Van Gölü İncileri

TAKİP ET

EZAN

ÖMER EKİNCİ MİCİNGİRT

Ok gibi dosdoğru minaresinden

Her seher vaktinde seslenir ezan

Mevla'nın en büyük emaresinden

Beş vakit huşuyla süslenir ezan

Yeşerir sineler ezan sesiyle

Kehribar yüzlünün son bestesiyle

Ufuk bulutlanır vecd kasesiyle

Messcid-i a'zamda ıslanır ezan

Yr ile hasbıhl secdeye davet

Ezgisi efsunlu eşsiz işaret

Yanık yüreklerin aşkıdır evet

Huda kapısından beslenir ezan

Ezansız anayurt hicrandır zahit

Anlatamaz bunu kaside beyit

Oku ezanı da duysunlar Seyit

Bilal'den leme seslenir ezan

Ben ezanla doğdum ezanla gülüm

Ezanla yaşarım ezanla ölüm

Ezansız vatan mı ll olsun dilim

Secde boşalınca hislenir ezan.

VEDA-2

SÜREYYA ŞAHİN

-Geçmeyen zamanın kamburunda-

Çöktü omzuma geceden artan ağırlık

Kırgın bir yıldız düştü göğsüme

Adı konmamış yalnızlıklar gibi

İçimde yankılanan

Ve kimseye anlatamadığım

Bir rüzgar sarkıtıyor düşlerimi uçurumlara

Sırtımı döndüğüm her sabah ayrılık kokuyor

Kendi kendine küsen çocuklar gibi

İçime sinen susmalarım var benim

Biriktikçe büyüyen

Bir yangına saklıyorum kendimi

Taşlar gibi sert bakıyor sokaklar

Gökyüzüne küsmüş balkonlar

Ve pencerelerden sarkan kurumuş umutlar

Bir tren sesi geçiyor içimden

Hiç durmayan, hiç uğramayan

Artık kimsenin kimseye verecek merhemi yok

Yırtık duaların arasından sızan

Kırık bir gölgeyim artık

Ve sesim sevgilinin sesinde kayboluyor

Sesim bana hiç tanıdık gelmiyor

Dizlerimin dermanı yok, yıkık bir şehir taşıyorum içimde

Ne zaman yürüsem, başka bir ben daha eksiliyor benden

Gölgesine yabancı bir ağacım

Dalım yok, budandı gençliğim

Sarhoş rüzgarların terkisine aldığı umutlarım kayıp

Korkusuz yapraklarım kurudu,

Dilim müebbet suskunluğa mahkum

Çırpındıkça daha derine çekilen suların dibindeyim

Işık çoktan çekildi gözlerimden

Biliyorum hiçbir şey kalıcı değil, insan geçici, acılar bayatlamıyor

Ve hayat çoğu zaman sadece koca bir mezar yeri

-veda etmeyi sevmem bunu en iyi ben bilirim-

Ve ben henüz bitmemiş/başlamamış bir cümleyim

Gitmek/kalmak için virgül bekleyen bir sitemde asılı...

KINIYORUZ!..

MEHMET ALİ ABAKAY

Kınama bir modalaştı, sormayın. Toplantılarda tartışmalarda birbirini kınayan kınayana. Bir olumsuzluğa karşı eli-kolu bağlılığın işareti mi, kınama? Acziyet mi çaresizlik mi? Duyarsızlık mı uzaktan güdülme, şartlanma mı? Herkes kınama yarışmasında, adeta.

Kimin neyi kınadığı bilinmeyen ortamda herkes bir kınama telaşında: Ben de bunu kınıyorum.

Sözle peynir gemisi yerinden kıpırdamaz: Bu anlayışı kınıyoruz.

Yaz mevsimi, havalar oldukça sıcak: Mevsimi kınıyoruz!..

Kışın soğuk geçen aylar oldu: Soğuğu kınıyoruz!..

Fiyatlar artınca huzursuzluk artar: Zamları kınıyoruz.

Bana dokunmayan yılana bin yıl ömür: Bu anlayıştakileri kınıyoruz.

Hayatımız kınamakla geçer: Kınayanları kınıyoruz.

Savaşlar olur, arada sınırlar bin kilometrelerce: Savaşları kınıyoruz.

Fırında soğuk ekmek satışı: Fırıncıyı kınıyoruz.

Şehir ulaşımı bir dert: Belediyeyi kınıyoruz.

İnsanlar açlıkla susuzlukla imtihanda: Bunu özellikle kınıyoruz.

Her yer cehenneme döndürüldü: Bunu çok çok kınıyoruz.

Eşkıyalık aldı başını gidiyor: Bunu daha çok kınıyoruz.

İnsana yaşam hakkı tanınmıyor: Bunu üçün kare kökü ağırlığınca kınıyoruz.

Kınayınca, kınayanlar terapi görmüşçesine rahatlıyor, mutlu oluyor: Bu çarpık anlayış sahiplerinin kınamasını kınıyoruz.

Hayatımız kınamakla geçti, noktalanacak gibi: Haksız savaşları bir daha kınıyoruz.

Ne demeli, kınayan kınayana: Kınama nasılsa parasız, masrafsız, dövize endeksli değil. Fakir fukara adına biz de kınıyoruz!..

Kınama Mesajları, uzadıkça uzar. Hayatı kınamakla geçenlerden olmadık, şükür!.. Bizi ayıplayan, yerden yere vuranlara söyleyecek bir çift sözümüz olmalı: Kınayanlar o kadar çok ki aralarında sesimiz duyulmuyor. Biz de sizin gibi kınıyoruz.

Tam bir mizaha dönüştü, kınamalar. Anlayamıyoruz, ha bire kınıyoruz. Kınından çıkarılmayan kılıcın keskinliği olmaz: Demirci ustasını kınıyoruz.

Bir acayip komisyonlar, teşkilatlar var, hatırı sayılır: Bunları da kınıyoruz.

SOSYAL MEDYADAKİ PAYLAŞIM ÇILGINLIĞI

ESMA GÜLAÇAR

Gösteriş hastalığını öylesine normalleştirmişiz ki ömrümüzün sürprizlerle dolu her anını sanal alemler de kitlelere duyurma ihtiyacını duyar hale geldik. Sürü psikolojisiyle hareket edip kitlelerin yöneldiği, yönlendirildiği tarafa doğru hayatımızı şekillendirmeye çalışıp birbirini taklitten ibaret olan alışkanlıklarımızdan sıyrılamaz hale geldik.Her yeni başlayan akıma kendimizi kaptırdıkça kendi özgün benliğimizi inşa etmekte gitgide zorlanıyoruz. Birilerine benzemek, birilerinin yaptığını yapmak gibi bir psikolojik zorunluluk hissini yaratan akımların pençesinde kendi özgünlüğümüzü yitiriyor, nasıl sıradanlaştığımızı, sığlaştığımızı göremiyoruz. Dimdik bir duruş ve kişilik kazanabilmek için çocukluğumuzdan beri çabalar dururuz oysaki. Sarsılmamak üzere inşa edilen sağlam bir kişiliğe sahip olmak için okur, dinler, tecrübe ederiz pek çok şeyi. Ve zamanla farkına varırız ki sahip olmaya ve kazanmaya çalıştığımız, zamanın akışına göre değişiklik göstermeyen değerlerle süslenmiş bir duruşun sağlamlığı; onu elde etme yolunda gösterdiğimiz gayretin büyüklüğü kadarmış. Eğer kişiliğimizin temel taşlarını oturtulduğu o en masum ve tertemiz çocukluk yıllarımızdan itibaren bunun için bilinçli bir gayret gösterilmemişse, doğru bir yönlendirme yapılmamışsa yetişkinlikte de rüzgarın nereye eserse oraya savuracağı bir çöp misali kendimiz olamaz, kitlelerin ve akımların yönlendirdiği biçimde şekil değiştirir dururuz. Bugün sosyal medyayı en yararlı biçimde nasıl kullanabiliriz? kitlelere hitap edebileceğimiz bu alanda doğru ve yararlı ne yapabiliriz diye düşünen azınlığın yanında büyük çoğunluk bu kendilerini şekilden şekle sokan sanal akımların esiri olmuş durumda. Evet bir akım başlatılır ve kitleler bunu yararlı mı, mantıklı mı, doğru mu diye sorgulamaksızın taklit etmeye başlarlar. Dilini çıkarıp yüzünü yamultarak poz verme, kafedeki koca bardaklı içeceğini, masasındaki yemeğini takipçilerinin gözüne sokarcasına görgüsüzce paylaşma, şahsi aracında yanında araç kullanan kişinin dikkatini dağıtarak kazaya sebep olacağını düşünmeden şarkı söyleyip çekim yaparak paylaşma, daha doğar doğmaz masum savunmasız tertemiz bebekleri kötü enerjili insanların nazarlarına maruz bırakarak bebeğin(sanki şaşılacak bir olaymış gibi) ay ay büyümesini ilan etme, her tatilde kuma uzanmış bacağını sergileme gibi gibi…Tabi tüm bunlar yapılırken bunun neden olduğu olumsuzlukları çok az insan düşünür ve önemser. Sosyal medyayı bilinçsizce kullanmanın oluşturduğu olumsuz neticeleri bir bir ele alalım. Öncelikle bu platformda çoğunluk, olmak istediği profili yansıtır, gerçekliği tüm çıplaklığı ile göstermek istemez. Bu yüzden sürekli olarak sahip olduğu güzellikleri ve mutlu anlarını paylaşır hayatının hep güllük gülistanlık olduğu izlenimini verir. Bu izlenimi gerçek kabul eden insanlar kendi hayatları ile kıyaslamaya giderek aradaki uçurumları görür, sahip oldukları ile yetinemeyip mutsuz olmak için bir neden oluşturmuş olurlar. Ne derler? 'Çocuğu olmayan bayanın yanında çocukların, yetimin yanında baban, fakirin yanında malın, hastanın yanında sıhhatin, zayıfın yanında kuvvetin, mutsuzun yanında mutluluğun, mahkumun yanında hürriyetin hakkında konuşma.' Oysaki sanal alem insanların sahip oldukları güzellikleri yarıştırdıkları bir alan haline gelmiş durumda. Böyle davranarak kişi karşısındaki insanın sahip olamadıklarından duyduğu acıyı derinleştirip onun canını yakarak ondan gelebilecek nazarın olumsuzluklarına müstahak hale getirmiş olur kendini. Sadece başkasının kötülüğünü isteyen kem gözlü insanlardan bize negatif enerjinin sirayet edeceğini düşünürüz ya oysaki biz, en masum bir insanın bile canını bu şekilde yakarak onun acılarını mutluluklarımıza dahil etmiş olacağız belki de. Bir diğer önemli husus da sosyal medyada paylaşımlarımızla takındığımız tavrın bizi rol model olarak gören pek çok kişi tarafından taklit edileceği gerçeğidir. Burada paylaşımlarımızla kendi saygınlığımızı, kültürel düzeyimizi, görgü seviyemizi, ahlak düzeyimizi ve en önemlisi de kişiliğimizi yansıtan, bizi tanıtan pek çok parçamızı yansıttığımızı unutmamalıyız. Bize hiçbir katkısı olmayan paylaşımları tekrar tekrar yaparak bir yenilik katmadığımız beynimizi öğüttüğümüzü, düşüncelerimizi sığlaştırdığımızı, duygularımızı fakirleştirdiğimizi, tabir caizse telefona bağlı yaşayan robotlar haline geldiğimizi görebilmeliyiz. İletişimin yetersiz bir boyutta olduğu bu alanda sevdiklerimizin mutluluklarını ve acılarını yansıtan paylaşımlarının da yorum kısmına bir iki cümle yazarak vazifemizi tamamladığımızı düşünüp, insani ilişkileri uzak mesafelerden sürdürerek bireyselliği ve yalnızlığı derinleştirmiş oluyoruz. Farkında mıyız bilemem ama artık insanlar birbirlerine daha az tahammül eder hale geldi. İnsanlar arasındaki sıcak samimiyetin yerini soğuk uzak mesafeler aldı.Çok önemli bir detayı daha gözardı ediyoruz. Paylaşım çılgınlığı, enaniyeti kabartan övgü ve beğeni alma uğruna aile mahremiyeti kavramını gitgide yok etmektedir. Bir insanın herşeyini herkesin bilmesi ne kadar banal öyle değil mi? Düşünün bir kere gizemli ve saklı yanları olan, pek çok yönüyle ulaşılmaz olan şeyler daha çok ilgi görür, daha çok merak edilir ve daha çok değer görür. Bizler kendi hayatımızla ilgili tüm detayları verip, hayatımızdaki her gelişmeyi hatta her anımızı paylaşarak kimi zaman tehlikelere açık hale gelir, çoğu zaman ise saygınlığımızı yitiririz.Her gün telefonu elimize alıpta gözümüzü ve kulağımızı maruz maruz bıraktığımız görsellere ve seslere dikkat etmemiz gerekir. Gözün gördüğü ve kulağın işittiği herşey beynimize kodlanarak bizi bir şekilde mutlaka etkiler. Gözümüzün görmek isteyip kulağımızın duymak istediklerini anlamak için ise görüp duyduklarımıza maruz kalan kişiliğimizdeki, ruh halimizdeki ve maneviyatımızdaki değişiklikleri gözlemlemek yeterli olacaktır. Sanal camiada belli kalıplara girerek neleri pekiştirdiğimizi, nelerden ödün verdiğimizi, neleri kaybettiğimizi sorgulayıp irdelememiz gerekiyor.Bu alışkanlığımızın bizden koparıp aldıklarını görebilmemiz gerekir. Geri dönüşü olmaksızın ömrümüzden eksilirken değer katamadığımız heba ettiğimiz saatlerimiz gibi… Mükemmel yaratılıştaki varlığımızı heba edecek, potansiyellerimizi körelterek bizi akıl edemeyen, hissedemeyen, sorgulayamayıp analiz edemeyen şuursuz, duygusuz metalar haline getiren alışkanlıklarımıza ved etmemiz gerekiyor. Aksi halde yaşlandıktan sonra dönüp baktığımız yıllarımız, bağımlısı olduğumuz elimizdeki telefonla tüketilmiş heba edilmiş, kaybedilmiş yıllar olarak kalacak hafızamızda

MÜŞTERİSİ OLMAYAN META ZAYİDİR

HAKİM ÇİFTCİ

İnsana kalemle yazmayı öğretenin adıyla

Havanın renginin kurşuniye çaldığı akşam üstü vakitleriydi. Günün bitmesine dakikalar vardı ve takvim yaprağının eski zaman olmasına ramak kalmıştı. Etraftaki herkes koşturuyor bir an önce eşine, dostuna, ailesine kavuşma ümidiyle hareket ediyordu. Sokaktakiler, her gün olduğu gibi telaş içinde son teknoloji vakit ölçerlere ve modern dünyanın zamansızlığına inat karanlığı evinde karşılamanın derdindeydiler. Hal ve hareketlerinden tek başınalığı zerre kadar tasvip etmedikleri, yalnızlığa karşı azımsanmayacak derecede karşı oldukları ve küresel dünyanın birlikte yaşamak için yok ettiği bütün değerlere sahip çıktıkları anlaşılıyordu.

Ancak biri vardı ki onun hiç acelesi yoktu. Hayatın olağan akışına uymuyor koşuşturmacaya katılmıyordu. Boş eve gidip yalnızlığını demlemeye hiç niyeti yoktu. Demleye demleye katrana dönüştürmüştü zaten yalnızlığını. Tek başınalığın o kasvetli baskısını azaltmak için çeşitli yollara başvuruyor hafif adımlarla hayatın manasızlığına çalım ata ata yürüyordu. Yolda bulduklarını yola çıktıklarıyla değişmeyen bir karaktere sahip olduğu halinden anlaşılıyordu. Dostunu ve yolunu kaybetmeye tahammül dhi etmeyen, bütün ağırlığıyla erdemli olmanın insan için yegne amaç olması gerektiğini sözsüz bir şekilde anlatıyordu. Yolda olmanın kendisi onun için güzeldi. Arayışın bulmaktan daha ulvi olduğuna, çabalamanın varmaktan daha değerli olduğuna inanıyordu.

Herakleitos'un ''Her şey akar' tezine ve yaşamın bütün hızına rağmen yavaş olmanın imkansızlığını düşünüyordu. Sağlı sollu selam verenlerle sohbet ediyor, şehrin arka sokaklarında kalabalığın arasına dalmaktan müthiş zevk alıyordu. Hiç tanımadığı insanlarla sıcak muhabbetlere dalıyor, fazla tanışıklığın vermediği samimiyeti arıyordu. Yeri geliyor ağır ilim meclislerinde oturuyor, yeri geliyor sıradan insanlarla bir kahve köşesinde gündelik hayatı tartışıyordu. Gerektiğinde entel olmayı biliyor gerektiğinde çocukla çocuk olmayı başarabiliyordu. Nabza göre şerbet vermeyi adı gibi biliyor insan sarrafı tabirini tam manasıyla karşılıyordu. Üreterek mutlu olmanın tüketerek mutlu olmaktan daha kalıcı olduğuna, müşterisi çok olanın zayi olmayacağına kanaat getiriyordu. Çok gidilen yolun kurnazı olmaktansa az gidilen yolun delisi olmayı daha çok istiyordu. Ne kadar bağırırsa bağırsın susan birini asla yenemeyeceğini biliyordu.

Bir şeyin ya fiyatı olduğuna yada haysiyeti olduğuna inanıyor, haysiyetli olmanın paha biçilemez değerine hayran kalıyordu. Dürüst bir yenilgiyi hileyle kazanılmış başarıya yeğliyordu. Ve dahi o, pazarda limon satmanın küresel bir aktör olmaktan aşağı kalır bir yanının olduğunu hiç mi hiç düşünmüyordu. Vesselam

ŞÖHRET UĞRUNA YIKILAN YUVAYA AĞIT

HAMİDE DONMUŞ

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada karşımıza çıkan bir video hepimizin yüreğine dokundu. Bir kadın, milyonların önünde, 7 çocuğunu terk edip başka bir erkeğe kaçtığını 'gururla' anlatıyordu. Daha da acısı, bunu bir başarı öyküsü gibi sunuyor, beğeni topluyordu. Oysa bu, ne bir cesaret hikyesi ne de özgürlük manifestosuydu. Bu, bir ailenin çöküşü, çocukların annesiz bırakılması ve toplumun ahlaki duyarsızlığıydı.

Eskiler 'Evlat, ananın duasıyla büyür.' derdi. Şimdi annesinin ilgisine değil, terk edilişine tanık olan çocuklar büyüyor. Onlar hangi duayla, hangi umutla hayata tutunacak?

Bir kadın yuvasını, çocuklarını, evliliğini sosyal medyada 'trend olmak' uğruna nasıl geride bırakabiliyor? Şöhret olmak, birkaç beğeniyle ahlaki değerlerden vazgeçmek mi artık? Oysa gerçek şöhret; sabırla yuva kuran, zorluklara rağmen çocuklarına sarılan annelerin yüreğindedir.

Toplum olarak bu görüntülere alışmamalı ve asla sessiz kalmamalıyız. Çünkü sessizliğimiz, yarın kendi çocuklarımızın yaşayacağı kültürel boşluk olur. Aile, hl bu milletin en güçlü kalesidir. Ama içeriden yıkılırsa, hiçbir şey ayakta kalmaz.

'Bir milletin yıkılışı, aile ocağının sönmesiyle başlar.' Unutmayalım!

CİĞERİMİZİ YAKTILAR

ŞÜKRAN ŞİMŞEK AKADUR

Yandı memleketin yandı ciğeri

Sebep olanları affetme, Rabbim

Biri sönmemişken başlıyor biri

Sen göz yumanları affetme, Rabbim

Yüreği hırsına yenilen kulu

Hainlik düşünüp yanılan kulu

İnsan sıfatına konulan kulu

Merhamet gösterip affetme, Rabbim

Uzanan o eller kopsun kökünden

Ne isterler canlı cansız ekinden

Her iki cihanda vebal yükünden

Kurtulup ölmesin affetme, Rabbim

Gözünü kör etmiş görmez olanı

Dönüp bakmaz arkasında kalanı

Yaptığı pisliğe kıs kıs güleni

Ömrünce ağlasın affetme, Rabbim

ŞÜKRAN'IM yandıkça delindi sine

Yer gök kızıl renge boyandı yine

Artık ne söylenir bilmem ki buna

Can yakan zalimi affetme, Rabbim.

BU DÜNYA MACERASI...

SAMLE ÇAĞLA

Çocukluk düşlerimde

Bir görüntü var

Canlanır bir kısa film

Görünür hatıralar

Annem lavanta çiçeği

Babam hep ardıç kokar

Topraktan gelip de tekrar

Sular tersine mi akar

Büyülü ninnilerle büyür de her can

Sürünür mezara kadar

Hangi bulut arkasında saklıdır

Yaşarken hasretini çektiğim diyar

Yine çekip gideceksin

Ve yarım kalacak şarkılar

Oyun bitti ey sevgili

Her aşk kaybedilen kumar

Bir elveda öpücüğü ver

Gidip de dönmemek

Dönüp de bulmamak var...

ÇAY

BÜLENT BAYSAL

Bedene faydası saymakla bitmez

Çay dediğin ilaç, iki, üç yetmez

Kırtlama olmazsa boğazdan geçmez

İll semaverden doldur çayları

Ateşte çay kokusundan seçilir

Bir, üç, beş yetmez, çay dostla içilir

Sanma bu lezzete kıymet biçilir

Muhabbet derin doldur gelsin çayları

Otlu peynir lavaşa gardaştır çay

İçtiğin tütüne yoldaştır çay

Her şiire, mısraya sırdaştır çay

Çay ne, say ne doldur gelsin çayları

Meşhurdur şu bizim Van kahvaltısı

Kavurma, kavut, ballı murtuğası

Otlu peynir her sofranın ağası

Soğumasın doldur gelsin çayları

Ağaç gölgesine kilim serilir

Tandırda balık, ayran aşı yenilir

Eh birazda uzanıp kestirilir

Sonra gelsin, sayma artık çayları

Çay dedim mi Van'a gel bana uğra

Dostla muhabbeti gönlüne dola

Sanma bu mecliste dostluklar sola

Çay ne, say ne doldur gelsin çayları

ZORLUĞU BİZ AŞALIM

ARİF KUŞ

Gül bahçesi hiç dikensiz olur mu

Yıl mevsimsiz kış baharsız olur mu

Sevgi Saygı olmadan dost olur mu

Her zorluğu birlikte biz yaşardık

Şimdi niye hep dikensiz gül dersin

Dört mevsimin dördünü bir istersin

Hakikaten uzak bir şey söylersin

Gel zorluğu birlikte biz aşalım

Açma bağrımda yaralar iz olur

El alem duyar ciğerim köz olur

Kardeşim diyerek selam verdiğim

Dostlarımla zorluğu birlikte aşalım.

BOŞA GİTTİ

MEHMET ÇİFTLİKLİ

Bekledim beni bir gün anlar diye

Geçti onca zaman hep boşa gitti

Anlatayım dedim ya dinler diye

O kadar kelamlar hep taşa gitti

Kulak tıkayıp uykuya sızdılar

Doğruyu dedikçe hepten kızdılar

Gönül hanlarımı kinle bozdular

Labirent içinde hep başa gitti

Yola revan oldum nefret salından

Kürek çekiyorum balçık selinden

Bahane aradın arı balından

Kovandı sızıp da hep dışa gitti

Anlamam yeşilden anlamam aldan

Anlatsam anlaman bendeki haldan

Yazgı böyleymiş ne gelir ki elden

Baharı görmeden hep kışa gitti

Sesiz çığlıklarım arşa ulaştı

Evreni bilmem kaç kez de dolaştı

Hayalime dahi çirkef bulaştı

Mehmet in ömrüm de hep düşe gitti.

İÇLİ KORKU İÇLİK OLUR

SİBEL KARAGÖZ

İçten

İçinden

Çıkart korkuyu

İçli korku İÇLİK olur

Devamı HİÇLİK olur

Olma, olmayalım

Tomurcuğu güle beze

Cehil kabusu

Mahpus et zindana

Bilimsel düşün

İlim, mum

Yay elden ele

Işıklara dönüşsün

Yağmur gibi yağsın

Cehil yerlerimiz suya doysun

Çatlamış çorak beyinlere

Yağsın

Her damla bir tohuma

Can, cana kültür

Kültüre ilimden fistan

Biçelim

Kadını erkeği

Oğulu/ Kızı

Eşitliğin beşiği

Sallansın

Dünya yeşillensin

Gök gülsün

Maviye maviye kanatlansın

Ülkem korkmasın

Ülkemin çocukları korkmasın

Baba oğula korkmadan

Sarılsın, ilme

İlmek atalım

Kazaklar örelim

Ülkem üşümesin

Korkusuzca / Damla damla

Denizlere akalım

Deniz olamıyorsak Su olalım

Damla damla

İçli korku içlik olur devamı HİÇLİK olur

Olma /Olmayalım.

Bakmadan Geçme