Saklı Hazine 1

Ahmet İngiltere'de, kardeşi Murat ise Amerika'da çalışan iki bilim insanıydı. Onları doğup büyüdükleri memleketlerine bağlayan tek şey, hayatta olan babalarıydı ancak o da ölmüştü.

Ahmet İngiltere'de, kardeşi Murat ise Amerika'da çalışan iki bilim insanıydı. Onları doğup büyüdükleri memleketlerine bağlayan tek şey, hayatta olan babalarıydı ancak o da ölmüştü. Ölüm haberini alan iki kardeş, apar topar İstanbul'a gelmişlerdi. Babaları için son görevlerini ifa edip döneceklerdi fakat hemen dönemediler. Babaları kendilerine bir not bırakmıştı.

Son yıllarında define aramayı önce hobi sonra bir tür saplantı haline getiren babalarının bıraktığı notta, Ayasofya'nın bahçesinde, Gülhane tarafına yakın bir yerde, üzerine 'K' harfi kazınan bir ağacın dibinde, kendilerini büyük bir hazinenin beklediği yazıyordu. Aslında maddi durumları çok iyiydi ve paraya da ihtiyaçları yoktu. Ancak hem hazinenin ne olduğuna dair içlerinde uyanan merakı teskin etmek hem de babalarının son arzusunu yerine getirmek düşüncesiyle Ayasofya'ya doğru yola çıktılar.

Arabayı Eminönü'nde bir otoparka koyup meydana doğru yürüdüler. Eminönü her zamanki gibi yine çok kalabalıktı. Şehrin yedi tepesinde yaşayan insanlar, oluk oluk meydana akmış gibiydiler. Çarşaflı, eşarplı, yazmalı, şapkalı, başı açık, çocuklu kadınlardan tut da fesli, şalvarlı, takım elbiseli, kravatlı, şortlu erkeklere ve tabi turistlere kadar neredeyse herkes birbirine karışmış, karınca katarı gibi Sirkeci ve Mısır Çarşısı istikametlerine doğru akıp akıp duruyorlardı. Muazzam kalabalık, en çok da seyyar satıcılara yaramıştı.

Meydanın en güzel yerini Mısırcı Hüseyin kapmıştı. Müşterilerinin eline tutuşturduğu mısırları tuzlarken bir taraftan köz yalımlarının terlettiği Kestaneci Ragıp Emmiyle laf yarıştırıyor, diğer taraftan billur sesiyle 'Hasan Paşa simitleri buradaaa!' diye bağıran Simitçi Durmuş'a takılıyordu. Onun takılmadan edemediği seyyarlardan biri de yeniçeri elbisesi giymiş Şerbetçi Osman'dı. Etrafını saran meraklı kalabalığın içinde bir heykel gibi dimdik duran Osman, bir eli kocaman gümüş ibriğinde, diğer eli badem yağıyla iyice parlattığı kaytan bıyıklarında, sesini yer yer inceltip, kalınlaştırarak 'Soouuğuukk şeerbeeettt!' diye bağırıyordu.

YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ...

Bakmadan Geçme