Van Gölü İncileri

Van Gölü İncileri


Güzel Van’ım

BURHAN KIRICI

Güzel Van’ım!

gülün yaprağına kına yakmış memleketim

Süleyman Han Camii’nin narin minaresine

kızıllığını bırakan güneşin yeşil ülkesi,

gönlümün her yanı bam telidir

baldıran şerbeti içirdin sana vurgun,

sana yanık yetim yüreklere

Sensiz bir hiçtir

Van Gölü… göğün en mavisi!

okyanuslardan kopan yüreğimin sessiz gülü,

inci kefalimin deruni sığınağı,

her gün batımı “Ahtamara” inleyen zümrüdüm

ne mahzun gecelerine nağmeler dizen ırmak

ne de seni örten bembeyaz bir kristal olduk.

Evde Gal Van

Figen Çakan Oral

Her gün avmlerde, suvağlardasan

Ora senin, bura menim gezmağlardasan

Nolacağ sanki biraz evde otursan

Gurban olam Vanli, bir ay evde gal

Eş, dost, ekrebaya zaten gitmidiz

Telefon edip de hetir sormidiz

Corona gelende gıymetli olduz

Gurban olam Vanli, bir ay evde gal

Ablalar, bacilar azıcığ sabredin

Bu illet bitsin istersez uzaya gidin

Milletçe bereber el ele verin

Gurban olam Vanli, bir ay evde gal

Yaşli amcalara odibis bedava

Her gün çığilar carşı bazara

Corona gelende gopar yaygara

Gurban olam Vanli, bir ay evde gal

Corona gelip kimin umurunda,

Kimse olayi tağmi,öz havasında,

Van da virüs gapacağ,eni sonunda.

Gurban olam Vanli, bir ay evde gal.

Yaşliların evde cani sığıli

Gençler hafife ali, gezi, eyleni

Çığmayanların peki nedir günahi?

Gurban olam Vanli, bir ay evde gal

Keyiften mi gidiler, elde yoğ para

Herkes zengin değil,ne yapsın fukara?

Yine ortada galdi, garip beçara

Gurban olam Vanli, bir ay evde gal

Figen der, ölümüz galdırılmayacağ

Üzerimize dua oğunmayacağ

O zaman mi içiniz rehet edacağ?

Gurban olam Vanli, bir ay evde gal

Gözün sevem Vanli, bir ay evde gal.

VAN

Leyla Yiğit Kaya

Ne güzel bir şehirsin

ak duvaklı gelinsin

gurbet eller ne bilsin

sen benim hasretimsin

O güzel gözlü kedini

deve sırtı kaleni

masmavi denizini…

bil ki hasretimsin

Gurbetteyken ey Van'ım

şahımsan şanımsan

bir içimlik çayımsın

semaverde fokurdayan

en güzel demimsin

Şelalenin mevsimi yok

balığının hası çok

akan çayın sesi hoş

güzel Van’ımsın.

65'tir Plakamız

Fikret Onay

"Van Gölü kenarında geçti

çocukluğumuz

taş sektirmekti

en eğlenceli oyunumuz

Van'dır o yerin adı

bir başkadır muradı

harika insanları

çok güzeldir havası

[65 ' dir plakası]

Van'da doğmak farklı

Vanlı olmak ayrı

bizler, Van çocukları

yaşamaya sevdalı

Çiğ Altında Kaldı

Hamide Donmuş

Beyaz örtüye büründü Müküs’ün dağları

örümcek değil çiğ örmüş dev ağları

yine göğe yükseldi annelerin çığlıkları

çiğ altında kaldı vatanimin yiğit evlatları

Çığ altında kaldı ciğerim

Nuh tufanını anımsatan felaketler

artık acaba ülkemizi neler bekler

anneler feryatla acıyı sineye çeker

Çığ altında dondu yüreğimiz

bitmez mi bu acı ve keder?

çiğ altında kaldı ciğerimiz

yeryüzü giymiş kefeni

 gökyüzü ağlar mı ağlar

Sarıkamış, Bahçesaray şehitleri

bağrımızı dağlar, ahh

sadırlarımıza indi kara bulutlar

çığ altında canımız kaldı.

DÜNYADAKİ CENNETİM: ŞAMRANALTI -2

Muhammed Gürcan

Şamranaltı’nda hayat çok erken başlardı. Sabah namazından sonra kadınlar gün aydınlanmadan çayı demleyip kahvaltı hazırlıklarına başlar, kavut ve murtuğanın eksik olmadığı ailece yapılan kahvaltının ardından babalar işe giderken anneler evin sığırlarını ahırdan çıkarıp mahallenin nahırcısına (çobanına) teslim ederlerdi. Genç kızlar metal kovalarla yolu suladıktan sonra hepsi yan komşunun kızıyla eş zamanlı kendi kapısının önünü elde bağlanmış uzun süpürge veya sekevil dediğimiz ağaç çubuklarından yapılmış sert süpürgelerle süpürürdü. Tozu giderilmiş sokaklarımızı mis gibi temiz toprağın kokusu sarar, çalışmayı eğlenceli hale getiren kadim kültürümüzün bekli de en güzel yanlarından birini bu birliktelik ruhu oluştururdu.

Anadolu insanının genelinde olduğu gibi aile içindeki hiyerarşik yapıda en önemli işlev annenindi. Sert, otoriter ve kendine has disiplini içerisinde çalışan babanın beklentilerine uygun koordinasyonu sağlamak ve evdekilerin sorunlarını usulünce hallederek, kendisine biçilen sabırlı, yapıcı ve uyumlu rolü en güzel şekilde yerine getirip, ailenin sükûnet içinde yaşaması için çırpınan anneler, ortaya çıkan her problemin biricik kaynağıymış gibi, kocasının bağırıp çağırmasına muhatap olarak, yıldırımları üstüne çeken bir paratoner misali, o öfkenin yerini merhamete bırakması işini üstlenirdi.

Babalar bir zayıflık gibi kabul edilen şefkatini gizler, büyüğünün yanında ve toplum içinde çocuğunu kucağına alıp öpmez, ancak yaşanan bir ayrılığın (evlilik ya da askere gitme gibi), hastalığın veya kötü bir hadisenin giderilmesi sırasındaki çabasıyla sevgisini çok nadir ele verirdi. Yüreği Güneş kadar uzak ve sıcaktı. Kaf dağının arkasından süzülen bakışlarını ailesinin üstünden bir an dahi eksik etmez, ıraklardaki cevherden kıymetli mevcudiyeti ancak yokluğundan sonra anlaşılırdı.

Misafir ve komşuluk hukuku tüm necip milletimizde olduğu gibi Şamranlaltı ahalisinde de ayrı bir öneme sahipti. Misafire ikram tarifsiz bir cömertlik örneğiydi; neredeyse evde yiyecek içecek ne varsa ortaya çıkarılıp zevkle konuğun önüne bırakılır, hatta ısrarla yedirilip içirilirdi. Komşu öyle mühimdi ki, pişirilen bir yemeğin kokusu gitmiş olabilir veya o bu yemeği seviyor diye komşuya da bir tabak yemek gönderilir, komşu ise tabağı geri getirirken incelik gösterip başka bir yemek doldurarak iade ederdi. Aşure günü ve Mevlid Kandili gibi mukaddes günlerde, sıkıntıdan kurtulunca veya güzel bir olay yaşandığında komşulara sıcak ekmek, aşure aşı veya kesilen hayvanın etinden dağıtılırdı.

Mahallede biri vefat etse üç gün televizyon açılmaz, komşunun acısına hürmeten alenen gülünmez, açık eğlenceden sakınılır, hatta o yıl bir düğün yapılacak olsa cenaze sahibinin müsaadesi ve rızası alınarak gönlünün incinmemesine yönelik naziklik gösterilirdi. Uzak bile olsa bir kimsenin hastalandığı işitilse, “gahın gidah falancaya deyah (ziyaret etme), ayıptır, dede-baba gomşumuzdur” şeklinde bir yakınlık ve hatır - gönül borcu olduğu vurgulanır ve ailenin erkekleri bir araya gelerek hastaya giderlerdi. Kadınlarsa kendi aralarında ziyaretlere gider, akraba ve komşular arasındaki sosyal bağı, iletişimi güçlü tutan asıl unsurlar olarak kendi aralarında farklı bir dayanışma içinde bulunurlardı. Evlerinin rutin işlerini bitirdikten sonra birbirlerine haber gönderip yemek için belirlenen bir bahçeye toplanırlardı. Yemek yaz aylarında çoğunlukla Ayran aşı ve tuzlu balıkla birlikte mercimek veya bulgur pilavı, turşu ve yeşillik olurdu.

Ayran aşı dışarıda kurulu bir ocağa konulmuş dev kazanın içine doldurulan ekşimiş sütle dene (sütlü buğday) ilave edilen evelik, kızırik, kazayağı, kabak ve pancar gibi bahçeden toplanan nebatla zenginleştirilirdi. Aşı pişiren kendi yöntem ve kabiliyetiyle geliştirip keşfettiği püf noktası ile maharetini göstererek lezzeti arttırabilirdi. Yeşillik soğan, turp, maydanoz, kişniş, reyhan, roka ve dereotu gibi bostan mahsulü olduğu gibi, çatlanguş, inek alnı ve kızmemesi gibi yöre halkının isimlendirdiği yabani bitkiler de olabiliyordu. Yemekler mevsimine göre şille, çılbır, keledoş ve erişte gibi mahalli yemekler olarak da hazırlanır,  tıpkı peynirimiz gibi yemeklerimiz de kır kokardı.

Doğal kokuya öylesine aşina bir toplumuz ki aromalı oda spreyleri bilinmezken annelerimiz yüzyıllarca, güzün toplanan bazı kokulu bitkileri, ayva veya şamama dediğimiz küçük süs kavununu evin bir köşesine asar kokusunun her yere yayılıp sinmesini sağlarlardı. Kadınların her evden ayrı katkıyla oluşturduğu sofrada, başköşeye yaşça en büyük olan oturtulur, diğerleri kendi aralarında yer ve minder göstererek birbirlerini de ağırlardı. Aralarında utangaç yeni gelin veya yabancı varsa hızla ortama kazandırılır, muhabbet ve sohbete tuzlu balığın susattığı dudaklar, içine limon ve ayva dilimlenmiş kan kırmızısı semaver çayıyla serinletilerek devam edilirdi. Bu toplantılar sık sık tekrarlanır, bazen birlikte kaleye veya denize pikniğe gidilerek daha büyük eğlencelere dönüştürür ve komşular arası ilişkiler güçlenerek devam ederdi. Büyüklerimizden bize sirayet eden bu sıcaklığın etkisiyle biz de birbirimizi aynı evin çocukları gibi görür, tek bir yürek hissiyatıyla kendi evimize girer gibi komşularımızın evine girip çıkardık.

Bir Yönüyle Van

Mustafa Ayyürek

Bir şehir ile ilgili ne anlatabiliriz; Tarihi dokusu ve kültürü mü? İnsan yaşantıları ve beklentileri mi? Coğrafi konumu ve dünyadaki kendisine has, benzersiz özellikleri mi? Ya da bunların hepsi mi? Eğer bahsedeceğimiz şehrin 7000 yıllık bir geçmişi varsa anlatacağımız çok şey var demektir. Ve ne kadar anlatırsak anlatalım yaşanmışlıkları gün yüzüne çıkaramayacağız… İşte bu ihtimale rağmen biz bu şehre belki de farklı noktalardan gelgitlerle bir göz atacağız. 

 Bahsi geçen şehir Urartulara başkentlik yapmış bir yer. Büyük İskender’in, batıya açıldığında aşmak zorunda kaldığı ve daha sonrasında ise farklı devlet ve beyliklere uğrak yeri olmuş, doğası ve mevsimleri açısından yaşamaya elverişli bir yer ( Kış aylarında biraz sıkıntılar olabilir). Tıpkı benim gibi sizde nereden bahsedildiğini biliyorsunuz. Burası VAN. “Doğunun İncisi” ve güneşin battığı yere açılan kapısı. Eski adı Tuşba (Urartu’ca).

Hatırlandığı zaman akla gelen ilk üç öğesi sırasıyla; Gölü (Vanlılar göl demez deniz der), Kedisi (renkli gözleri ile bir istisna) ve tabii ki Kahvaltısı( Rekor sahibi). Yani su, canlı ve ihtiyaç üçlemesi artı meşhur Van Gölü Canavarı. Üçleme demişken bu üçleme ile ilgili henüz gün yüzü görecek bir olaydan bahsetmek istiyorum. 

Şöyle ki; Van kedisi Gevaş’ta, Akdamar adasının karşısına geçer ve adaya şöyle bir baktıktan sonra yahu ben yüzerek oraya kadar gidebilirim, der. O ana kadar sakin ve durgun olan Van Gölü birden bire fırtınalar koparmaya başlar. Adaya yüzmekle gitmek bir tarafa Titanik Gemisi gelse dahi adaya gidilmez. Bizim kedi vira bismillah, der ve göle atlar, dalgalar onu kıyıya vurur. Bir daha vira bismillah yine kıyı ve… Vira bismillah kıyı… Dayanamaz benim bunu başarabilmem gerekiyor (Vanlı inadı), ben Van kedisiyim, diye dert yanar. Aradan bir süre geçer ve tekrar dener.

 Oooo bu defa baya bir ilerler. Yolu yarıladığı zaman gölün durgun halini bozan canavar ortaya çıkar. Ağzından ateşler püskürterek kediyi engellemeye çalışır. Kedi hop bir hareketle canavarın ağzındaki ateşi söndürür ve sonrasında da adaya ulaşır. Bu zamana kadar hiç kimse bunu başaramadı, adaya ulaşamadı diyen canavar; alay konusu olacağım olııımm… Nasıl başardığını anlat çabuk, terki-i diyar yapacağım. Ve Van kedisi konuşur; sen ıspanak nedir bilir misin? Bilirim. Heh, işte ben kahvaltıda otlu peynir yedim olııımm, yavrum hem de sirımli.

Tarihi dokusunun yanında Vanlılar tarafından kendilerine has esprileri ile hikâyelere konu olan, olamaya devam eden ve edecek olan bir şehirdir Van. İnsanının bir zamanlar çoğunun kırsal kesimde yaşadığı, toprağını alın terleri ile suya doyurduğu bir yer. Kışları uzun ve çetin geçer, buna rağmen tıpkı İnci Kefalinin sodalı gölde dahi yaşamayı başardığı gibi Van insanı da çetin kış şartlarına rağmen burada hayatını devam ettirir. Devam ettirir çünkü topraklarına sımsıkı bağlanmış bir insan hikâyesi vardır burada. Tarihin eskitemediği, eskitemeyeceği de aşikârdır. Vanlıdır, şanlıdır tıpkı dili gibi kalemi de sözü heyecanlıdır…

Van kendisine has felsefesi ile ayakta kalmayı başarmış eşsiz bir şehirdir. Rakımı çok yüksek 1727 m., gölü (denizi) bilinir, rakımı 1646 m.. Ama buna rağmen donmaz, buz tutmaz kış aylarında çünkü Van’ın bir felsefesi de gölü her daim diri tutmaktır. Hayat ile bağları kopmamış, bir küsur milyon insan yaşar topraklarında. Akan bir şelalesi vardır toprakta, yüzen dört adası vardır suda.

Bizim Mahalle

Nuran Demirhan

Geçmiş zaman olur ki, hayali cihana değer. Dünyadaki hikâyemiz ne zaman başlar bilemeyiz. İlk insandan bu yana değişmeyen ve değişmeyecek iki kavram, aile ve yaşanılan mahalle, doğup büyüdüğümüz mahalle kültürümüz.

Komşuluk ilişkilerimiz yaşanılmış ne varsa alır götürür sizi eski yaşanılmış ocaklara. Bizim mahalle Tepebaşı Mahallesiydi, mahallemiz kocaman bir aile gibiydi. Değerlerin ve insanlığın unutulmadığı yaşanılan hikâyelerin olduğu acı ve tatlı zamanlardı. Mahallemizde herkesin ismine veya mesleğine göre lakabı vardı. Bakkal Ali, Sütcü Ali Asker, Mahallenin taksicisi Ali Oyman, Yazar ve şair Abbas Güven, Tekelci Ali Ekber, Erçişli Ali, Pansumancı Memed efendi, Molla Ahmet, Laz hacı, Pehlivan Enver, Koreli Dursun, Kasap Ahmet, Hasan Karadağ, Terzi Cemile, Terzi Nezihe, Muhtar Piruze, Muhtar Firuzan, otoriter Seriye, Erişteci ve tatlı dilli Reyhan bunların yanı sıra o kadar güzel değişik lakapları ile anılan büyüklerimiz ve atalarımızın yaşadığı mahallemiz sevgi ve saygı doluydu.

Bu değerli büyüklerimize Allah'tan rahmet diler, mekânları nur dolsun demekten başka söz bulamıyorum. Sabahları işe veya okula giderken karşılaşacağımız ilk kişiler komşularımızdır. Akşam eve gelince yine göz göze geldiğimiz komşularımızdır. Günümüzün başında ve sonunda yer alan değerlerdir. Hasta yatağındaki anacığımla sohbete daldık, geçirdiği rahatsızlıktan dolayı sürekli konuşturup sohbet etmek için sorular sormaya başladığımda ilk anlattığı şey mahalledeki komşuları oldu. Mahallemizdeki unutulmaz anıları o kadar çoktu ki, ama hafızasında kalan her yaşanılmışların güzelliklerini unutamadığını bilinçaltındaki sevecenliği olduğunu anladım.

Sözlerine başlarken yaz aylarının güzelliğinden, bahçelerden meyve çaldıkları günleri anlatırken gülmeye başladı. Yazın en sıcak günleriydi, yengenle elma hırsızlığına gitmiştik elmaları eteğimize doldurduk bahçe sahibinin tanıdık ve sert biri olduğunu vurguluyordu. Elmaları eteğimizde toplamaya devam ederken yanımıza mööleyerek gelen ineğin sesi ile eteğimizdeki elmaları fırlatıp kaçmıştık. Anlatırken hem gülen, hem ağlayan canım anam.

Mahallemizdeki kadınlar ile başka neler yapardınız nerelere giderdiniz diye soruyor, konuşmasını can kulağı ile dinliyordum. Rahmetli Emine abla bizi toplar çoluk, çocuk sinemaya götürürdü.

Bir gün önceden herkese haber salardı. Yarın şu film var işinizi gücünüzü ayarlayın sinema paranızı, gazoz, çekirdek ne alacaksanız alın yanınıza çoluk çocuğunuzun ihtiyaçlarını temin edin yarın güzel film var benden demesi gelecekler herifinden izin alsın derdi. Sinemaya gidince yanımızda mendillerimizi unutur muyuz ki diye devam etti anlatmaya. Ne acıklı ne güzel filmler olurdu. Sinemadan çıkınca hepimizin gözleri şişmiş yolda eve gelene kadar filmi anlatırdık. Birlik ve beraberliğimiz hiç bitmezdi kızım hastası olana yardım ederdik, işini, yemeğini yapardık. Bebeğini yıkar kundaklar yardımına koşardık. Kimin hangi konuda ne bilgisi varsa ondan yardım alır tecrübe sahibi olurduk. Misafiri gelene evimizde yemek yapar götürürdük, taziyesi olanın evinde yemek pişirilmesine izin vermez evlerde yemek pişirilip götürür acısını paylaşırdık. Taziyesi olan komşumuza saygıdan, hürmetten ötürü radyo, teyp açmazdık sesli gülüp neşelenmezdik onun acısına ortak olurduk. Yasını birlikte yaşardık. Mahalleli kadınlar ile toplanıp perşembe günleri Kaleye yürüyerek gider, gelirdik. Pikniğe en çok fidanlığa, iskeleye giderdik. Her birimiz bir şeyler yapardık. Çullarımızı serer, semaverlerimizi yakarken çoluk, çocuk çoktan denize girmiş olurlardı. Çocuklarımız küçükken hastalanınca komşumuz imdadımıza yetişir gerekirse kucağında, belinde hastaneye yetiştirirdi

Evlerde ne pişerse komşuya verilir, komşu da tabağı asla boş göndermezdi. Komşusu aç iken, tok yatan bizden değildir, cümlesi ile daha fazla yormak istemedim anacığımı.

Ev alma, komşu al, sözlerini yine hatırlatır bizlere.

Vansesi Özel Haber

Bakmadan Geçme