Mavi Şehrin Kalemleri

Mavi Şehrin Kalemleri

VASİYET'İM

ZEKERİYA ÇAMCI

Ey dostlar etrafımda toplanın

Yolcuyuz gideriz bugün yarın

İyi bakın sarıp sarmalayın

Beş kilo yağı miras bıraktım

 

Oldukça kararlıydik çok nettik

Oturup bir istişare ettik

Dört yiğit almaya niyetlendik

Beş kilo yağı miras bıraktım

 

Sahip çıkın kıymetini bilin

Ara sırada tozunu silin

Dikkat edin adaletli bölün

Beş kilo yağı miras bıraktım

 

Ne hak yedim ne birini soydum

Kuruş kuruş bir kenera koydum

Yemeyi azalttım çabuk doydum

Beş kilo yağı miras bıraktım

 

Kolay olmaz öyle ha demekle

Harcama abur cubur yemekle

Zor sahip oldum binbir emekle

Beş kilo yağı miras bıraktım

 

Bakmayın doksana hemde yüze

Bir arada oturun diz dize

Gerek var mı ki başka söze?

Beş kilo yağı miras bıraktım

 

Paha biçilmez çoktur kıymeti

Ödedim epeyce bir serveti

Yetmez öyle herkesin kuvveti

Beş kilo yağı miras bıraktım

 

Özel kasasında saklıyoruz

Sırayla başında bekliyoruz

Bazen temizleyip paklıyoruz

Beş kilo yağı miras bıraktım

 

Zayide giderse bu diyardan

Az kullanın şaşmayın ayardan

Koruyun yaz sıcak kışın kardan

Beş kilo yağı miras bıraktım

 

KALBİMDEN SİLİNMİŞLER

ŞERİFE ESER

Yıllar aldı götürdü, içimdeki sevgini.

Anılara sakladım,

yabancı eller gibi.

Zamanlar alıp gitti,

bakışlarla duygunu.

Meyler gibi içerek,

Kalbimden silinmişler

 

Bana yazdığın şarkı,

kayıp olmuş,dilimde.

Senin hatıraların,

Görünmüyor yerinde.

Karanlığın içinde, dağılmışlar seninle.

Meyler gibi içerek,

kalbimden silinmişler.

 

Tesadüf karşılaştık, baktım yorgun gözleri.

Sanki solmuş o yüzü,

Uçup gitmiş sözleri.

Ruhunu rehin alımış,

kalmamış aşk özleri.

Meyler gibi içerek,

kalbimden silinmişler.

 

MASALDIK

MEHMET MUHLİS ŞEPİK

Aldandık seyrine yok olup gittik

Hayallerden kalma fasıldık bizler

Vuslatı düşleyip hicranla bittik

Gel gör ki yaşanan misaldik bizler

 

Başak vermez oldu yeşil  bağımız

Karlara mahkumdu yüce dağımız

Kemale ermeden  geçti  çağımız

Acıyla büyüyen  hasıldık bizler

 

Mutluluk sanmıştık  elemle dolduk

Ömrün baharında dertlerle solduk

Yürekler yorgundu çilekar olduk

Kederle avunan asıldık bizler

 

Anı defterine hatıra koyduk

Gönül ateşini ellerde duyduk

Bir vardık, bir yoktuk aslında buyduk

Hayat gerçeğinde masaldık bizler

 

ON YEDİ YAŞIM

ŞENAY T.E.K

Kaldırımlarda bıraktığım haylazlıgım

incir kuşları dadanmış Yemişlerimize

Trabzanlı evimizin yıkık bahçesinde son dem

Son kez gördüğüm babamın dudağına yapışmış buruk gülüşü

Birazdan geçer asvalt yoldan

Döner köşeyi sevdiceğim

Yediğim dayaklar gelir aklıma abisinden

On yedi yaşım geçer gözümün önünden

 

Gideceğim buralardan deyişimi düşünürüm sonra

Annemin hüzünlü gözleri dikilir gözüme

Tıkanır boğazım, unuturum günlerce ezberlediğim sözleri

Gençlik der annem heves der

Kolları açık, ağlamaklı karşımda

On yedi yaşım dünyaya baş kaldırma telaşında

 

Toylarda at sırtında kavak yelleri eser serin serin

Sanırsın dağların efesi yedi düvel yedi ceddimin

Aşk bir kuytuda Aşk hasta yatakta

Kalbimde eski sancılar özlemler kör sağır

On yedi yaşım geçiyor önümden ağır ağır

 

Yıl olmuş bilmem kaç bin yüz

Hayli bahar yaşamışım hayli güz

Sevdalar kara bağlar, kara bahtlar, talihler

Gülmeyen kaderlere yüklenir onlarcasi

On yedi yaşımın hiç dinmeyen gönül yarası

 

Ve musallada son bulur bu hikayede bu yürek

Yolculuğa çıkar gibi gülümseyerek

Kaç dünya keşifinden arta kalan anılar

Kaç bin yıllık zamandır yaşanan hatıralar

Öldüm gidiyorum burada bırakıp gençliğimi

On yedi yaşım gibi hatırla, sevgilim sen beni....

 

ÇOCUK

MENDUH BAYEZİT

Mutlu bir çocukluk yaşayanlar o muazzam anları sürekli tekrarlayarak zihninden silinmemesi için elinden geleni yaparlar. İnsanlar yaşadıkları güzel anıları hatırlamayı çok severler. Anlattıkları o anları yaşamış gibi hissetmek için sürekli tekrarlarlar. Karşılarındaki kişinin rahatsız olacağı umurlarında bile olmaz. Aslında anıları o kadar güzel ve özeldir ki onlar için, başkasının ilgisini çekmeyeceği akıllarının ucuna bile gelmez.

Her kuşak bir sonraki kuşağın kendi çocukluğundan daha zevksiz olduğunu söyler. Bizim zamanımızda diyerek başlayan bitmek bilmeyen eskiler anlatılır. Mesela babam zafer bayramında cebindeki kuruşu harcamanın sevinci ile bir gün önce hiç uyumadığını, ertesi gün kilometrelerce uzaklıktaki ilçeye yürüyerek gittiğini heyecanla anlatırdı. Dini bayramları anlattığında yüzünde aynı anda hem sevinç hem hüzünlü bir ifade belirirdi. “Köyün bütün çocukları toplanırdık. Ellerimizde bayramdan bir ay önce hazırladığımız poşetler olurdu. Köy köy dolaşır poşetlerimizi başına kadar şeker doldururduk.”

Konuya babamla başlamışken aklıma geldi. Bir arkadaşım geçenlerde hayatımız boyunca birçok çocuğumuz, birçok kardeşimiz, birçok sevdiğimiz olabilir fakat sadece bir annemiz bir babamız olacak demişti. Bu yüzden onların kıymetini bilmemiz gerektiğini sözlerine ilave etmişti. Genel olarak düşünürsek söylediklerinde çok haklıydı.

Fakat anne babaların da sorumluluklarını yerine getirmeleri gerektiğini unutmamak gerek. İyi ve kötü insanları anne babalar yetiştirirler. Kabataslak anlatmam gerekirse, benim için üç aile tipi vardır. Birinci tip aile, çocuğunun mutlu olabileceği bir ortam oluşturur. Eğitimine çok önem gösterir. Ve elinden geldiğince eksikliklerini tamamlar. İkinci tip aile, çocuğuna mutlu bir ortam sağlamaz ama var gücüyle onun geleceğine bir miras bırakmaya çalışır. Yemez, içmez, giymez. Tek hedefi mal, mülk biriktirmek olur. Üçüncü tip aile ise çocuğu için hiçbir şey yapmaz topluma her an patlayacak bir el bombası salıverir.

Mutsuz bir çocuğa bırakılacak mirasın hiçbir önemi yoktur. O tür çocuklar aileleri yüzünden hayat mücadelesine yenik düşerler. Bırakılan malı mülkü de çok kısa zamanda bitireceklerine hiç kuşkunuz olmasın. Oysaki mutlu ve eğitimli yetişen bir çocuğun kendine ve topluma yararlı bir birey olacağını unutmamanız gerekir.

Şimdiki çocukların bir sonraki kuşaklara çocukluklarını anlatırken hangi farklılıkları söyleyeceklerini çok merak ediyorum doğrusu. Anlatacak hiçbir anıları olmayacak dediğinizi duyar gibiyim. Aslında düşündüğünüz gibi değil, her neslin kendine göre iyi ya da kötü anlatacağı birçok anısı vardır elbet. Kim bilir, belki de o zamanlar ışınlanma yoktu. Uçak adında uçan tenekeler vardı diyecekler.

Birçoğumuz şimdiki çocukların yaşantısının kendi çocukluğumuzun yanından bile geçmediğini söyleriz. Haklıyız da. Her gün gelişen teknoloji hayatımızı kolaylaştırmış olsa da mutluluğumuzu azaltıyor. Çocuklarımızı hem bizden, hem de değerlerimizden uzaklaştırıyor. Aynı zamanda tembelleştiriyor. Bilim giderek bilgisiz olmalarını sağlıyor. Araştırmaktan uzaklaşarak hazır bilgilerle öğrendiklerini sanıyorlar.

Bana göre yetmişli yıllarda lise mezunu olmuş bir beyefendi ya da hanımefendi günümüzde profesör olmaya hak kazananlardan bile daha bilgili ve kültürlüydü. Bilgisizlik ve cehalet beraberinde güvensiz bir ortam oluşturuyor. Önceleri çocuklar bir başına çok uzak mahallelerde oyun oynadıklarında ebeveynleri hiç endişe duymuyorlardı. Şimdi ki zaman da öyle mi? Çocuklar evin bahçesinde oyun oynadıklarında bile ebeveynleri yanlarında durarak her adımlarını gözetliyorlar. Bu kötü ortamdan dolayı çocukluk arkadaşlıkları olmuyor. Evlatlarımız yan komşuların çocuklarıyla bile tanışamıyor, oynayamıyorlar. Maalesef dışarıdaki kötü ortamdan ötürü çocuklarımızın özgürlüğünü kısıtlayıp güvenli evlerimize mahkûm ediyoruz.

Biz yani doksanlı çocuklar her ne kadar yoklukla mücadele etmek zorunda kalmış olsak da, şimdiki çocuklar gibi şanssız değildik. Bizden önceki kuşakların birçok değerlerini ve oyunlarını aldık doyasıya misket, kör ebe, topaç, dokuztaş gibi oyunlar oynadık. Şimdi beton parçaları ile doldurduğumuz futbol sahası büyüklüğündeki çayırlarda top oynayan çocuklar var mı? Aslında çocuklarımızın yaşam alanlarını daraltarak onları elimizden alan teknolojiye bizde yardımcı oluyoruz. Çocuklarımızın bizim gibi çocukluk yaşamaları için hiçbir çaba sarf etmiyoruz. Bırakın bir çaba sarf etmeyi tam tersi ellerine telefonlarımızı tutuşturarak onları adeta hipnoz ediyoruz. İşin kötü yanı herkes benim yazdıklarımı sonuna kadar onaylıyor ama birçok kişinin uygulamak işine gelmiyor. Çocuklarımızın çocukluk yaşayabilmesi için çaba sarf edelim. Geleceğimiz oldukları için değil, mahrum kalmamaları için.

  

YALANCI ZAMANSIZLIK

ORHAN YAVRUÖZTÜRK

Sahi gecenin hangi saatleri bunlar.

25'mi, 27'mi... Bilmiyorum.

Çünkü ben 24'leri çoktan yitirdim.

Yine mi uydum gözlerinin kahveliğine.

Sebepsizce mi, kırk yıllık rüyalarım yastığın arka yüzünde üst üste birikti.?

Ve yine mi peşinden sürükledi beni yatağın soğuk  tarafı.

Sessizlik köşe bucak çoğalırken yorganımdan,

Sahi sen  benim sesimi çatık kaşlarının ardından mı görüyorsun?

 Çıktığın o eşikten.

Yıldızları sönmüş bu dört duvarlı şehirde

Mumlar kokunla alev alıyor yatsıya kadar.

Sonra aniden bi hoşçakal sesi bulutları gözyaşlarına boğuyor

Ve hiçte rahmetmişçesine ağlamıyor gökyüzü.

 Onca bağ, bahçe... Gün ve güllerim talan oluyor.

Ve aşık bülbüllerime fesleğenler sunuyorsun bir rahmet göz yaşınla.

Yine mi aşk ve bereket tanrıçalarımı birbirine düşürdün.

- Hayır mı ? ah ah  ben bu sözlere doyurdum karnımı çoktan.

- Peki öyleyse  güneş ilk benim coğrafyamı selamlarken neden en uzun kışları memleketim yaşıyor ? Neden kokunla alevlenen mumlar gecemi aydınlatmayıp yatısıda sönüyor ? Sen baharlarımı çaldığın zamanlar güzeldin.

Artık seni güzelleştirecek baharlar yetişmiyor bende.

Bundan sonra ben sana inanan bir günahlar, sende beni kandıran bir yalancı olarak kalacaksın.

Bakmadan Geçme