MAVİ ŞEHRİN KALEMLERİ

Vansesi Gazetesi ile Van Yazarlar ve Şairler Derneği işbirliğiyle mavi şehrin kalemleri yazıyor.

Sessizliğin Sesinde Kaybolanlar

Ayşe Akyol

Gündüzün tüm alışılmış muhabbetlerini, ezbere gülücüklerini, tekdüze hareketliliğini bir kenara atıp, temiz bir kâğıdın ve az bir mürekkebin ruhumdaki sıkışmışlıklarla ve aklımdaki karmaşıklıklarla savaşa girdiği hoş kokulu bir yaz akşamı yalnızlığımı da karşıma alıp satır satır kayboluyorum. Önce birkaç mısra anlatmak geliyor içimden ve seslenmeye başlıyorum büyük koltuklu küçük beyefendilere, nefesi açlık kokan çocukların umutlarının bir üst otomobil kadar önemsenmediği düzene, tabiatın eşsiz güzelliğinin kapitalist sistemin ve sömürgeci devletin arasında her gün pervasızca görmezden gelindiğine...

Sonra şiirin ağırlığına, kelimelere taşıyamayacağım yükler verdiğime dem vuruyor içimde bir yerlerde yatan ve günün yirmi dört saati bıkıp usanmadan benimle münakaşalara giren başka bir ben. Ben de bir bakıma ona katılarak zaten şiir kurallarına pek uymadığımı da bahane ederek satırları silerken, kafamdaki düşünceleri de tekrar tekrar boşluğa atıyorum. Beyaz kâğıdın boş kalması omuzlarım da bir yük oluştururken "bu sefer olacak" diyorum. Gözlerimi kapatıyor ve kulak veriyorum etrafın sessiz gülücüklerine.

Sokak lambasının ışığı arasındaki yapraklar hayretle şehri dinliyorlardı. Bahar seneler sonra yavrusuna kavuşmuş bir anne edasıyla kucağını açmış, renk renk kokan çiçekler eşliğinde insanları çağırıyordu. Rüzgâr, güzel bir kızın saçlarına dolanıyor; âşık bir adamın içindeki kelebekler aramıza karışıyordu. Denizden gelen iyot kokuları yeniden doğmuşuz gibi yaşama arzusu vadediyordu. İşte o an yeryüzü aşkın yüzü oluyordu." diye satır satır yazıyorum.

Hemen ardından ya tam bir şiir olmadığına dair tedirginliğimden ya da okuyucu beğenmeyecek diye kaygılarımdan olsa gerek bu satırları da siliyorum. Bu sefer iyi bir hikâye yazacağım diye geçiriyorum içimden. "Madem dünya hikâyelerle dolu, bir tanesi de benim kalemime sığınır." diyor.

Daha yazıya başlamadan "Ne yazacağım?" sorusu içimde dağ gibi büyüyor ve yaklaşık yarım saat bu soruyla cebelleşip en sonunda da vazgeçiyorum. Elimde kalan tek şeyim roman olduğunu fark eder etmez kalemimi tekrar elime alıyorum. Psikolojiden polisiyeye, korkudan aşka türlü türlü yazıyor günümüz insanı sever diye araya biraz egzotik katıyor sonunda da tekrar tekrar siliyorum. Ben mi kelimelere hükmediyorum yoksa kelimler mi beni esir ediyor, anlayamıyorum.

Gözlerimin ağrıdığını, saatin de ikiyi gösterdiğini fark edip ilk başladığımdaki temiz bir sayfa ve biraz mürekkebin verdiği hüzünle beraber edebiyatçı ruhumun kurallar altında ezildiğini de görünce sessizce yatağa kıvrılıp gecenin tatlı uykusuna eşlik ediyorum.

 

 

Nefsin Yapısı ve Bilgiyi Elde Etme Süreci

Hâkim Çiftçi

Farklı fikir akımlarından etkilenen İslam düşünce geleneğinde bilgi, etkileşimin doğal bir sonucu olarak çeşitli şekillerde ele alınmıştır. Bu bilginin temel karakteri bilen (akıl) ile bilinen (makul) arasındaki ilişkiden doğar. Akıl sahibi bir varlık olarak insan, çevresiyle etkileşime geçer ve aklı ile aklettiği şey arasında bağ kurarak bilgiyi elde eder. Genel olarak fizik ve metafizik alanı iç içe ele alan bu düşünce geleneğinde, beşeri bilgi ile ilahi bilginin birbiriyle bağlantılı bir şekilde olduğu göze çarpmaktadır. Söz konusu bu yaklaşım biçiminde fiziki dünya ile manevi alanın irtibatından doğan bilme ve bilgi Psikoloji (İlmu-n nefs) alanı içerisinde ele alınmıştır. Bu alanın (İlm-n nefs) esas kaynağı klasik dönem filozoflarından olan Eflatun ve Aristoteles'tir. Müslüman düşünürler bu iki filozofun Psikoloji ile ilgili görüşlerini, onlardan öncekilere nazaran daha çok itimat etmişlerdir. Onlardan aldıklarını kuru bir taklitten ziyade üreterek psikoloji alanında hatırı sayılır bir gelişme kat etmişlerdir. Eflatun'un ağırlıklı olduğu bu Eflatun ve Aristo uzlaştırmasında Yeni Eflatunculuk biçimi Psikoloji alanında büyük yer kaplamıştır. İslam düşünce geleneğinde Psikoloji, klasik sınıflandırmada teorik bilimlerden olan tabiiyetin(Pozitif Bilimler) bir alt dalı olarak geçmektedir. Bu sınıflandırmanın yapılmasında insanın hem bedenen dünyada bulunması hem de faal akılla (Cebrail) ittisal kurabilme yeteneğinin olması yani metafiziksel boyutunun olması etkili bir nedendir. İbn-i Sina ilimler tasnifinde psikolojiyi tabiat alanının içerisinde zikretmiştir. Çünkü ona göre fizikle bağlantılı olarak manevi idrak ve ruh ilahi kaynaklıdır.

İslam düşünce geleneğinde ruh ve manevi alanla ilgili eserleri ilk olarak Kindi kaleme almıştır. Daha sonra gelen İbn-i Sina bu alanda müstakil eserler vermiştir. Aristo'nun ruhu, ''Canlılık yeteneği olan tabii cismin ilk yetkinliği'' şeklinde tarif etmesi, İbn- Sinacı görüşün oluşmasında etkili olmuştur. İbn- Sina'da fiziki âlemle irtibatlı olarak ruh, insanda var olan madeni, hayvani ve nebati özelliklerle beraber insan yapısının önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Bu özelliklere göre ruh, ölümsüzdür. Canlılık vermekten ziyade, canlılık özelliği olan varlığın asli unsurudur. Bu şekilde nefsin beden ile ilişkisi, cevheri ve ölümsüzlüğü konusunda Aristo'dan ayrılan İbn-Sina psikoloji alanına eklediği bazı nefis güçleriyle katkı sağlamıştır. Söz konusu bu katkı nefis-beden ilişkisinde kendini göstermektedir. Burada nefsin bedenle ilişkisi,insanın sahip olduğu akıldan dolayı madde ve suret (form) arasındaki ilişkiden farklıdır. Çünkü İbn- Sina'ya göre müstefad (kazanılmış) akıl seviyesine gelen insan, metafizikle (faal akıl) ittisal kurabilir ve bu andan itibaren ruh-akıl bağımsız hale gelir. Kemal derecesine erişen bağımsız ruh-akıl, aklettiği şey ile özdeş olur. O şeyin kendisi olur.

Burada İbn-i Sina'nın vahiy ve rüya ilişkisini psikoloji alanı içerisinde görmesi ve nübüvveti bu şekilde açıklamaya çalışmasını da unutmamak gerekir. Çünküİbn-i Sina; akıl, duyu ve mutehayileyi (hayal gücü) zihnin bölümlerinden sayar. Akıl ve duyunun devre dışı kalmasıyla mutehayile, metafizikle iletişim kurar ve vahiy bu şekilde gerçekleşir. Peygamber bunu uyanıkken yapabilir ve zaaf karıştırmaz. Rüya, uykuda akıl ve duyunun işlevsiz hale gelmesiyle meydana gelir. Bu şekilde rüya-vahiy ilişkisi doğar. Görüldüğü gibi bütün çabaları vahyi ispat etmek olan Müslüman düşünürler, nübüvvetin ve buna inanmanın aslında esaslı bir şey olduğunu göstermişlerdir. Onların bu takdire şayan davranış ve düşünceleri halen günümüz dünyasını etkilemekte hatta yön vermektedir. İçine düşülen kompleksin gereksiz olduğunu defaatle İslam dünyasına göstermişlerdir.

 

 

Ayrılık sitemi

M. Muhlis Şepik

Dinle sevdiğim

Bu ayrılık

Sitemimdir sana

Yüreğimin en kırgın

Yerinden hediye

 

Mutluğun intikam anı bu

Vedanın koynunda

Tükeniyor kalbim

Hıçkırıklar boğazımda

Her kelime bir cam parçası

İçime akıyor buruklar

Unutulamaya yüz tütüyor

O anılar

 

Ellerin ellerimden kayıyor

Bakışın gözlerimden

Yüreğin yüreğimden,

İçimizin uçurumlarından

Ayrılığa düşüyoruz

 

Yağmur kokulu saçlarına

Kaç yüz yıl hasret kalacağım

Dudağındaki busen

Her gece düşümde

Tükenen ruhumdan

Bir ben kopacağım

Sevdan ki, içimin

Yangın ateşi

 

Hazin sonla biten

Bir romanın son satırlarıyız

Şairler ağlar mı?

Biten sevdalar ardında

 

Kim bilir hangi şarkılar

Mırıldanacak rüzgâra

Büyüttüğümüz umutlar

Çıkmaza düşecek

 

Bu hikâye bitiyor işte

Sevdiğim

En mutlu senaryonun 

En acı sahnesindeyiz!

 

Ayrılıyor artık yollarımız

Sil gözyaşlarını 

Keder bende

Mutluluk sende kalsın

Efkâr göçer duygularıma

Aldırma sakın

Buna da alışır

Ağrıyan sızılarım

 

İşte, sevdiğim

Ayrıldı yollarımız

İçimize akıttığım

Zehirdir gözyaşım

 

Şimdi

Limanlar yalnız

Sokaklar sesiz

Yüreğim buz gibi

 

Artık, sevdiğin tüm şarkılar

Yalnız çalıyor

Bize susuyor tüm diller

Bir vedaya sığınıyor

Yaşamadığımız aşkımız.

 

 

Söylerdik

Mervenur Biçer

Sorsalar söylerdik, Reşha

İçimizde morların tutsaklığını

Rüzgârla uçuşan yarınlarımızı

Dilimizde oynaşan şarkılarımızı

Sorsalardı söylerdik

 

Bir kerecik gelirdik dünyaya

Ama binlerce vazgeçerdik

Yaşamaktan, şahit olmaktan

Sevmekten, sevilmekten

 

Oysa güneş her gün doğardı

Yaşamak ne de güzel şey derdi

En çok da ikindileri parlardı

Ve akşamüstü ölürdü, izlerdik

 

Ellerimiz kirli sularda çırpınırdı

Yorgun dalgaların şarkılarında

Dans ederdi kırık gölgelerimiz

Ve maviliğe uzanan gözlerimizden

Boncuk boncuk akardı masumiyetimiz

 

Bazen bir kötülük görürdük

Gezginler dolaşırdı beynimizde

Her hücremiz heba olurdu

Ama yine de susardık, Reşha

Neden sustuğumuzu anlamadan,

Bilmeden, sormadan…

 

Belki haberdar değildik, Reşha

Belki sadece kimsesizdik

Geceleri yıldızlarımız intihar ederdi

Yine de yeni umutlar dikerdik göğe

Ve uçsuz kızıllığın arasından

Tanrıların ziyaretini beklerdik.

 

 

Hatırlamıyorum

Halide Mengelli

Hatırlamıyorum

Aslında hatırlamak da istemiyorum

İçimde hâlâ ona ait

Kırgınlıklarım var

 

Özlüyor muyum / hayır...

Üzüntüm harcadığım zamanadır

 

Bu yürek

Vazgeçişlerin hayal kırıklığıyla dolu

Bekleyişlerin yorgunu

 

Tükenmişken

Ve gömmüşken aşkı

Yerin yedi kat dibine

Ne garip

İşte sen çıkıp geldin denizlerden

Dalgalarla köpük köpük

Gönlümün sahilini dövüyordun

 

Işığım sen oldun

Rengim sen

Günlerden sen

Seninle öyle doldu her zerrem

 

Ah acımasa şu özleyişlerim

Ve olmasa kahrolasıca mesafeler

Gel, gel can içim

Sarıl bana

Kokunla nefesinle gel

Sarıl bana

 

Oy benim uzak sevdam

Gözümün nuru, hasretim

Bu sahte hayata inat

İnandığım tek gerçek

Yüreğinde ısıtıp

Sen olup

Sarmalar mısın beni...

Bakmadan Geçme