Van Gölü İncileri

DEMEDİ DEME

NAZMİ SARAÇOĞLU

Bakma taze fidan, yeşil bağına

Hazanda savrulur demedi deme

Güvenip yaslandığın dağına

Tekrar bahar gelmez demedi deme

Buz keser elin, ayağın birden

Bir daha açılmaz gözünde perden

Sen de vazgeçersin sendeki serden

Feryadın duyulmaz demedi deme

Teneşire uzatırlar seni de

Kefene koymazlar servetini de

Kurtlara yem olacak bedeni de

Evladın saklamaz demedi deme

Üstüne kürekle toprak dökerler

Baş ucuna mermer taşı dikerler

Yanında oturup o diz çökenler

Çekip gider kalmaz demedi deme

Başlar bitmeyen bir miras kavgası

Akıllarda bir tek miras parası

Bu yüzden bozulur kardeş arası

Bu kavga bitmez demedi deme

Beklersin bir evlat yanına gelsin

Fatiha okuyup hediyen versin

Malından mülkünden zektın versin

Bir kuruş verilmez demedi deme

Fatiha'n okunmaz demedi deme.

BİTLİS GÜZELİ

ALPER ALPEREN

Sapsarı saçları, ela gözleri

İşmar eder, bakar Bitlis güzeli

Şekerden şerbetten tatlı sözleri

Bülbül gibi şakar Bitlis güzeli

Gözleri ne yeşil, ne de eladır

O gözler maşuka gamdır, beladır

Ateş gibi yakar, kordan ldır

Bakınca can yakar Bitlis güzeli

Yüreğim sevdalı, gözlerim giryan

Alev alev yanan yüreğim büryan

Yollarım dikenli, ayağım üryan

Prangalar takar Bitlis güzeli

Ekmeğimdir, tuzum, suyum, aşımdır

Uğruna verdiğim dertli başımdır

Çağlayandır, oluk oluk yaşımdır

Gözlerimden akar Bitlis güzeli

Ordular dağıtır, kale kuşatır

Yiğide sevdayı, şkı yaşatır

Alper seni söyler hep satır satır

Gönül bendim yıkar Bitlis güzeli

Sarkıntıya gelmez önce ters bakar

Yanlış söz söylersen ağzına tıkar

Bir pire uğruna yorganlar yakar

Yumruğu bi çakar Bitlis güzeli.

(Nazmi Saraçoğlu)

KARA ÖLÜMÜN FISILTISI (4)

MUSTAFA AYYÜREK

İnsan bakışının soluk mazisi, kainattaki bazı varlıkların karanlık doğuşuna aşinadır. Bunlardan bazıları uçarken, bazıları yürür, bazıları kuyrukluyken bazıları… İşte bu karanlık doğuşun örneklerinden bir de toprağın soğuk yüzeyinde sürünen yılandır. Sırf süründüğü için doğumuyla boyun eğdiğini düşündüğümüz bu hayvan, sanki bizi yanıltmaya and içmiştir. Bu mahluk, çatallı diliyle kara gecelere fısıldayıp insanın en neşeli ve savunmasız anında yakasından içeriye sinsice sızar. Tıpkı bir karga gibi huzurun peşine düşüp neşeyi kederle ezip sindirmeye çalışır. Onlar, yalnızca sinsi bir mahluk değildir; kederin en dayanılmaz yerinde çürüyen sevincin aydınlığı terk edip dönüştüğü kahırdır.

Yılanlar, yerle göğün arasındaki güzellik bağını zehirli fısıltılarıyla bir makas gibi kesmiştir. Onlar, toprağın yüzeyini süpürerek gezer, insanı neşeden koparıp zihinleri hain gözleriyle hipnotize ederler. Bu yaratık, av diye gözüne kestirdiğine öyle beklenmedik bir anda yaklaşır ki her felakettin hemen başında mutluluğun ışığını söndürürler. Gülmeyi iniltiye, huzuru asla sona ermeyecek dehşete çevirirler. Onların olduğu yerde hatta onların olduğu her yerde bayramlar ölür; geriye sadece ama sadece kalabalıkların sönük hatırası kalır.

Bu ve buna benzer yaratıkların bir de efsanavileştiği kötücül öyküleri vardır. Belki de en bilindikleri olan Medusa'dan başlamak gerekir. Medusa, bu kötücül kehanetlerin her canlıyı duygusuz bir buz yığınına çevirdiği saçları yılan olan kuvvetli bir imgedir. Eti kemikten ayrımadan tüm bedeni bir bütün halinde heykele çevirme kudretine sahip olduğu düşünülür. Sanki saçları yılanlardan değil de tüm çıplaklığıyla adeta insanın aklını zehirleyen evhamlarından vücut bulmuş bir simgedir Medusa. Gözlerinin tıpkı yılanlarda olduğu gibi her canlıyı hipnotize eden bir büyüsü vardır. Fakat farklı olarak hipnozdan sonra her canlı ruhu taş haline çevirir. Güzelliğiyle insanı şaşkınlığa uğratır, ama hemen sonrasında kandili sönen bir vahşet kalır geriye. Bir de doğunun mistik öykülerinden fırlayan Şahmeran vardır. Şahmeran'ın büyülü etkisinin hareket eden kıvrımlı saçlar değildir. Onun, büyüsü bilgiyle süslenmiş kara gül çiçekli bir yanılsamadır. Bilgisiyle ilk yaptığı şey etrafına güven vermektir. Ve bunu yaparken asla zorlanmaz. Verdiği güvenin altını yavaş yavaş oyup kimse anlamadan paramparça bir benlik bırakır geriye. Ve sonra dönüşü olmayan ebedi bir pişmanlık hissi beliriverir. Onların her ikisinin de varlığı yılanların varlığına bağlıdır. Onların her ikisi de yılanlardan vücut bulmuştur. Eğer insanın karanlık yüzü bunların doğuşunu yılanlarla sağladıysa o zaman onlar bilinci parçalayan, ruhu cansız bırakan kaos ta kendisi değil midir?

Çatal dil… Çatallı dil, insan, melankoliye boğulmuşken ya da kendi varlığından şüphe ederken dile gelir. Yılgınlığı ve çelişkiyi gerçeğin üstünü örtmek için ustaca kullanır. Hakikati yalanla; umudu karanlığın önlenemez yükselişi ile söndürür. Ha Medusa, ha Şahmeran ha da yılan, insanın zihnine gri bir sis gibi yayılmaya çalışır. Ve yayıldığı zihinleri zehirlemeden asla yolundan sapmaz.

Onlar, sanki toprağın değilde insanın iyiliğe, güzelliğe olan meylini kırmak için ruhun üzerinde sürünürler. Sürünürken yüreklere kustuğu zehir en derinlere saklanmış korkuları döker ortalığa. İşte tam da bu yüzden onlar, sadece yaşamı değil, aklın onarmaya çalıştığı her şeyi ama her şeyi kasvetli bir ortam haline getirmeye and içmiştir.

Tıp camiası sembol olarak yıllanları kullanmayı tercih etmiştir. Mitlerde ve masallarda yılanlar, bazen bir yol gösterici olarak öne çıkmıştır. Fakat bir öğretmen olarak gündeme gelen bu zavallı yaratığın karanlığın hüküm sürmesinden başka ne çabası ne de gayreti vardır. Keskin sivri dişlerinin içinden kustuğu zehir gözlerin fenerini söndürmek içindir. Onlar gün doğumunu yutarak tüketir. Rehberlik yaptığında, canlıları öyle tüketir ki, tatlı hülyalar bile karanlık bir belaya dönüşür. Attıkları her ısırık, vücutta kalan her diş izi ferahlığın içinden iğrenç bir korku uyanmasına neden olur.

Yılan, çağrısını yalnızca gecenin derin sessizliğinde yapmaz. Onun karanlık sesi, gündüzün aydınlığında bile yankılanır. Her mutlu an, onun gölgesini taşır; her kahkaha, zehrinin bıraktığı birer izdir. Yılanların sessiz varlığı, insanın en karanlık korkularını çağırır; bir kez duyulduğunda, o fısıltının yankısı asla silinmez.

Yılan, insanı kendi içsel karanlığına çeker. Zehri, yalnızca bedeni değil, ruhu da hapseder. Her sürünüş, insanın zihnindeki kırılgan duvarları sarsar; her fısıltı, karanlık bir yankıyla insanın ruhuna işler. O, sadece doğanın bir parçası değil; aynı zamanda insanın içine kazınmış bir lanettir.

Sonunda yılan, sadece bir hayvan olarak kalmaz; insanın içine yuva yapmış korkuların ve zehirli gerçeklerin bir temsiline dönüşür. Çatallı dili, hayatın özündeki çelişkileri haykırır; fısıltıları, insanın ruhunda yankılanan sessiz çığlıklardır. Zehri, neşeyi yok eden, mutluluğu kedere dönüştüren bir karanlık özdür. Yılan, insanın içindeki karanlığın suretidir; ve o suret, asla silinmeyecek bir gölge gibi hayatın üzerinde dolaşır.

HATIRIM İÇİN

ZEYNEP SÜMER

Kalbimdeki kalbini görürsen bana layık

Benden kalan ne varsa düşsün aklına sık sık

Açtı mı pencerenin önündeki şakayık

Kuruyup dökülmesin ezme hatırım için

İyileşip gelirim nasip ederse Mevla'm

O isterse yok olur ne dert kalır ne belam

Ne olursun unutma orası benim sılam

Hayalim yıkılmasın bozma hatırım için

Soğuk kış günlerinde çay içtiğimiz çardak

Sıcacık ellerinde kırmızı kulplu bardak

Güzel anıları seç gerisini topla yak

Hiç canın sıkılmasın bezme hatırım için

Çok iyi bak derdim ya soracaksan ne diye

Yaşlandı büyükannem kimse almaz ciddiye

Yadigrım o benim babamdan tek hediye

Kafana takılmasın kızma hatırım için

Belki de hiç gelemem orası belli olmaz

Sevgi yüce olunca ayrılık bile solmaz

Yanarlar için için yıldızlar hiç kaybolmaz

Ruhundan sökülmesin çözme hatırım için

Bensiz mutsuz olmasın can parem güzel kızım

O benim ilk göz ağrım o benim alın yazım

Sakın beni aratma budur senden niyazım

Boynu hiç bükülmesin üzme hatırım için.

HESAPLAŞMA

RAMAZAN ALKAN

Hele şu karanlığı bir atlatalım

Güneşten de hesap sorarız

Hele bir bayrağımızı ele alalım

Hainlerle de kafa yorarız

Herkes gününü beklesin

Alınan notları tek tek sileriz

Toplanın! Bugün hesaplaşma günü

Herkes eteğindekileri döksün taşı, gülü

Çağırın, o şahit olan sesli bülbülü

Herkes toplansın hem diri hem de ölü

Hiç kimse hesapsız çıkmayacak buradan

Bize sıkılan kurşundan da hesap sorarız

Özgürlüğümüz engellendi yıllar boyunca

Ayaklarımıza prangalar vuruldu düze varınca,

Bizi yok saydılar, önümüzde engeller olunca,

Bekleriz bekleriz son damla dolunca,

Hele şu yokuşu bir aşalım;

Yoldan da hesap sorarız.

Seviyoruz dediler yıllarca uyuttular

Yüreğimizi ateşte canlı canlı kavurttular

Huzuru çok gördüler, hep topa tuttular

Güneş sandıklarımız bize birer buluttular

Hele şu sıkıntıları bir atlatalım

Mutluluktan da hesap sorarız

Onu dert ettik şunu dert ettik

Çileli bir hayatla ömrümüzü tükettik

Şu dünyada Izdıraplı günleri bir biz çektik

Bugün yarın diye zorluğa karşı hep direndik

Hele şu sıkıntıları bir atlatalım

Huzurdan da hesap sorarız

Hele şu karanlığı bir atlatalım

Güneşten de hesap sorarız

Hele bir bayrağımızı ele alalım

Hainlerle de kafa yorarız

Herkes gününü beklesin

Alınan notları tek tek sileriz.

BİR YILDIZ BELİRDİ

ŞEVKET YAMAN

Şubatın yirmi ikisi

Bir yıldız belirdi ta uzaklardan

Koşarcasına geliyordu

Tatlı tatlı gülümseyerek

Ben geliyorum dercesine

Mutlu ve şaşkın bakışlarıyla...

Yirmi dört saat

Upuzun yolculuğun sonlarıydı belki

Yerini sevince bırakacaktı, bırakmalıydı...

Ve yirmi üç şubat verilen hediye

Beklenilen müjde idi bize...

Bir şeyler söyler gibiydi

Dudaklarından dökülenler

Oysaki bakışlarıyla anlattı

Söylemek istediklerini...

İsmin konulmuştu evvelden sanki

Bir kelebek misali konuvermişti dillimize...

Sen ki, göklerin tuğu

Mutluluğun sunduğusun...

GİTME KAL DESEM

AYNUR GÖKAL

Gitme desem kalır mısın sevgili

Tutar mısın ellerimi sıkıca

Bakar mısın gözlerime sevgiyle

Işık olur musun yoluma benim

Sakınır mısın beni kötülüklerden

Kıskanır mısın bakan kem gözlerden

Ekmeğim aşım olur musun benim

Sensin benim inan tek sevdiğim

Gitme desem kalır mısın sevgilim

Zor günümde yanımda olur musun

Müsaade et dayayayım sırtımı

Desteğim hayat arkadaşım ol benim

Bilirsin beni hislerim gizlidir

Gözlerim anlatır sana her şeyi

Bir daha asla gidemeyeceksin

İyi bak öyle şeyler anlatacak ki....

TANIYAMADIK

FEVZİ DİNÇER

Faniyiz dünyada gelip geçici

İnsanoğlunu hiç tanıyamadık

parayı şöhreti hepsi seçici

İnsanoğlunu hiç tanıyamadık

Etkilendik davranıştan özünden

İçten gelen dışa yansır gözünden

Kimseyi tanımaz servet yüzünden

İnsanoğlunu hiç tanıyamadık

Merhametin adı menfaat olmuş

Kasası cepleri parayla dolmuş

Vicdanı silinmiş inancı solmuş

İnsanoğlunu hiç tanıyamadık

Nice şair ozan kaleme almış

Okumayıp fikri hep cahil kalmış

Düşüncelerini araya salmış

İnsanoğlunu hiç tanıyamadık

Ön planda hep ben bilirim diyor

Çevresini bencil hep hor görüyor

Dinçer'im kendine neler soruyor

İnsanoğlunu hiç tanıyamadık.

31.12.202

ÖMÜR GİBİ

MERAL YAĞMUR

Ölüm ve yaşam; insan varoluşunun en temel gerçekleridir ve her ikisi de birbirine zıt gibi görünse de aslında derin bir ilişki içindedir ve sıkı sıkıya bağlıdır.

Yaşam, ölümün bilinciyle daha anlamlı hale gelirken, ölüm de yaşamın doğal bir parçası olduğunu kabul etmek gerekir. Ölüm korkusu insanı harekete geçiren bir güçtür ve aynı zamanda yaşamın her anını değerli kılan bir hatırlatıcıdır. Bu iki kavramın derinlemesine anlaşılması insanların varoluş gayesinin merkezinde yer alır, hayatı daha kaliteli, bütüncül bir şekilde deneyimlemesine katkıda bulunur. Ve ölüm; ne olduğunu bilmediğimiz ama varlığına inandığımız, her canlının hayatının son bulduğu biyolojik bir süreçtir. Ancak ölüm sadece fiziksel bir sona işaret etmez onun ötesinde derin sessizlik ve psikolojik anlamlar taşır. Ölümün kesinliği insan hayatına bir sınır çizer ve yaşamın geçiciliğini ortaya koyar.

Ölümle ilgili düşüncelerimiz hem korku hem de kabullenme duyguları getirebilir, başka bir lemde farklı bir boyutta devam edeceğini savunur. Ölümün kaçınılmazlığı insanları hayatın her anını kıymetli görmeye yönlendirir. Nitekim Lokman Suresi 34. yeti Kerîme'de 'Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini bilemez.' ifadesiyle varoluşun sınırlı olduğunu bilmek bireyleri daha bilinçli kararlar almaya, daha derin ilişkiler kurmaya ve hayatın sunduğu fırsatları değerlendirmeye teşvik eder niteliktedir.

Birçok insan hayatının bir noktasında ölüm gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalır. 'Her can ölümü tadacaktır. Kıyamet günü mükfatlarınız tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete gönderilirse, o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı aldatıcı bir metadır.' (l-i İmrn süresi, 185) ayetinde bildirildiği üzere ölümün kaçınılmazlığını kabul etmek insanın hem kendisi hem de sevdikleri için huzur verici bir deneyim olabilir. Hayatın bir parçası olarak kabul edildiğinde insan yaşamı daha doğal bir süreç olarak algılar ve bu süreçle barışık kalabilir. Ölümle yaşam ilişkisine baktığımız vakit, evreninin yaratıldığı andan itibaren bugüne kadar en derin, en karmaşık ve en evrensel sorularını şekillendiren iki temel olgu olduğunu görürüz. Her birimiz kendi hayat akışımız içerisinde yeme-içme, alma-verme, sevinç-hüzün gibi birçok şıkları mevcut temel kavramlar ile ölüm ve yaşamın ne denli alakadar olduğunu fark ederiz.

Hayat varlığımızın başlangıcını temsil ederken ölüm onun kaçınılmaz sonunu ifade eder. Bu iki olgu yalnızca biyolojik süreçler değil aynı zamanda felsefî, dinî, psikolojik ve kültürel anlamlar da taşır. Cevabını bulamadığımız bu temel gerçek, yaşamı kuşatan bir belirsizlik olarak psikolojik hayatımızın en temel korku kaynağıdır. İnsan bu iki büyük gizemin anlamını ararken yaşamın değerini ve ölümün tabiatını sorgular.

Tam da bu noktada merakımı giderebilmek adına küçük bir araştırmam neticesinde felsefe ve dinin, ölüm ve yaşamın anlamını keşfetmek için farklı bakış açılarına rastladım. Mesel bu düşünceye bir örnek verecek olursak, antik Yunan filozofu ve Epikürosçuluk adlı felsefe okulunun kurucusu olan Epikür, ölümün korkulacak bir şey olmadığını, çünkü ölüm sırasında insan bilincinin ortadan kalktığını savunmuş. Bu görüşe göre belirsiz bir durumda olan ölüm, yaşamın kalitesini düşürmemelidir. Buna karşılık birçok dini inanışta ölüm bir son değil yeni bir başlangıç olarak görülür. Özellikle İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik gibi tek tanrılı dinler, ölüm sonrası hayat kavramına büyük önem verirler. Bu inanç sistemlerinde ölüm, dünya hayatının sonu olsa da ruhun ebedi hayata geçişi olarak kabul edildiğini görürüz.

Yaşam, evrenin içinde bilinçli ya da bilinçsiz varlıkların sürekliliğini sağlayan temel bir güçtür.

Biz insanlar için yaşam, yalnızca biyolojik bir süreç değil aynı zamanda deneyimlerle dolu sürekli değişen bir serüvendir. Yaşamın değerini anlamak genellikle onun geçiciliği ve sınırlılığı ile ilişkilidir. İşte yaşamın insan için taşıdığı önem, bu süreci takip eden tecrübelerle şekillenir. Dolayısıyla yaş ilerledikçe ölümlerin ardından, ölüme yüklediğimiz anlam, inançlarımıza ve kişilik özelliklerimize göre değişiyor.

Ölümle olan ilişkisini değiştirmiş modern toplumlarda ölüm sıklıkla ertelenmeye veya gizlenmeye çalışılan bir olgu haline gelmiştir. Günümüzde her ne kadar Tıp ve teknoloji alanındaki ilerlemeler insanın yaşam süresini uzattığını iddia etse de bu çabalar inananlar için Yüce Mevl'nın 'Ecelleri gelince ne bir saat geri kalabilirler ne bir saat ileri gidebilirler.' (Nahl sûresi, 61) ayetinde ölümün kaçınılmaz doğasının değişmez olduğunun kesin ve net bir emri-ifadesidir. Çünkü inanmak; maddi lemdeki somut bilgi gibi mana lemindeki soyut bilgiye de sahip olmayı ve bilinmezlerle yaşama becerisini getirir. Ayrıca psikoloji alanında da bireylerin ölüm korkusu ile nasıl başa çıkabileceği araştırılmış ve bu korkunun yaşam kalitesi üzerindeki etkilerini incelemiştir. Vektör gibi varoluşçu Psikologlar ölüm bilincinin insanın yaşamına anlam kazandırdığını ve bireyi daha tatmin edici bir hayat sürmeye yönlendirdiğini öne sürmektedir.

Doğumdan itibaren insanoğlu çevresiyle etkileşim kurarak duygusal, entelektüel ve fiziksel deneyimlerle hayatlarını zenginleştirir. Yaşam bu deneyimlerin toplamından ibarettir. İnsanın bilinçli bir varlık olması yaşamı derinlemesine anlamlandırmasını sağlar. Yaşamın anlamı insanın değerler oluşturmasını ve bu oluşuma göre hayatına yön vermesinde yatar ve insan var olan üzerinden var olmayana dost olma rahatlığını taşır. Böylece ölüm, bir yok oluşun korkusu değil yeni bir varoluşun kavuşmasına dönüşür.' iki kapılı bir handayım' diyor ya Aşık Veysel. Doğarken girdiğimiz kapıdan ölünce çıkacağımızı unuttuk. Şan-şöhret, para-pul ne mal ne de mülk… say say bitmez insanoğlunun hırsı. Hepsi gelip geçici değil miydi?

Ne sultanlar ne padişahlar ne vezirler ne zenginler hatta fakirler… kimler geldi kimle geçti. Mezarlıklar iyi-kötü tecrübelerle dolu. İyilik, adalet, sevgiye doğruluk gibi evrensel değerlerle yaşamı anlamlı kılmaktı en güzeli. Aynı zamanda hayata anlam katacak kişisel hedefler ve idealler… Yaşam boyunca ölüm sonrasında bizi yaşatacak olan bir berceste…

Ne bir türküdür bu ne şarkı ne ağıt,

Öylesine bir ezgi düşer dilimden.

Hayat bir roman özetiyle tek kğıt,

Kalemimden kelma geçer elimden…

İşte bu alem üzerinde bir varmış, bir yokmuş/luğumuz…

Hayat geldiği gibi gelsin, güzelleştirecek olan bizleriz. Ölüm korkusu değil varlıkla yokluğun, dertle dermanın, hayatla ölümün dengesinin hoşnutluğu olsun yaşam ilkemiz.

Bki muhabbet ile…

Bakmadan Geçme