Van Gölü İncileri

EDEBİYAT AYNASINDA BİR YAŞAM PORTRESİ: BEKİR OĞUZBAŞARAN

MUSTAFA IŞIK

Çok yönlü insanlar bulundukları meknlara değer katıp oralarda birleştirici, yönlendirici ve yol gösterici olurlar. Hele bir de eğitimcilerse, mum misali ışıklarından yeni ışıkların parlamasına sebep olurlar. Rehberlik ederler, yol gösterirler ve almak gibi bir dertleri olmadığı derviş misali için heybelerindekileri güzellikleri karşılık beklemeden pay etmenin hesabındalar. Hem üretirler hem de üretmeye teşvik ederler. Kötülüklerin bitirilmediği bu dünyada hep birlikte iyilikleri çoğaltmanın hesabındalar.

İşte, Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının yaşayan önemli edebiyatçı, akademisyen, şair, yazar, münekkit ve düşünce insanı Bekir Oğuzbaşaran da bilaşüphe böyle bir tanımlamanın birebir kendisidir. 'Kayseri Yranı' Bekir Oğuzbaşaran Hoca; fikirleriyle, duruşuyla ve kişiliğiyle değeri bilinmesi gereken kıymetli bir eğitimci büyüğümüzdür ve benim de hem okul hayatında hem hayat okulunda öğretmenim olup her daim örnek aldığım bir büyüğümdür.

Rubai ve gazel ustası Sayın Oğuzbaşaran, bereketli hizmetler ve kıymetli faaliyetlerle, eserlerle dolu bir hayatın kahramanıdır. Bekir Hoca'mız sosyal medyayı da iyi kullanır, değer verdiği kişileri, sayfaları ve paylaşımları takip eder. Hesabı bu bakımdan bir edebiyat sitesi gibidir. Yapılan iyi çalışmaları tebrik eder, dostlarını kutlar, teşvik eder. Hatalar varsa nazikçe uyarır, doğrusunu söyler. Zaten bir dil ve edebiyat profesörüne de yakışan bir tutum ve davranışın gerekliliğidir bu. Biliyoruz ki okul dediğimiz olgu sadece dört duvarla sınırlı değildir. Bu konuda kendisinden ziyadesiyle istifade etmişimdir.

Saygıdeğer Bekir Oğuzbaşaran Hoca'mı, 1997-2000 yılları arasında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesinde Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliğini okurken tanımak bahtiyarlığına erdim. Eğitim fakültesinde öğrenciydim. Hocamız da Fen-Edebiyat fakültesinde ders vermekteydi. Ruberu ders almak nasip olmadı ama daha fakültedeki ilk günlerimizde şair Bekir Oğuzbaşaran Hoca'mın sedası bize ulaştı. Klasik işleyişin ötesindeki tarzı ve şiiri öncelemesi ve şiire olan ilgimizden de mütevellit benim için hocamı yakında tanımaya ve tanışmaya önemli bir husustu. Fırsat buldukça hocamın derslerine giriyordum. Derya deniz ilminden ziyadesiyle istifade etmenin gayretindeydim. Rahlelerinde oturmaktan büyük bahtiyarlık duydum her zaman.

Bekir Oğuzbaşaran Hoca'm, Vanlı şair ve yazarlarla birlikte zaman zaman programlar, etkinlikler ve şiir dinletileri de geçekleştiriyorlardı. Van'da çıkan dergilere eserleriyle ve yol göstericiliğiyle katkıda bulunuyorlardı. Her defasında meclislerinde bulunmaya ve ilim, irfanlarında feyz almaya gayret ettim.

Hocam Van'dan ayrıldı. Bizler mezun olup göreve başladık ama zaman ve mekn ayrılığı hocamıza olan saygı ve muhabbetimizi azaltmadı. Hocamızın da Van'a ve Vanlılara olan vefasını; rehberliğini, desteğini ve yol göstericiliğini gördük, görmeye de devam ediyoruz. 2020 yılında başlattığım ve beş yıldır sürdürmeye gayret ettiğim Van Gölü İncileri Edebiyat Sayfasına en çok katkı sunan isimlerin başında gelir Kıymetli Bekir Hoca'm. Hiçbir zaman yerel gözüyle bakmadı, değer verdi ve kıymetli eserleriyle sayfamızı şereflendirdi.

Okul hayatında ve hayat okulunda bana kattığı tüm güzellikler için Bekir Oğuzbaşaran öğretmenime kalbî şükranlarımla teşekkür ederim. Kendilerine Yüce Allah'tan sağlık, esenlik ve hayırlı vakitler dilerim.

KINAMAK MI KINA YAKMAK MI GÜZEL?

MEHMET ALİ ABAKAY

İnsan, kimi zaman sevincini farklı şekilde ifade eder. Düğünlerde, bayramlarda elin kınalanması gibi. Çocuktuk, avuçlarımıza madenî para bastırılır, kına sürülürdü. Bu kızlar için en az çeyrek altınla olurdu da erkekler için uygun görülmezdi.

Damadın eline kına yakılması farklıydı. El ayasının yarısı dikey kınalanırken gelinde parmaklar, tırnakları içine alacak kadar, el ayasıyla kınalanırdı. Vatan savunması için uğurlanan kınalı kuzuları hatırlamadan olmaz, bu arada. Baştan alna düşen bir tutam saç, kınalanırken kınalı koçların kurban edilmesi akla getirilir, İbrahim Peygamberin oğlu İsmail'i hatırlatır. Kınalı kuzular, bundan manasını alır, hatırlatmak gerek.

Kınanın, gün boyu tarlada-bağda- bahçede çalışırken çatlayan ellerine ve ayak topuklarına iltihap kurutucu olarak yaygınlığı da bilinenlerdendir. Yaşlıların saçlarını, saç örüklerini kınaladığını biliyoruz, tanıklık ettik. Kınayı daha çok Hindistan'dan bilirdik, kirli yeşilimsi. Bir de taş kınasını ögrendik, kimi kayalardaki bitkilerin kuruyan tortusundan. Hayvan otlatırken, küçük çakımızla tırtıklardık, kayaların üst kenarlarındaki yeşilimsi, kısmen taşlaşmış ince tabakayı.

Şimdiki vatanını savunanlar, kına yakmaya zaman bulamıyor. Gidecekleri yerler, uzak değil, yaşam alanlarında toprağa düşer, bedenleri. O bedenler ki tümüyle yekpare değildir, parçalanmış şekilde. Kendi topraklarında can veren bedenleri görmezlikten gelmenin insanlıkla alakası yok, bunun var olduğunu ifade doğrudan insanî vasıflardan uzak düşmektir. Kınalı kuzular, on sekizini bulmuş ya da bulmamış erkek çocuklardı. Kimi zaman kızların da kınalı kuzu olduğunu, savunma amaçlı kınalı kuzularla omuz omuza çarpıştığını okuduk, kitaplardan. Yaşlılardan dinledik, hikyelerini.

Kınama konulu yazıyı kaleme alırken kına yakan kimilerinin sevinçten dört köşe olmalarını tenkit etmiştik. Meğer, kınanacak bir yazıya imza atmışız, yerinde oturarak, elini sıcak ve soğuk suya bırakmadan ahkm kesenleri eleştirdiğimiz için. Bizim tövbe etmemiz gerektiğini buyuranlar oldu, bir elin parmağı kadar.

Onlar Arap'tı, kökence Fenikeli. Onları milletinden olanlar korumuyorken bize ne? Onlar Asurî, bizim ekmek teknemizi kuruttular. Çözümlerini kendileri bulsunlar. Onlar Berberî. Ne hlleri varsa görsünler... Liderleri, bir başkasını devirince kendisinin devrilmesi de kaçınılmazdır. Iraktakiler apayrı lem. Sattıkları petrolün parası başka hesaba yatırılır, büyük kesinti sonrası ellerine ne verilirse ona razı olmalılar, global kural bu. Onların çoğu gayr-î müslim. Zaten paramparçadırlar. Onlar, kahvenin geldiği diyardan. Onlar sebebiyle yüzbinlerce asker kaybettik, yetmez mi? Halen Hûş aklımızdan geçmedi!..

Daha birçok bayrağı ve kaderi birbirine benzeyen, sadece kınamayan ülkeleri yazmadık. Kime karşı kimi kınıyoruz? Kınadıklarımız kim? Niçin kınıyoruz? Kınadıklarımız, bizi ciddîye alıyor mu? Kınadıklarımız, bizden çekiniyor mu? Kınamak ve kınanmak güzeldir. Belli bir amaç için kına yakma da önemlidir, bilenin nazarında. Kınamayanlar, çekimser olanlar' Kına yaksın!..' dersek, yine kınar mı, kınadıklarımız? Kına yakacak olanlar kalmadı, oldukça az. Kınayanlar kına yakacaklarsa o da zaman ve mekn yönüyle belirsizdir.

'DUR, GİTME' DİYEMEDİM

DR. RESUL COŞKUN

Ayrılık haberiniz kor düşürdü gönlüme

‎Sokulup da yanına 'dur gitme' diyemedim

‎Seni taşırken herkes başlarının üstünde,

‎Gönlümden geçenleri bir dinle diyemedim

‎Hani verdiğin sözler bırakıp gitmek yoktu

‎Bu sessizce gidişin gönlüme hançer soktu

‎Gönlümün kanaması gözlerimden taşarken

'‎Dur kanayan gönlüme ilaç ol' diyemedim

‎Bu nasıl bir kardeşlik bu nasıl arkadaşlık

‎Hiç yakışır mı dosta habersizce ayrılık?

‎Hıçkırıklar dizildi bakarken gidişine

‎Bir kelam edip sana, 'dur gitme!' diyemedim

‎Biliyorum her fani bu gidişi tadacak

‎Bu gidişe üzülüp dost olan ağlayacak.

‎Yaşlı gözlerle bakıp veda ederken sana

'‎Dünya malın var burda al götür' diyemedim

Cehennem yakışmıyor Hakk için sevenlere

‎Kavuştur bizi Y Rab! Cennet bahçelerinde

‎Muhibbi Rasûl olan kullarını buluştur

Habib-i edibinin sancağının dibinde.

HESAPSIZ GEÇTİM

NURAY DOĞAN

Vefasız dünyanın kahrını çektim

Kara taş üstüne ekinler ektim

Aşkın iğnesiyle eğnimi diktim

Üfledim derinden hay oluverdim

Buğuyla demlenmiş çay oluverdim

Nuruyla parlayan ay oluverdim

Kırılmış aynada yoruldu yüzüm

Ll mell dudakta yoruldu sözüm

Yolların izine yoruldu gözüm

Bülbülü şeydayı düşürdüm zara

Açtırdı sinemde sayısız yara

Fermanı okuyup çıkardı dara

Ecel şerbetinden avuçla içtim

Musalla taşından burakla uçtum

İpince köprüden hesapsız geçtim.

GEREKENLER

RAMAZAN ALKAN

Bazen gitmek gerekir;

İstenmediğin yerden, kirli bir düşünceden.

Bazen gitmek gerekir;

Hayrı olmayan ömürden, sevilmeyen gönülden.

Bazen çıkmak gerekir;

Köhneleşmiş fikirlerden, çevrelenmiş kabuktan.

Bazen çıkmak gerekir;

Yararı olmayan yoldan, destek olmayan koldan

Bazen yıkmak gerekir;

Sağlam olmayan temeli, hayırsız olan meli.

Bazen yıkmak gerekir;

Zulmün çürük direğini, dönmeyen çarkın feleğini

Bazen yakmak gerekir;

Geleceği olmayan anıları, hesapsız olan kanıları.

Bazen yakmak gerekir;

Savaşmak için gemileri, dirilmek için emirleri

Bazen olmak gerekir;

Su gibi sessiz ve duru, çöl gibi susuz ve kuru.

Bazen olmak gerekir;

Rüzgr gibi hırçın ve isyankr, öfkeli ve sitemkr

Bazen silmek gerekir;

Buğulu camlarını, zihin aynasının paslarını.

Bazen silmek gerekir;

Geçmişin kirli izlerini, yalan yanlış sözlerini

Bazen görmek gerekir;

Ağacı kemiren kurdu, çırayı yakan odu.

Bazen görmek gerekir;

Başucundaki ihaneti, yazıla gelen kehaneti

Bazen duymak gerekir;

Derinden gelen aşk şarkısını, sevda marşını.

Bazen duymak gerekir;

Bir gülüşün sesini, bir çocuğun neşesini

Bazen koklamak gerekir;

Bir gülü; göğsün dola dola, nefes alabiliyorken.

Bazen koklamak gerekir;

Bir yrin saçlarını, daha da şık olabiliyorken

Bazen dokunmak gerekir;

Başkasının acısına, merhamet hala ellerindeyken.

Bazen dokunmak gerekir;

Kırılmış kalbe, güzel sözler hala dilindeyken

Bazen tatmak gerekir;

Acıyı, biraz daha olgunlaşmak için.

Bazen tatmak gerekir;

Sancıyı, daha büyük acılara dayanmak için

Bazen hissetmek gerekir;

Yaralı kalplerin acısını, oku çıkarınca yerinden.

Bazen hissetmek gerekir;

Ayrılığın sancısını, hissederken en derinden.

İNSAN

MUHAMMET BARAN ASLAN (BARANÎ)

(Manaya bak demoğlu, sade manaya...

Ve falankes böyle deme, üstüne alın.)

İnsan ki baştan başa yalandır, yalan

İnsan ki bu asırda ne canan ne can

İnsan ki sırtlayandır cümle lemi

İnsan ki tam sırtından vuran demi!

İnsan neden ateşe odunmuş, bildim

N'için varmış cehennem, hikmete erdim

İnsanların elinden eridim, bittim!

Ne huzurla yaşadım, ne ölüp gittim.

İnsan dev aynada bir garip cüce

Sütten dili yanan inler her gece

Ne dost, ne arkadaş, ne kardeş falan

Olmaz derde deva, bulunmaz imkn

Ey insan yaktığın kadar yanasın!

Kibrine taptığın kadar yanasın!

Kanasın yüreğin, bakıp yanasın!

Senden de geriye bir gölge kalsın.

YETİM

KASIM KARA

Uzakların türküsü süzülür

Yetimin yüreğinde

Bacısı yolunu gözler durur

Nerde kaldı garip yetim

Gurbetin Bağrı yanıktır

Sılaya hasret kalır

Sırma saçlı

Yri gözünde tüter durur garip yetimin

Duygularını ıssız geçerde

Mektuba döker garip yetim

Savrulan Gözyaşlarıyla

Kurumuş gül yaprakları Arasında

Çile çekip durur

Bir lokma ekmek uğruna

Kahrolası Kahpe düzen Bir gün

Yüzü gülmedi hep ağladı durdu garip yetim.

VAZGEÇMEK ZORUNDA BIRAKILMAK

NUSEYBE ALHATİMİ

Bir hayalden vazgeçmek zorunda bırakılmak…

Kulağa çok acımasızca gelmiyor mu?

Aslında bu his, çok sevdiğiniz bir ülkeden sürgün edilmek gibidir. Peki insan neden mi aslından vazgeçer. Ülkesinden sürgün olur…

Kişi vazgeçmek istemiyorsa ve bunun için halen çabalamaya kararlıysa… O zaman arzularını mı dinlemeli çevresini mi? Bir insanı hayalinden vazgeçirmeye çalışmak ne kadar adaletli olabilir ki…

Sığınak olarak gördüğümüz hayal dünyası, hemen hemen herkesi büyüler. Ancak bazıları bu sığınağın içinde kurduğu hayalleri gerçekleştirmek isterken, duyduğu sözlerle, bu hayalleri imknsızlaştırır. Kendi elleriyle bu sığınağı harabeye çevirir.

İyi de her insan aynı değil ki, aynı olmak zorunda da değil. Aynı hayali deneyimlemiş yüz kişinin hayalini gerçekleştirmemesi, benim de gerçekleştirmeyeceğim anlamına gelmez veya hayalimi değersiz kılmaz. Başarının büyüsünü tatmamış kişiler, herkesi kendileri gibi düşünürler. Oysa vazgeçenler bile, biraz daha çabalamış olsaydı hayallerine ulaşmış olabilirdi.

'Bazı hayaller imkansızdır.' derler. Peki, bunu imkansızlaştıran yine imkansızlaştıran yine değil miyiz? Belki de hiçbir hayal imknsız değildir, gereken çabayı göstermeyen biz olabiliriz. Hayallerin karşılığı çabadır, çabalayıp başardığımızda ise arzuladığımız şey hayal değil hayat olur.

İbni Battuta, uçmayı hayal ettiğinde etrafındaki insanlar onun hayalini küçümsemiş ve imkansızlaştırmıştı. Yine de hayalini hayata dönüştürmek isteyen İbni Battuta, sığınağını harabe etmek yerine büyütmeyi seçmiş ve imkansızlığa karşı meydan okumuştur.

Gelecek nesle hazine bırakma karşılığında hayatını ortaya koyarak büyük bir kumar oynamıştır adeta. Bu kumar ise eşitlikle sonuçlanmış olup sonuçta bu uğurda hayatını kaybetmiş İbni Battuta lakin hayalini diri tutarak zamanında küçümsenmiş olsa bile hayalini asırlar boyunca konuşturmayı başarmıştır.

Yıkılmaya mahkûm bir hayali diri tutmak imkansızlaştırmaktan daha önemlidir. Belki de asıl mesele, hayallerimizin peşinden giderken yıkılmak değil, yıkılmayı göze alabilmektir. Çünkü bazen bir hayal, sadece gerçekleştiğinde değil, vazgeçilmediğinde de gerçektir.

Nuseybe ALHATİMİ

10-F Sınıf

Hacı Mehmet Kalay Kız Anadolu İHL

KANATSIZ MELEK

NAZLI CANLI

Kanatsız bir melek vardı

Nur akmıştı gül yüzüne

Hançer gibiydi gözleri

Ömür fedaydı bir sözüne

Üzerinde beyaz hırkası

Kıskanırdı takvimler sabrını

Mevsimler gülüşüne şıktı

Açıktı ona cennetin kapıları

Aynadan almıştı ışığını

Aman annem çatma kaşlarını

Bilmem bu eller seni yazar mı

Bu gözler seni arar mıydı?

Nazlı Canlı- 9/D Sınıfı

Hacı Mehmet Kalay Kız AİHL

ADIN VAN SENİN

KAMURAN ADIYAMAN

Sende kalır bütün güzel anılarım

Rengarenk gözlü kedilerin,

Soframda vazgeçilmez tuzlu balığın

İştah açan otlu peynir kokan sokağın

Adın Van senin,

Herkese yüreği açıksın, herkes sana mévan

Hele seyir tepesinde ne güzel dalgalanır bayrağın

Kim sana ferman okuyabilir, kim

Sen ki kanlı kılıcıyla destanlarla donanmışsın

Huzur veren o ıssız gölün sonsuz maviliği

O dilden dile dolaşan meşhur kahvaltın

Unutulur mu nané loş ile keledoş yemeğin

Hiç bir şeye değişmem o yüce o eşsiz kalede

Kaçak bir çay ile seni seyretmeyi

Şen şakraktır her sokağın

Bir dengbej sesi alır sanat sokağını,

Sonra bir türkü yatıştırır seni

Gecenin bir yarısı yıldızlar içinde Edremit'te

Seni seyretmek rengarenk ışıklarını

Adın Van, sonsuza kadar koruyacaksın şanını…

ÇOCUK VE DEHŞET

EMRAH BULDU

Her şey bir rüya ile başlar. Çocuk rüyasında akrabalarına ziyarete gider ve orada her şey büyülüdür. Çocuk herşeyi derin bir şekilde hisseder. Kuzenleriyle beraber kaldığı odadan çıkarken çoraplarından tekini düşürür.

Vakit gecenin ortasıdır. Çorabının tekini bulmaya çalışırken kendini bir yolculukta bulur. Gece vakti elinde bir asa ile çobanlarla beraber dışardadır. Sürü sahibi, çocuğu yönlendirerek, boş tarlasına kimse girmesin diye ikaz eder. Çocuk ve yanındaki çoban, sürüyü oraya götürür. Herşey büyülüdür. Bir bakarlar ki uzaktaki bir sürü tarlaya girer. Onlar oraya varana kadar sürü de tarlaya girer. Sürüde üç köpek, üç de çoban vardır. Sürünün köpekleri dehşet verici şekilde büyük ve güçlüdürler. Hele bir tanesi dinazor devrinden kalma gibidir. Iri ve devasa cüssesi ile çocuğun köpeğini bir lokmada yiyebilecek kadar büyüktür. Çocuğun yanında da bir köpek vardır. O da korkudan çocuğun arkasına saklanır. Çobanlara gelince onlar da ölü gezenler gibidirler. Birinin gözleri yoktur. Ağzı eğik ve salyalıdır. Diğerleri de aynı şekilde dehşet verici ve sanrılı bir sarılık içindedirler. Sanki yüzünün sol tarafına balyoz vurulmuş ve iyileşmiş izlenimi veriyor. Çobanlar dışında çocuk sol gözünün altında beni olan bir varlıkla da karşılaşır. Daha sonra çocuk bir anda kendini evde ve diğer kuzenleriyle bulur. O varlık çocuğun peşini bırakmaz. Çocuk, kuzenleriyle oynarken bir tane kuzeni gelip yanıbaşında durur ve gözlerinin derinliklerine bakar ve bir anda gece gördüğü o gözleri benli varlığa döner. Çocuk bağırır ve bayılır ama kimse onu duyamaz ve anlayamaz. Bu görme durumu hayali bir alemdir. Her ne kadar çocuk bunu derin ve dehşet içinde görüp hissetse de etrafında olanlar bunun farkında değildirler. Uyanınca o benli gördüğü kuzeni fırsat bulduğu gibi sinsi bir şekilde, tekrardan çocuğun gözlerinin içine bakar ve yine dönüşür. Çocuk yine bayılır. Çocuk odada bir çantanın peşindedir. Içinde ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok. Rüya içinde rüya görüp herşeyi sezgi ve ilhama bağlı olarak yaşayan çocuk, uyanınca hiçbir şeyi hatırlamaz fakat herşeyi hisseder. O korku gerçek bir şekilde vücuduna etki etmiştir. Artık o korkudan kurtulma durumu yoktur. Yüreğinin derinliklerine sinmiştir.

Bu kısa hikyenin ve rüyanın arka planını okumak gerekirse; rüyanın tamamı, günümüzün kanayan yarası Gazze başta olmak üzere ve diğer zulme uğrayan İslam ümmetini temsil eder. Rüyayı gören çocuk her bir İslam ferdidir. Rüyadaki sürü Haçlılar ve onun arta kalan zihniyetidir. Üç çoban, bunca zulmün oluşması için ortam hazırlayan ve finanse eden ülke idarecileri ve siyasi liderlerdir. Üç korkunç köpek ise bu sistem tarafından maşa olarak kullanılan örgüt ve diğer oluşumlardır. Gecenin karanlığı ve sürekli bir korku hli ise İslam aleminin içinde bulunduğu karanlık geleceği temsil eder. Kendi değerlerinden koptukları, birlik, beraberlik içinde olmadıkları için her an diğer ülkelere karşı içlerinde derin bir korku ve endişe vardır. Kaybolan çorap ise kaybedilen ve bir daha ulaşamayacağımız değerlerimizdir. Bu değerler bizi ayakta tutan en önemli uzvumuz olan ayaklarımızı ısıtan, soğuktan koruyan çorapların temsiliyle, bir bir elimizden kaybettiğimiz sevgi, saygı, hoşgörü, nezaket, bilgelik, ahlak, efendilik, aile birliği vb. değerlerimizdir.

Bunları kaybettik ve bir daha bulamayacağız. Çocuk rüyadan uyanmasına rağmen içine sinen o derin korku ise İslam aleminin Allah'a olan inancını yitirmesi, gerçek dini değerlerden uzaklaşması ve her ne kadar ifade etmeseler bile Allah'a karşı olan içsel korkularıdır. Rüyada görülen gözü benli varlık ise zulme uğrayan her İslam ferdinin karşısına dikilen kendi gerçekleridir. Şöyle ifade edilebilir ki, kişiler kimin gözlerine bakarsa baksın öldürülen o masum çocukların gözleri asla gözlerinden ve zihinlerinden çıkmayacaktır. Rüyadaki kuzenler ise İslam ülkeleridir. Bir İslam ülkesi zulme uğrasa bile diğerleri buna karşı sağır ve dilsiz bir şekilde bunu görmez, göremez ve tepki vermez, veremezler. Hülasa.

KISA ŞİİR

FİKRET ONAY

'Kısa şiir yaz' dediler bana...

Ama nasıl kısaltayım

İçimdeki uzun sessizliği?

Bir kelimeyi eksiltsem

Bir nefesim yarım kalıyor

Kalem elimde değil artık

Ben onun ucundayım

Bitmesin istiyorum

Ama her kelime

Bitişe biraz daha

Yaklaştırıyor beni

İyi ki şiir var bu dünyada...

Yoksa kim anlatırdı bizi

Biz şairleri…

Biz susarken bile

Konuşan kelimeleri?

Bakmadan Geçme