Van Gölü İncileri
YENİ RENKLER
DENİZ SÖZER
…Koynunda yeni renkler, semalar, rüzgr gülleri
Yüzünde gizli kapı, eski sandık
Karanlık mahzen kilitleri böylece boyandım, kuşanıp döndüm gıcırdamadım açılırken sana baktım, döndü kalbimdeki paslı anahtar
Döndü, telaşla göğe erdi başım bıçaklarını bileyip bekledi yine de onlar neyse ki artık bir kalbim daha var bir kalbim daha, elden düşme değil kalbim: sinede tıkır tıkır işleyen icat arada üstüme gelen
Ama yok sende üfleyip parlatılacak akşam yüzünde her gün taze su yatakları yeni haberler, sabah ezanları kalkıp bir çocuğun elini tutmaklar var sende darı saçmaklar, yol bulmaklar, delilikler onun için sana baktım böylece dirildi yüzüme çarptığım su ateşleriyle çoğalarak kapımıza dayandı onlar dilimdeki kanlı buz eridi ve dedim ne diyeceksem sabahlara kadar dedim, çünkü bir kalbim daha var bir kalbim daha, kabahatli değil kalbim: göğsümde akıl çelen bir vaha yüzünde kanat izleri, kuğurmalar, cam kenarları, koynunda ham meyve, yara kabuk aşınmamış göç yolları böylece ulaştım, ses edip kondum kaçtı ha bire içimdeki şarkının sesini kısanlar hem ekşimedim beklerken sana baktım, sağaldı kalbimdeki eski hasar
Neyse ki artık bir kalbim daha var bir kalbim daha, sana yabancı değil ondan geçip her gün, birbirimize varıyoruz onlar gibi değiliz biliyoruz
Müziğin sesini sadece
Kuşlar ötmeye başlayınca kısıyoruz…
DERSİN
ZEYNEP SÜMER
Başucuma bağla kara yazmamı
'Bu mezarda yatan karalım' dersin.
O istedi dersin derin kazmamı
'Dönmez artık kalbî yaralım' dersin
Kekik kokuları var dimağında
Dolanıp dururdu sevgi bağında
Başı karlı yüce Süphan Dağında
'Yolunu kaybeden maralım' dersin
Çileyi kuşanmış sarmış beline
Sırları dolanmış suskun diline
Adımı koyduğun karanfiline
'Açmadan kuruyan parelim' dersin
Asildi, benzerdi bir Arap taya
Gerdanı Akdeniz, yüzü Sahra'ya
Asumanda yanan şu dolunaya
'Şavkında erirdi harelim' dersin
Vurup yaraladım keskin dilimle
Ölüme seslendi 'gel ecelimle'
Bakmadan haline, kendi elimle
'Ateşe attığım çıralım' dersin
Usulca toprağa bırak bir buket
Bir Fatiha oku, ismimi zikret
Tesellim şudur ki bu dünya gurbet
'Orada bir yuva kuralım' dersin.
AN VE HUZUR
RİFAT KAYA
Şimdi, en doğru zaman
Hayat nabzını tutmak
Kazandığın avuçlarında
Değerlendir; miras değil hediye
Hayat doğumdan mezara uzanan çizgi
Daha fazla hissedilen çember uyandığında
Bugünün barışla giyinmiş armağan, karşıla
Ne kin ne nefret dokunsun o an'a
Keyif sarsın sınırlarını.
Şimdi, en doğru zaman
Hakikatı hakkı yaşamak. Yaşa
Gönlündeki yaratanınla tomurcuklan
Dur düşün an
Bitmeyen işler, sağlığı alır zamandan
Mezar kazmak, ne fayda, kendine canından
Dur, soluklan, yaşa, huzur bul hayalinden
Trilyon malın olsa, ne yazar ki
Bir lokma dolanır kaşık ellerde
Binlerce saray kursan, uyuyacağın yer
Metrekare
Varlık arama, elindeki hazinedir
Bir lokma aş, huzur, kalbinde sevincedir
Hayat dediğin kısacık, eker, biçersin
Sevgiyi ek, iyilik biç, budur dirilişin.
SU-İ ZAN
ESMA GÜLAÇAR
Hüsn-ü zan, ne çok uzaklaştığımız bir erdem oldu.
Ve bir o kadar da suistimale kurban gitti hüsn-ü zanla donatılmış olan insanlarda
Hüsn-ü zan, yani başkası hakkında iyi düşünmek, iyi niyet beslemek olması gereken, istenen bir durumdur. Aksi halde hüsnü zanın tam tersi olan su-i zan la yani başkası hakkında kötü düşünceler üretmekle kişiler arası ilişkiler sorun yumağı haline gelir.
Dinimiz hüsn-ü zanna teşvik edip su-i zandan sakındırarak insani ilişkileri rayına oturtan bir işlev görmektedir. Diğer pek çok çok emir ve yasak gibi.
Ama günümüzde bu güzel haslet olan hüsn-ü zannında diğer pek çok güzel haslet gibi katledildiğini görüyoruz. Su-i zan o kadar ileri boyutlarda varlığıyla hüküm sürdürüyor ki, insanlarda; sürekli bir güvensizlik, şüphecilik, karşı tarafta, art niyet ve çıkar düşüncesi arama, herşeyin karşılıklı çıkar ilişkisine dayandığı düşüncesine kendini inandırma, Allah rızasını gözeterek, karşılık beklenmeden yapılan yardımlara şüpheyle bakma, karşılıksız iyilikleri ütopik görme, tüm bunlardan beslenen dedikodu çarkı varlığını tüm gerçekliğiyle sergiliyor.
En kötüsü de tüm bunları kişilerin kendi bünyesinde barındırdıkları için diğer insanlara da aynı suçlamaları sürekli biçimde yapıyor olmaları
Tüm bunlar kendisinden sakınmadığımız Su- i zanın acı meyveleri...
'insan nasılsa karşısındakini de öyle bilir' sözü de konumuz açısından oldukça isabetli. Yansıtma savunma mekanizması olarak da bilinen bu durum kişilerin iletişim halinde oldukları insanlar hakkındaki olumsuz düşünce, zan yargı, önyargıların aynısına başkalarının da sahip olduğunu düşünmeleridir.
Sürekli yalan söyleyen birinin karşısındakinin sözlerinde yalan araması, mal/ mülk düşkünü, çıkarcı kişilerin iyilik yapan insanlara ' bir çıkarı olmasa yapmaz' yaftasını yapıştırması, kurnaz, düzenbaz kişilerin çevrelerindeki hiçkimsenin tam anlamıyla güvenilir ve temiz kalpli olmadığını düşünmesi gibi.
Tabi herkesin bu savunma mekanizmasını kullandığını söylemek doğru olmaz çünkü bu tam anlamıyla sağlıklı, sağlam bir düşünce değildir.
Biliyoruz ki her insanın tek bir düşünceye, birebir aynı bakış açısına ve davranış şekillerine sahip olması mümkün değildir. Dünyaya gelmiş ve gelecek olan herkes, herbir hücresine kadar, birbirinden farklı ve kendine has özelliklere sahiptir.
Böyle iken insanları kolayca etiketleyebilmek, aklını okumak, davranışlarını kendince anlamlandırmak önyargılı olmanın, empati ve esnek olabilme kabiliyetinden yoksun olmanın neticesi olabilir ancak.
Her davranışın bir anlamı vardır ama bu anlam her zaman bizim kolaylıkla çözümleyebileceğimiz kadar yüzeyde olmaz.
Bazı bilinçsizce gerçekleştirilen davranışların
İzlerinin çok uzak geçmişte kalması bunu gösteriyor.
Bu yüzden su i zanda bulunurken zannedilen şey her ne ise bunun tam tersi çıkabilir. Aynısı vuku bulsa bile bu sui zana haklılık kazandırmaz.
Su i zan ve su i zandan beslenen gıybet, haset ve nihayetinde nefret, iki tarafa da yani zanda bulunan kişiye de bulunulan kişiye de zarar verir. Ve tahmin edildiği gibi kötü zanda bulunan kişiye daha çok zarar verir.
Ne gibi zararlar mı?
Şöyle bir benzetmeyle başlayalım öncelikle.
Şatafatlı ve tertemiz bir ev düşünün. Bu evi istediğiniz gibi kullanıyor, istifade ediyorsunuz ama hiç temizlemiyorsunuz, çöplerin evin içinde biriktiğini, eşyaların tozdan görünmediğini, duvarların örümcek ağı ve küf mantarı tuttuğunu düşünün. Bu ev dışardan görünen görkemine içindeki pahalı ve değerli eşyalara rağmen bu haliyle yaşanılamaz hale gelir.
Tıpkı bunun gibi tertemiz duyguları, güzel hasletleri, erdemleri barındırıp yaşatabilecek dizayna sahip kalbimizi, kin nefret, haset, gıybet gibi çirkin hasletlerle kirletip, güzel hasletler için barınamaz hale getiririz.
Tüm hücre doku ve organlarımıza ihtiyaç duyduğu besini gönderen kalbimiz kirlendikçe her yere pompala…
NOKSAN İNSAN MIYIZ?
Her geçen anımızı anlamsız görerek geçiştiriyoruz bazen. Yaşadığımız anları anlamlı hale getirecek çabayı gösteremeyecek kadar yorgun ve tükenmişlik içindeyiz çünkü.
Neden bu kadar çabuk tükeniyoruz diye soruyorum kendi kendime.
Yaşadığımız zaman dilimine yetecek miktarda bize verilen 'sabır kotamızı' geçmiş ve geleceğin şuanı işgal etmesine izin vererek 'ömür tüketiyoruz'
Ömür biriktirmiyor, ömrü değerlendirmiyor, ömre değer katmıyor çoğu kez ömrü acımasızca harcıyoruz. Bu yüzden mi acaba tatmin olamayışımız, rastgele tükettikçe, tükeniyor oluşumuz,
Anlatılmaya ve bir o kadarda dinlemeye değer, bir ömrü ardımızda bırakamadığımız için mi?
Üretemediğimiz, harekete geçemediğimiz her anın bizi esir alışından mı?
Öyle ya esir alır bizi boşluklar, boş bir beyin, boş bir kalp, boş bir hayat ve o boşluk içinde sıkışıp kalan, boğulan bir ruh...
Durgun suyun bozulmaya mahkûm oluşu, kainatın kıyametinin, deveranının son buluşuyla başlaması, Evrenin her zeresinin göremediğimiz bir hareket halinde oluşu,
Yok, oluşun durgunluk, var oluşun canlılık emaresi oluşu...
Tüm bunlar
Kainatın herşeyiyle vazifesine odaklanmış olarak bir icraat halinde bulunduğunu kanıtlarken, bu icraatların bir amaca, bir hedefe yönelik oluşu değil midir onu anlamlı kılan,
Tıpkı bizim fiil ve duygularımızın, düşünce ve tüm bunlarla şekillenen hayatımızın anlam kazandıkça
Canlılık bulabilmesi, ruh beden bütünlüğünü tam olarak kazanabilmesi, huzur kavramının ancak bu şekilde yaşantımızda tecellisini bulabilmesi gibi.
Bir tek yaradandan gelen bir tek emirle şaşmaksızın vazifesini yerine getirmek, kendine has zikrini eda etmek şartıyla şuursuz kainat, bize yaşanılabilen bir atmosferi sunabilecek kabiliyeti elde edebiliyorsa,
Kainatın halifesi olabilecek olan insan da yaradanının çizdiği istikamette gitmek şartıyla ruh beden bir bütün olarak huzura kavuşan 'TAM İNSAN' olabilme kabiliyetini kazanacaktır
Öyle değil mi?
DESTİNA / ARAF'TAYIM
MEHMET MUHLİS ŞEPİK
Destina,
Ne bir adım gelebilmek sana
Ne de bir adım gidebilmek senden
Ömrümde asırlık yara Araf çaresizliği
Baş ucunda yar olabilmek adına
Söyle kaç peygamber duası gerekli
Her çıkmaz sokak başında bir şair
Senli hayallerimizin şiirini yazardı
Yerin yedi kat dibinde yorgunluğum
Uzatırım kara parmaklarımı gökyüzüne
Umut ışıklarım alacakaranlığa dönerdi
Senden habersiz sesim yaralı
Koynunda hasret türküleri büyütürdüm
Kanayan şiirleri yoldaş bilirdim gecelerime
Kayan her yıldız gönlüme bin çaput bağlar
Sis basardı limanları, sönerdi fenerlerim
Kapatma Araf yolumu Destina, sensiz
Yüreğim sonsuz parçaya bölünürdü
Sen ufuklara açılan yoldun, gidip gelinmeyen
Sen düşümdeki cennettin yolu bilinmeyen
Sen yaralı gönlün merhemiydin sürülmeyen
Sen kır çiçeğimdin benim baharda derilmeyen
Düşten gerçeğimdin, görüp de dokunulmayan
Şimdi uzak diyarda haykırışlar eşlik eder dilime
Prangaya vurulmuş yüreğim kan çanağı
Muştu nöbetinde seni bekler, kerem eyle halime
Vagonları devrilen trenlerin sirenleri gibiyim
Ateş yuvası yüreğimde çırpınışlarım boşa
Bu hasret cenginden sağ çıkamam bilesin
Sensizlik savurur yok eder arda kalan benliğimi
Destina,
Gülüşün cennetin hangi kapısını müjdeler
Hangi baharın habercisidir ellerin
Sen toprağıma, suyuma düşen cemremsin.
TÜRKÜ VARDIR SAZIMIZDA
METİN ÖZDOĞAN
Van Gölü İncileri ailesi
Çok özledim inanın sizleri
Canım gibi sevdim hepinizi
Özledim şarkı ve şiirlerinizi
Van Gölü'nün kocaman aileyiz
Kimimiz ozan kimimiz şairiz
Hepimiz bir birbirimize canız
Bir birimize candan dostlarız
Geldik canlarla can olduk
Canlarla candan dost olduk
Birbirimize şiirler okurduk
Düşler dünyasında toplandık
Burası Van Gölü İncileri topluluğu
Sahnede herkes şiirini okurdu
Alkışlar herkes okuyan dostunu
Gel sende görürsün mutluluğu.
KAPI
EDA TOSUN
Ne zaman geldin de
Eşikte kaldı dumanın
Yıllanmış kor ateşle
Yanmadı mı pervane?
Kilit eridi ses telinde
Destursuz aktı terin
İsyan çıkaran kirişe
Ne zaman geldin de
Sütten yandı başın
Koymuştun ya göğsüne
Şiirin altı yandı
Yağmur uzanınca dizine
Mahcup oldu nefesin
Ve dhi ölüm bile
Ne zaman geldin de
Yüzün yere düştü
Gül döktü bastığın yere
Kollarıyla anlatmadı mı?
Damardan damara sızan
Candan süzülen kanıyla
Dirilişi kapıya yazdı
Ne zaman geldin de
Çözülmedi dizin bağı
Kapının gıcırtısı
Yaprağın hışırtısı
Yüreğinin kıpırtısı
Aşka telmihtir kapısı
Ruhun açığa mı alındı?