Mavi Şehrin Kalemleri

Mavi Şehrin Kalemleri

BARIŞ OLACAK ADINIZ

SEYFETTİN AVCI

Bir gün doğacağım gözlerinizden,

Süzülüp yanaklarınızdan düşeceğim toprağa.

Hayat olacağım ekilen tohuma bir gün.

Barış olacak özgürlük olacak diğer adım,

Sevgi olup yeşereceğim yeryüzüne.

Bir gün, bir gün mutlaka taht kuracağım gönüllere.

Semada yanıp sönen yıldızlar olacağım bir gün,

Işıldayan yakamozlar, sevgiliye edilen sözcük,

Şiirlerde mısra olacağım bir gün.

 

Kırlarda açan papatya olacağım,

Koparıp alacak eline her bir dalımı insanlar,

Koparttıkları her bir yaprağım seviyor olacak,

Aşk olacak, muhabbet olacak gönüllere,

Asla ama asla sevmiyor ile sonuçlanmayacak.

 

Doğan gün olacağım bir gün,

Canımdan can vereceğim canından can alınmışlara,

Mutluluk olup dirhem dirhem olacağım,

Kimsesi olacağım kimsesizlerin,

Gurbette kalanlara sıla,

Dört duvar arasında kalıp susamışlara,

Özgürlük olacağım bir gün.

 

Beklenen umut, edinilen dua olacağım,

Sevgi yolunu gözleyenlerin bakışı,

Bakışlardaki hasret olacağım bir gün.

Bir gün, gül bahçelerindeki güller olacağım

Kırıp batıracağım bağrıma etrafımdaki tüm dikenleri,

Bülbülün aşkına güller saçacağım.

Yine de adım barış olacak, aşk olacak, sevgi olacak

Nazik ellerde demet demet gül,

Miski amber gibi nefes olacağım.

 

Bir gün ama mutlaka bir gün,

Doğacağım yüreklerinizden,

İçeceğim sevgilinin gözpınarlarından süzülüp,

Gamzelerinde toplanan ab-ı hayatı.

Bir gün ölümsüzleşen bir çınar olacağım,

Sizler sevdikçe, kök salacağım toprağın derinliklerine.

Ve aşk olacak, sevda olacak, barış olacak,

Özgürlük olacak diğer adınız.

 

SABRET GÖNLÜM

MECİT AKTÜRK

Sabret gönlüm zârı bırak; hüznü gözden silmek gerek

Gayret bekler kulundan Hakk; direnmeyi bilmek gerek

"Dost" bildiğin üzsün varsın; duan, virdin yara sarsın

Niçin böyle çeşm-i zârsın; umut ile dolmak gerek.

Akan "ömrün" avucundan, düşene bak dil ucundan

Bin bilinmez yön içinden, doğru yolu bulmak gerek.

Edeb ile vursun örsün, öfkeni yen dinsin hırsın

Gönül yapmak senin dersin; yolda karar kılmak gerek.

Özün naza meyyal madem, hodbin ile olma hemdem

Tevekkül et, söz dinle hem; bir ayarda kalmak gerek.

"Vuslat" ise şayet murat, kalp kırmamak! Budur sanat!

Aman vermez derde inat, gülümsemek, gülmek gerek.

Hakk’ı söyle hep ayandan, korkma seni kınayandan

Kork, Allah’tan korkmayandan; Hakk üzere ölmek gerek.

Düşsen dahi sıkça dara, her işte bir hikmet ara

Şerri hayra yora yora, tefekküre dalmak gerek.

Yük oldukça kalbe çile, "Lâ havle" çek, sabır dile

Hâlden bilen bir dost ile; paylaşarak, bölmek gerek.

Göz odur ki, Hakk’ı göre, ibretle bak bakarköre

Ruh bekler ki, akıl ere; secdelere, gelmek gerek.

Nefsi ezmek ise maksat, say ki sende hep kabahat

Her bir kabir -gör- nasihat; ölümden ders, almak gerek.

Allah(c.c) deyu tekrar ile, "bir"liğini ikrar ile

Boyun büküp ısrar ile, sır kapısın’ çalmak gerek.

Farz et ömür gelmiş... geçmiş, ecel tene kefen biçmiş

Farkedince, her şey "hiç"miş; ürpererek solmak gerek.

Bil ki şeytan sana düşman, uyup ona olma pişman

Hakk’a kulluk en büyük şân; gerçek mü’min, olmak gerek.

 

ŞİİRLE AŞK YAŞAMAK

ŞÜKRAN GÜNEŞ 

Yüreğimin genişleyen damarlarında sen akıyorsun

Öyle çılgın , öyle deli, öyle mavi.

Bir an geliyor ki duygularım

Dalga dalga göğü arşınlıyor

Kabarıyor, yükseliyorum

Sarıyorum evreni

Say ki tusunami,

Coşuyorum, taşıyorum

Aman yarabbi...

 

Biraz yıldız, biraz hınzır, biraz işveli,

Bir vals tutturuyorum köpükler arasında,

Biraz düş, biraz gülüş, çokça seviş,

Ay ışığının gizemine erip

Sallanıyorum kucağında masum bir bebiş

Emiyorum sevdanı, çekiyorum içime

Yükseliyorum, arza doğru hortumu geçip

Doluyorsun zerrelerime

Çılgın bir sevinçle haykırıyorum

Bak diyorum, biz diyorum

Sen; sevgili sen.

Tutuldum,

Konuşamıyorum...

 

Biraz tutku, biraz ten, biraz murad

Yürekte kat kat,

Demleniyor damarlarımda aşk

Kabıma sığmıyorum,

Öyle lav, öyle volkan, kan kırmızı

Nasıl taşkınım, ben ki alevden top

Bedenimde dolaşan eller

Aşkı fısıldayan diller,

Kasıklarımdan uçuşuyor kelebekler

Havalanıyor birer birer

Yanaklarımda açıyor

Kızıl güller...

 

Ateşten daha sıcak buselerinle

Kor kor eriyor bedenim

Pişiriyorum sevda kazanında beni,

Ey sevgili,

Biraz sen odun at,  biraz ben

Bu aşk biraz kül, biraz duman,

Eşeledim aşk ateşini

Dursun an da zaman...

 

Nefesin nefesime karışıp

Çekiyorken içime seni

Ruhum ruhuna kavuşmakta

Şah damarımda bir volkan patlaması

Sen güneşin rahminde

Kızıl tanlar müjdelerken

Doğurduğum şiirimsin...

 

YALAN DÜNYA

 FATMA GÜRSOY

Bu dünya yuvarlanmış,

Gediğini duyarsızlıkta,

Boş sözlerde bulmuş.

Gücü eline alan yalakalıkla mahmuzlanmış,

Yalan methiyelerle göğsü kabarmış.

İğnesi masumlara batmış,

Çuvaldızı da umutlarının payına düşmüş.

 

Mertlik namertlerin diline pelesenk olmuş,

Sızlayan yürekleri yalan teselliler avutmuş.

Kabaran gurur vicdanları kör edip

Tüm doğrulara gözlerini yummuş.

Gökten üç elma düşmüş,

Üçü de ensesi kalınların kafasına üşüşmüş.

 

HASBIHAL

SONGÜL AKYILDIZ

Gel güzel dost!

Gel seninle,

Hasbıhal olalım

Sen türkülerini söyle,

Bense şiir okuyayım

Aramızdan kalksın dağlar denizler

Gün akşam olmadan

Dosta doğru yol alalım

Aşalım seninle bağlamanın tellerinde

 

Ben diyeyim;

Meftunum şiirlere

Mısralarda dizelerde

Bulurum kendimi.

 

Senin yüreğinden dökülsün

Ses olsun, nefes olsun

Can bulsun derdimin dermanı dert orağım türküler.

 

Irak iken yakın olsun yollarımız

Incinmesin dosttan aldığımız yaralar.

 

Sen desenki;

Deli gönül abdal olmuş.

Gezer elif elif deyi.

Ben desemki;

Ben anadoluyum tanıyor musun?

 

Sen desenki;

Uzun ince bir yoldayım

Gidiyorum gündüz gece.

Ben desemki;

Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı

Yürüdü uçurumun kenarına kadar.

 

Sen desenki;

Yokluk beni mecbur etti.  Gurbeti benmi yarattım.

Ben desemki;

Memleket isterim gök mavi dal yeşil tarla sarı olsun.

 

Gel güzel dost

Buluşalım seninle

Şiirlerde türkülerde.

 

Birde söyleyi ver benim için

Mevlam birçok dert vermiş

Beraber derman vermiş

Bu tükenmez derdime

Neden ilaç vermemiş…

 

AMNEMİN NASİHATLERİ

ŞENAY TEK

Annem sabah kahvaltısını toplarken çaydanlıktaki çayı bahçeye dökmemi söylerdi ve arkamdan seslenirdi,

'gübre o gübre güllerin dibine  dök'.

Bütün gül ağaçlarının diplerine bakar sonra lavaboya koşar tuvaletin deliğine döker annem farketmesin diye hızlıca şifonu çekerdim. Bunu hızlı yaptığımdanmıdır, şifonu çekerken etrafa sıçrayan çay kırıntılarındanmıdır, her defasında annem bilir ve bi güzel fırça çekerdi bana. Ama olsun, karıncalarıma bişey olmasında nasıl olsa annem söylenir unutur birazdan. Çok sıcak çaydanlıktaki çay, karıncalarım nasıl dayansın, hem soğuk olsa bile evlerini su basarsa ölmezler mi, hepsi yüzme bilmiyordur belki.

Evi hergün süpürürken

'yine karınca dadandı eve bey, bi çare bulsan şunlara, hayır yani kap kacağın içine giriyorlar .'diye söylenen anneme,

Babam okuduğu gazeteden başını kaldırmadan,

'berekettir hanım bırak girsinler, temiz hayvanlar'

 derken gülerek bana göz kırparak,

'sende şeker dökme şunlara, bak yakalanacan bende kurtaramam annenin dilinden seni' diye sessizce sözde fırçalardı beni.

Ağaçtan düşmüş, henüz kabuğundan tam çıkamamış serçe yavrusunu annemin oyalı yazmasına sarıp ağzına su damlattıgım ama ne yaptıysam ölmesine engel olamadığım kuşum için günlerce ağladığım, anneme

'benim kuşuma dua edermisin cennete gitsin' diyen o masum çocuk da bendim.

Bahçe duvarımızdan yola doğru sarkan erguvanlarımızdan koparan bir kızın saçlarını çektiğimi hatırlıyorum.

'Aptalmısın sen, öldürdün çiçeğimizi, nasıl canı acıdı kimbilir' diye bağırmıştım üstelik.

Bu yaşadıklarım saçını çektiğim kızın gözyaşlarımıydı?....

 

Bakmadan Geçme