Van Gölü İncileri
BABA OCAĞINA DÖNÜŞ
MÜŞTAK GENCER
Yolculuğumun sonunda doğup büyüdüğüm köye vardım. Bu topraklarda çocukluğum, gençliğim, öğretmenliğim ve hayatımın büyük bir bölümü geçti. Tam 40 yıl… 24 yıl olmuş ayrılalı ama ayak bastığım an her şey yerli yerindeydi, sessizliğin içinden yükselen hatıralar hariç…
Baba evine gittiğimde kimsenin olmadığını görmek içimi burktu. Evin köşelerinde örümcek ağları başlamıştı. Sessizliğin içindeki bu küçük detaylar, yılların geçip gittiğini yüzüme vurdu. O an gözyaşlarıma hkim olamadım. Annemin ve babamın mezarlarını ziyaret ettim. Başucunda dua ettim, konuşamadıklarımızı içimden söyledim. Her geçen dakika duygularım daha da derinleşti. Zaman durmuş gibiydi. İçimde taşıdığım sevgi, özlem ve minnet; o topraklarda yeniden hayat buldu.
Bu yolculuk bana sadece yolları değil, hayatımın köklerini ve sevdiklerimin hatıralarını da yeniden gösterdi.
Kurban Bayramı
Kurban Bayramı sabahı köye vardık. Köy camisinde köylülerle birlikte bayram namazını eda ettikten sonra hep birlikte bayramlaştık. Hasret giderdik, eski dostlar beni görünce sevinçlerini ifade ettiler. Beş koca yıl geçmişti. İmamın eşliğinde kabristan ziyaret edilip dualar edildi ve ardından hep birlikte taziye evine geçtik. Köy muhtarı Ekrem ALPDOĞAN'ın hazırlattığı, ağır ağır odun ateşinde pişen o nefis çorbayı içtikten sonra herkes kurbanlarını kesmek için evlerinin yolunu tuttu.
Eve vardığımızda bayram ziyaretleri başladı. Hoş sohbetler yapıldı, anılar tazelendi. Her gelenle geçmiş günleri yad ettik; gülümsemeler ve gözyaşları bir aradaydı. Köyde, daha önce tanıdığımız ve rahmetli olan büyüklerimizin ailelerini de ziyaret ettik. Gönüllerini aldık, hayır dualarını işittik. Her bir ziyaret, bir başka hatırayı canlandırdı; kaybettiklerimizin ardından edilen dualar yüreğimizde iz bıraktı.
Bu yolculuk bana sadece yolları değil, hayatımın köklerini, sevdiklerimin hatıralarını ve yüreğimde yer eden her anıyı yeniden hatırlattı. Annemin elleriyle, göz nuruyla dokuduğu, 50 yıl öncesinden bugüne kalan kilimi görünce, evdeki hatıralar bir bir depreşti. O kilim, sadece ipliklerden örülmemişti; her ilmikte bir sevgi, bir sabır, bir yaşanmışlık vardı. Gözlerim doldu, zaman bir kez daha geriye aktı.
UYUYAMADIM
ÖMER EKİNCİ MİCİNGİRT
Hüzünleriyim ben adımlarımın
Hayat bana belki geçmeyen zaman
Birkaç sözcük şifa dilime derman
Saadeti değilim bütün varımın
Hüzünleriyim ben adımlarımın
Anam ve gözyaşı uyuyamadım
Gece hep burkulan yara ve sızı
Kimse hissedemez maceramızı
Akşamdan sabaha hüznü yamadım
Anam ve gözyaşı uyuyamadım.
DÜŞER
NURAY DOĞAN
Kudret kaleminden elif dökülür
Gölgesi gönlüme har diye düşer
Yaşamak ağrısı kalpten sökülür
Gülüşü göğsüme yr diye düşer
Göklerin birinde buluttur evim
Şahların şahıdır, ölçülmez sevim
Bakmaya eritir gönül alevim
Açılan kolları sar diye düşer
Mecnun aşkı ile boyanır çöller
Yrin selamını getirir yeller
Şairin hlinden ne anlar eller
Adını dilime zar diye düşer
Kitap sayfasına arınıp dönsem
Cürümle bedenim toprağa gömsem
Cümle düşmanımı toprağa sersem
Kanayan yaraya ar diye düşer.
SÜHEYLA...
SERHAT YILDIZ
Sabahları sensizliğe uyanıyorum Süheyla
Yüzüm kir pas içinde
Kahvaltılarımı eksik yapıyorum
Çayımı az ısıtıyor
Şekerini fazladan katıyorum,
Kendime bile yetmiyorum Süheyla
Artık aynada yüzünü bile görmüyorum
Odam kir pas içinde sen gittiğinden bu yana,
Son gecemizden hatıra
Şarkıyı çaldırdım bu sabah,
Sağ olsun kolu komşu az da olsa
Yüreğimi avutuyor
Adını mıhladığın dudaklarım a
Artık adını haykırmıyor Süheyla
Son şiirimi son türkümü yazdım
Kırık masamda
Kalemin ıstırabıyla dem vurdum kağıda,
Anlayacağın yürekten yedim son sözlerini
Hani ilk dokunuşun vardı ya yüreğime
Yüreğimi sensiz kaldığım bu kentin
En sessiz yerine hapsettim
Kendime bile yetmiyorum Süheyla
Seni severken bile onur duyardım kendimle
Gidişinle kendimi sevecek kadar
Ağır kaldım Süheyla
Şimşek gibi gelip gittin dünyamdan
Sen kurtulursun oysa aşk ateşinden
Cehennemi sahiplenmiş şeytan gibiyim
Sevdanın ateşine düşmüş yanıyorum Süheyla
Bakma öyle gidişine sessiz kaldığıma
Cehenneme dönmüş içimin
Yanışıyla kıvranıyorum Süheyla
Şimdi hangi sözcükler
Seni bana geri getirir bilemem
Kim bilir şimdi neylersin
Hangi masanın özel konuğu
Hangi votkanın tadısın
Belki de yeni hayatındaki
Kahramanın kollarında.
SÖZ EKONOMİSİ-LAF İKTİSADI YAPMAYA NE DERSİNİZ?
HALİL İBRAHİM ÜNLÜ
Dil; İnsanların, duygularını, düşüncelerini bildirmek için sözcükler ya da işaretler aracılığıyla yaptıkları anlaşmadır.
Düşünme; Nesne, olay ve semboller arasında bağ kurma eylemidir. Kavram; nesnelerin zihindeki genel tasarımlarıdır.
İnsanlar önce düşünmüşler, sonra çevreyi tanımaya başlamışlar. Dış dünyadaki varlıklarla ilgilenmişler. Varlıkları bildirmek için nesnelere ad vermiş ve kendilerini dille ifade etmişlerdir. Çünkü dil olmadan düşüncemizi ifade edemeyiz. Wittgenstein dünyamın sınırları dilimin sınırları kadardır demiş. Heidegger ise dil varlığın evidir. Peki, Beyin havuzumuzdaki düşünceleri dil penceresiyle nasıl aktarmalıyız? Tabii ki söz ekonomisi yaparak. Peki 'söz ekonomisi nedir? Sözün de ekonomisi mi olur?' diyenleri duyar gibiyim. Lafın sermayesi çene olsa da, çeneler çeneler önce diye başlamayalım biz söze. Hadi gelin birlikte laf iktisadı yapalım.
Söz ekonomisi; Sözü uzatmak yerine kısaltarak bir maksat ve fikrin en az sözle özlü çok derin ve geniş manalar ile ifade etmedir. Hatta laf iktisadının tanımını yaparken bile. Ahmet Şerif İzgören'in belirttiği ve benim de biraz geliştirdiğim tespite göre uzun yıllar Türkçe dersi görüyoruz, fakat kitap okuma alışkanlığımız yok. Beden Eğitimi dersi görüyoruz, fakat çok azımız sporla uğraşıyor. İngilizce dersi görüyoruz ama bir türlü konuşamıyoruz... Yıllarca matematik dersi görürüz ama üniversite sınavında net sayısı çok düşük. Felsefe dersi görürüz ama yaratıcı düşünemiyoruz. Din kültürü ve Ahlak bilgisi dersi görürüz ama dinimizi öğrenip vecibelerini yerine getirmede sınıfta kalıyoruz. Peki neden? Söz ekonomisi yapmadığımızdan. Sözü uzatmak lafügüzaf oluyor. Ders saatlerini arttırmakta işe yaramıyor.
Niye lafı eveleyip geveleyip ağzımızdaki baklayı çıkarmayıp laf salatası yapıyoruz? Neden bir gram bal elde etmek için bir çuval keçiboynuzunu çiğniyoruz? Konuşuyoruz da Hegel'in dediği gibi beni bir kişi anladı o da yanlış anladı noktasına geliyor sözlerimiz. Konuşmak aklı kullanma sanatı değil mi? Yoksa Aristo'nun akıllı insan her düşündüğünü söylemez ama her söylediğini düşünür konumuna ne zaman geleceğiz? Laf iktisadı yapmanın formülünü başka yerlerde aramaya gerek yok. Kültürümüzdeki vecizeleri, atasözlerini, şiirleri, fıkraları kullanalım ki sözlerimizin etki gücü yüksek olsun. Çünkü sözler tanka benzer geçer insanın yüreğinden. İbni Sina'nın belirttiği gibi'Sözün güzelliği kısalığındadır. Sesi değil sözü yükseltmeliyiz galiba. Uzun konuşanı kısa dinlemek lazım. Aç bırakma hırsız edersin, çok söyleme arsız (yüzsüz) edersin atasözü boşuna söylenmemiş. Mevlana'nın dediği gibi ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır. Anlaşılır olalım yeter ki
Bir profesörden bir saatlik konuşma yapmasını istiyorlar. Hemen konuşayım diyor. Yarım saat konuşma yapmasını istiyorlar bana bir gün hazırlık yapmam için zaman verin diyor. Bir dakika konuşma yapmasını istiyorlar bana bir haftalık hazırlık yapmam için zaman verin diyor. Demek ki söz söyleme süresi kısaldıkça sözün etki gücü yükseliyor.
Peki, söz ekonomisi yapmak için ne yapmak lazım? Etki gücü yüksek duygu ve düşünce yüklü kısa, açık seçik (kolay anlaşılabilen) kavramları kullanmalıyız. Düşüncelerimizi fıkra, vecize, atasözleri ve yaşanmış örneklerle desteklemeliyiz. Konuşmamızı konunun dışına çıkmadan sürdürmeliyiz. Lafı da çok uzatmadan bitirmesini bilmeliyiz.
RENGRENK ACILARIM
BERFİN IŞIK
Ben boya kalemleri olan çocuk değilim
Resim defteri olan bir çocuk da değilim
Bir gece ansızın renkler girdi hayatıma
Aynada mor yüzüme bakarken tanıştım
Yüzüme dokununca acı his ediyordum
En güzeli gökkuşağı gibi rengarenktim
Vücudum, yüzüm küçücük gökkuşağı
Kırıklıklar, kızarıklar, morluklar
Geçerken oluşturduğu yeşillikler
Mor rengi kolunun üzerindeydi
Bastırınca acıyordu bastırmayınca o renk
İşte o gün siyah rengi ile tanımıştım
Vücudum benim resim defterimdi
Rengarenk acılarım.
BEN ÖTEYE GİDİYORUM
İSMAİL GÜL
Bu dünyanın cefası çok
Ben öteye gidiyorum!
Süremedim sefası yok
Ben öteye gidiyorum!
Tozpembe hayaller kurun
Mutluluk düşleyip durun
Varın siz hayrını görün
Ben öteye gidiyorum!
İstedim ki çilem dolsun
Gönül muradını alsın
Hayat buysa üstü kalsın
Ben öteye gidiyorum!
Umutlarım sattı beni
Kör kuyular yuttu beni
Dostlarda unuttu beni
Ben öteye gidiyorum!
Can dedim düşürdü dara
Gel de dertte derman ara
Bana göre değil bura
Ben öteye gidiyorum!
Güçlüyü haklı görenler
Rüşvetle selam verenler
Bana müsaade yarenler
Ben öteye gidiyorum!
Hep yolumu gözlemiştir
Gözyaşını gizlemiştir
Annem beni özlemiştir
Ben öteye gidiyorum!
ESKİDEN
KASIM KARA
Eskiden komşuluk vardı
Selam verilir selam alınır
Hal hatır sorulur
Büyükler büyüklüğünü
Küçükler küçüklüğünü bilir
Ona göre davranır
Kibar beyler, zarif hanımefendiler
Ceplerinde, ütülü beyaz mendiller
Her şeyin bir tadı vardı
Somun ekmeğinin kokusu
Mest ederdi bizleri
Çekirdekler çıtlatılır,
Siyah beyaz filimler izlenir
Filimin sonunda iyiler kazanır
Kötüler kayıp ederdi
Komşular bir araya gelir
Demli çaylar yudumlanır
Güler yüzle tatlı sözle
Yapılan sohbetler
Nerede o eski günler...?
GEL DE BANA SOR
CİVAN KAPLAN
Çok çileler çektim bu garip handa
Gelip geçtim amma gel de bana sor
Her şey yalan imiş doğduğum anda
Ölçüp biçtim amma gel de bana sor
Kısacık ömürde gördüm her şeyi
Aklımı yitirdim yrim var deyi
İnandım elinden dolu badeyi
Alıp içtim amma gel de bana sor
Bir sabah uyandım batmışım tere
Her nere baktımsa susuz bir dere
Garipler yurduna günde kaç kere
Konup göçtüm amma gel de bana sor
Geçemedim bu dağların düzünden
Kebap oldu ciğer aşkın közünden
Olmaz olsun bir dinsizin yüzünden
Yanıp piştim amma gel de bana sor
Felek beni çıkmaz yola düşürdü
Kanca takıp karlı dağlar aşırdı
Güzel sevmek sanki hata kusurdu
Dolup taştım amma gel de bana sor
Civan'ım da derki düştüm yollara
Güvenim kalmadı gayrı kullara
Dibi görünmeyen nice göllere
Dalıp düştüm amma gel de bana sor