büyür içindeki özlemler kahırlar başkaldırır. Sevgi içlerinde cıvıldayan serçelerdir ki gönül bağına toplanır bülbüller ve umut ederler daima vuslatın baharını. Sürgüne mahkûm, özleme ve hasrette müebbet yemiş bir çocuğun baba şefkati kalır uzaklarda, çocuğunun küçücük parmaklarına dokunamadan özlemlerini büyütür babalar. Baba deyişine, ilk adım atışına şahit olamaz sevinci...

Ancak bütün olanları tek tek can kulağıyla telefon ahizesinden dinler. Bir oğulun, kardeşin, aile özlemi yerleşir yüreklerine. Uzansa dokunamayacak kadar uzaktır mesafe. Umuda olan güveni göz bebeklerinde tebessümlüdür. Ayrı kalır tüm varlığına. Helalinden kaç kuruş kazanıp namerde muhtaç olmamaktır bütün derdi. Boynuna memleket özlemi borçtur, gurbet düşer payına her daim. Baba kokusuna hasret kalan çocuklar. Yatağında yapayalnız uyuyan eşler. Bazen yıllarca oğul yüzü göremeyen ebeveynler. Suçları sadece ekmek kavgası, özlem düşer yemeklerine boğazlarında kalır açlıkları. Günler geçmez aile ve mutluluktan mahrum kalırlar. Bir ailesi olup da aile içinde yaşamayanlardır onlar. Aileleri için hayatlarını feda etmiş, Asil ve yürekli insanlar. Üstündeki o gurur elbiseleri her yiğidin harcı değil. Ne yazık ki bir yere o üst başla gitseler hep dışlanıyorlar.

Aslında alnında öpülecek insanlardırlar. Onlar da bilir gezip tozmayı ama dediğim gibi onlar aileleri için hayatlarını hiçe saymış fedakâr insanlardır. Bazen çalışırken bir bakarsan ailesiyle yasadığı bir anısı gelir aklına sevinir ve yanındakine anlatır olur biteni. Özlem bu çoğaldıkça tüter insanın burnunda yaşanmışlıklar. Bir yakının hastalanması en çaresiz anlarıdır.

Memleketten haber gelir ve hep merak içinde olurlar. Susulmayacak kadar çok ararlar hastalarının durumlarını öğrenmek için. Sayılı günleri kaldıklarında akrep yelkovanı kovalamaz olur. İçlerinde sevinç kavuşma umudu dans eder kırlarda. Hele bir de bir yakını vefat ederse kıyamet kopar başlarına. Feryadı figan çıkar arşa işte o vakit. Aylarca kim bilir belki de yıllarca görememiştir vefat edilen kişiyi büyük bir hüsran pişmanlık sarar ruhunu. Onlarda istemez böyle olmasını sırf geride bıraktıkları rahat etsin diye kimseye muhtaç olmasınlar diye. Gözleri başkalarının eline bakmasın diye...

 Özlemi sineye çekerler sırf ailesi namerde muhtaç olmasın diye... Ve ölüm sadık kalır randevusuna. Bazen de gurbetçiler canlı dönemez evlerine. Bir aileleri olup da aileleriyle zaman geçirmeden feda ederler o asıl yürekli insanlar hayatlarını. Yüzlerindeki ter, en helal su'dur alnından öpülecesiler. Memleketlerinden uzak kalmış ailesine hasret ve özlem ekerler gurbetçiler.

 

 

Şüphe

Hasan SEVİNÇHAN

Tutar bir esrâr baştan ayaktan

Bu yalnız kalmanın dumanı

Ne ümit bekliyorum hayattan

Şimdi midir ümit bekleme zamanı

 

Maksadımı bilmeden yürürüm ben

Yürüdükçe düşer sürünürüm ben

Bilinmez bir yerde ölürüm ben

Ey mezar, istemem beni sıkmanı

 

Ne çıkar bekliyorum dünyadan

Dünyadaki varlığımı anlamadan

Bu soruları bir hayra yormadan

İstemem halimi sormanı

 

Bu bir şüphedir içime düşen

Nedir bu sorular kafama üşüşen

Şüphe midir kuşkuya dönüşen

İstemem hayat beni yormanı

 

 

Anam

Erol ÇELİK

Erkenden kalkardı tandır yakardı

Esbabı porakla teştte yıkardı

Yırtığı söküğü varsa dikerdi

Yükümü sırtında taşırdı anam

 

Üstüne giyerdi yamalı önlük

Tandıra vururdu fetiri günlük

Lavaşı yapardı haftalık aylık

Kilere sırtında taşırdı anam

 

Kuşlukta sağardı inekten sütü

Kömürlü ütüyle yapardı ütü

Yüzünü asmazdı yapsak da hata

Bizleri sırtında taşırdı anam

 

Hele akşam olup gelende nahır

Kokudan girilmez olurdu ahır

Kokuyu almıyor gibiydi zahar

Dışkıyı sırtında taşırdın annem

 

Elinde nacağı odun kırardı

Hazırlık yapardı soba kurardı

Yoruldum demezdi emek verirdi

Odunu sırtında taşırdı anam

 

Buzdolabı yoktu kileri vardı

Turşuyu peyniri saklardı orda

Şikâyet etmezdi hayatı zordu

Acıyı sırtında taşırdı anam

 

Gün böyle geçerdi almadan soluk

Toplardı tezeği yapardı kalak

Yem beklerdi ondan buzağı malak

Yemleri sırtında taşırdı anam

 

Baharda başlardı bahçenin işi

Ayıklar dururdu topraktan taşı

Hasatı alırdı gelmeden kışı

Kelemi sırtında taşırdı anam

 

Yumurta fasulye bulgurdu aşı

Kelemle gartolla geçerdi kışı

Arada sırada dayanır taşa

Yükünü sırtında taşırdı anam

 

Kovayı sallardı derindi kuyu

Kuyudan alırdı yemeklik suyu

Üzümle içerdi semaver çayı

Acıyı sırtında taşırdı anam

 

Gaz lambası idi eli ayağı

Arada yakardı gazlı ocağı

Benimle birlikte dokuz çocuğu

Of demez sırtında taşırdı anam

 

Tencere tavayı sonradan gördü

Tahtadan kaşığı gandığı vardı

Umutlu olsa da bitmezdi derdi

Çileyi sırtında taşırdı anam

Bakmadan Geçme