Deprem Günü

Şahbettin Uluat yazdı...

Bir önceki yazımda önemli bulduğum pek çok konuyu kendimce kaydettiğimden söz etmiştim.

23 Ekim 2011’de yaşamış olduğumuz depremle ilgili olarak da izleyen günlerde değişik zamanlarda ve ortamlarda çeşitli durumlarla ilgili tespitler ve yorumlar yapmış, kaydetmiştim.

Aradan bir zaman geçtikten sonra yazıya dökmek için bilgisayara aktardığım kayıtların çok önemli bir kısmının arızalı olduklarını gördüm. Bir kısmını o ürkütücü sessizliğin kapladığı gecelerde, erken vakitlerde başıboş köpeklerin dolaştığı, Kazım Karabekir Caddesinde, bir kısmını da başka zaman ve zeminlerde yapmış olduğum ses kayıtlarımın yerinde sadece bir hışırtı vardı. Önemli olduğunu düşündüğüm kayıtlar, kullandığım cihazdaki arıza nedeniyle uçup gitmiş, geriye sadece iki yarım kayıt kalmıştı.

O iki yarım kaydın birincisi deprem günüyle ilgiliydi ve düzeltilmiş haliyle şöyleydi:

“Dün öğlenden sonra Van tarihi depremlerinden birini yaşadı. 7.2 şiddetinde olduğu bildirilen bir deprem saat 13.41’de Van’ı vurdu. Ben Pazar gününün rehavetiyle aşağı yukarı öğlenden sonraya kadar uyumuştum zaten. Yeni uyanmıştım ve bir kitap okuyordum yatak odasında.  Depremi fark edince önce bir şeyin altına saklanmak gibi bir eğilim içine girdim. Sonra oğlum Faruk’un kapıyı açıp kaçtığını görünce ben de onunla birlikte kaçtım. Zaten evde üç kişiydik. Oğlum Faruk ben ve eşim Kezban. Öteki üç oğlum Serdar, Furkan ve Emir dışarıdaydılar. Kendimizi dışarı attık tabi bütün site halkı kendisini dışarı atmıştı. Sitenin en güvenli noktasında toplandık. Ben o uyduruk pijamalarla çıkmıştım dışarı. Yarım saat, bir saat sonra içeri girdim. Pijamalarımı çıkarıp elbiselerimi giyindim. Yani elbise derken bir pantolon ve üzerine mont giyinip çıktım. Sonra bir süre dışarıda kaldık.

Arkasından kız kardeşlerim Hacer ve Aysel ile ailelerini merak ettim. (Onlar dayanıksız ve riskli olduğu iddia edilen sosyal konutlarda kalıyorlardı.)Biraz minibüsle biraz yürüyerek, sosyal konutlara gittim. Neyse şükür onlar aşağıda sağlıklıydılar. Tabi bu arada telefonumu içeride unutmuştum. İçeride unuttuğum için telefonla kimseyle iletişim kuramadım ki aslında zaten o anda telefon hatlarında da sorunlar yaşıyorlarmış. Bir süre telefonlar da kilitlendi, kesildi, hat olmadı.

 Akşama doğru arabasıyla kardeşim Hacı İzzettin geldi. Onun eşi ve çocukları İstanbul’da oldukları için yalnızdı. O geceyi insanların çoğu araçlarında geçirecekti, biz de onun arabasında kalmaya karar verdik. Karanlık çökünce onunla birlikte arabayla kardeşim Veysellerin oraya geldik. Hacı babamız apartmanda aşağı inmeyi reddetmiş, en üst katta. Ben rahatsızım, sık sık tuvalete gidiyorum, namaz kılıyorum, üşüyorum.  Ben aşağıda idare edemem demiş. Allahın izniyle de bir şey olmaz falan demiş. Bütün ısrarlara rağmen aşağı inmemiş.  Altı katlı binada onun dışında herkes aşağıdaydı. Abdurrahman eniştem çadır kurmuştu. Çadır, onların arabası, Veysel’in arabası, Hacı İzzettin’in arabası derken sabahı ettik.

Bizim evde salonla hol arasındaki duvarda varsa bir çatlak var. Bazı yerlerde yine kirişlerle duvar arasında ufak sorunlar gözükmüyor. Ama ben çok ciddi bir hasar olduğunu düşünmüyorum. Buna rağmen binanın tamamı ne halde onu bilmediğimiz için çok da güvenemiyorum.

 Bugün güneşli bir güne uyandık. İşte saat şu anda sekizi yirmi beş geçiyor.  Şehir Parkında oturmuşum. Yüzüm doğuya doğru ve o taraftan güneş doğmuş, yüzüme vuruyor. Çocukları Abdurrahman eniştemlerin orada arabanın yanında bıraktım. Olay bundan ibaret.

 Van’da birkaç bina çökmüş, Erciş‘te ciddi bir hasar var. Elli tane büyük binanın çöktüğü söyleniyor. Erkek Öğrenci Yurdu çökmüş. İşte haberleri gelişmeleri izliyoruz. Yani orada şu anda üç yüz, üç yüz elli, üç yüz altmış civarında ölüden söz ediyorlar ama bunun artacağı, beş yüzü altı yüzü bulacağı belki yedi yüzü bulacağı tahmin ediliyor. “

*

Diğer ulaşamadığım ses kayıtlarında deprem günlerinin çaresizliği, sessizliği vardı. Babamın yoğun artçı sarsıntıların sürdüğü o zor zamanlarda 6. Kattaki apartman dairesinde kalmayı sürdürdüğü günler vardı. Arabalardan ve çadırlardan sonra Boyalar Camisinde alt katta kadınlar, üst katta erkekler olarak gecelediğimiz zamanlar vardı.

 Akşam saat 20.00 olmadan köpeklerin sürüler halinde Kazım Karabekir Caddesi’nde o günkü Ticaret Lisesi’ne kadar geldikleri; şehrin o aşağı bölümünün alışılmışın aksine karanlığa ve sessizliğe gömülmüş olduğu; apartman kapıcılarının boşalmış binalara dadanan hırsızları caydırmak amacıyla zaman zaman havaya ateş ettikleri geceler ile ardı arkası kesilmeyen yeni sarsıntılar ve bütün bunların neden olduğu sıkıntı ve üzüntüler vardı.

 Hasar tespit süreçlerinde yaşanan yoğunluk, karmaşa ve yoğun tempodan kaynaklı sorunlar vardı.

Yardım amacıyla şehrimize ulaşanlar, ulaşamayanlar vardı.

Halkın çeşitli yollarla şehri terk etmesi, gönderilmiş deprem çadırlarının dağıtımı, şehrin çeşitli yerlerinde kurulan çadır kentler ve başka pek çok konu vardı.

Zor zamanlardı.

Felaketin 11. yılında, o süreçte, ya da o sürecin yan etkileriyle sonraki zamanlarda vefat eden bütün yurttaşlarımıza da, bizler için Japonya’dan Van’a gelip burada yaşamını yitiren Japon yardım gönüllüsü Atsushi Miyazaki’ye de Allah’tan rahmet diliyorum.

 

Bakmadan Geçme