Kahvehane
Ümit Kayaçelebi
Müellif:
Ahmet Yaşar
Osmanlı toplum hayatında sosyalleşme mekânları arasında önemli bir yere sahip olan kahvehaneler aynı zamanda bu özelliği sebebiyle bir nevi kamu alanına dönüşmüştür. Kahvehane tipi yerlerin ilk örneklerine XVI. yüzyılın başlarında Mekke, Kahire ve Şam’da rastlanır. Aynı yüzyılın ortalarında İstanbul’da da kahvehaneler ortaya çıktı. Yaklaşık bir asır sonra kahvehanelerin Osmanlı dünyasından Avrupa’nın Viyana, Paris, Londra gibi büyük şehirlerine taşındığı bilinmektedir. XIV. yüzyıldan beri sağlık ve esenlik için tüketilen kahvenin bir içecek şeklinde daha geniş bir tabanda rağbet görmesi ve kahvehanelerin yaygınlaşması İstanbul merkezli olarak gerçekleşti. İstanbul’daki ilk kahvehanelerin 1550’lerin başlarında açıldığı genelde kabul edilir. Dönemin tarihçilerinden Âlî Mustafa Efendi’ye göre Arap coğrafyasında uzun zamandır bilinen kahvehaneler İstanbul’da 1553’te ortaya çıktı. XVII. yüzyıl tarihçilerinden Peçuylu İbrâhim ilk kahvehaneleri, Halepli Hakem adlı bir tüccarla Şamlı Şems adında bir kişinin İstanbul Tahtakale’de 962’de (1554-1555) açtıklarını yazar. Böylece şehir hayatına giren kahvehanelerin sayısı kısa zamanda arttı. Kahve içmek ve sohbet etmek amacıyla buralarda toplanan muhtelif zümrelerden değişik kültür seviyelerinden insanlar yeni bir kültür ortamı, sosyalleşme mekânı ve siyasî iktidar karşısında seslerini duyurabilecekleri bir kamusal alana kavuştu. Kanûnî Sultan Süleyman’ın son dönemlerinde İstanbul’da elli kahvehanenin bulunduğu belirtilir. 1792’de düzenlenen defterlere göre bu sayı 1631’e, 1821’de ise 2076’ya ulaştı. İlk başlarda aşırı bir yenilik diye görülen kahvehane çok geçmeden normal sayıldı ve toplumun ekonomik, sosyal, kültürel ihtiyaçlarını karşılayan bir merkez konumuna geldi.
Halkın toplandığı kahvehaneler siyasî iktidarın ve yöneticilerin dikkatini çeken bir önem kazandı ve Osmanlı sosyal ve siyasal hayatının XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren zaman zaman etkisi altında kaldığı çalkantıların ana mekânları olarak kabul edilmeye başlandı; devlet sohbeti denilen dedikodu ve söylentilerin yayıldığı yerler şeklinde görüldü. Siyasal otorite mevcut düzene bir tehdit kabul ettiği kahvehaneleri yasaklama yoluna da gitti. İlk dönemlerde iktidarın kahvehanelere dair tutumu bunları tamamen yasaklamak ve kapatmak oldu. Farklı bir toplumsallaşma ortamı gösteren kahvehaneye karşı olan menfi tavır önce Eyüp, ardından sur içi İstanbul ve Galata’daki bütün kahvehanelerin kapatılmasıyla sonuçlandı. Kanûnî Sultan Süleyman döneminin sonlarına doğru Eyüp, Galata ve İstanbul kadılarına yollanan hükümlerde kahvehanelerin kapatılması ve tekrar açılmalarının önlenmesi emrediliyordu (BA, MD, nr. 7, hk. 155, 1453). Bununla beraber yasaklama uzun sürmedi, yeni kahvehanelerin açılmasına devam edildi. 1583’te İstanbul kadısına gönderilen hükümde yine kahvehanelerin yasaklanması tâlimatı verildiyse de kahvehanelerin çoğalmasına engel olunamadı. Özellikle XVII. yüzyılda Kâtib Çelebi’nin ifadesine göre neredeyse her sokak başında bir kahvehane mevcuttu. Bilhassa Şeyhülislâm Bostanzâde Mehmed Efendi’nin fetvasıyla bir içecek olarak kahve bu tartışmanın dışında tutuldu, ancak Kadızâdeli hareketi kahvehanelerin kötü ününü yaydı. IV. Murad 1633’te İstanbul’daki bütün kahvehanelerin kapatılmasını ve kahve içilmesini yasakladı.
Okuma mekânı şeklinde hizmet veren kahvehanelerin kıraathane diye adlandırılması Tanzimat sonrası döneme rastlar. Bu dönemde Avrupa’daki kulüp ve okuma salonlarında olduğu gibi bazı kahvehaneler, müşterilerin çeşitli konulardaki bilgi ihtiyaçlarının karşılanması için bünyelerinde gazete ve mecmua gibi yayınların olduğu, geleneksel sahne sanatlarının icra edildiği kültürel mekânlara dönüştürüldü. İlk örnek Divanyolu üzerinde 1857’de açılan Sarafim Kıraathanesi’dir. Burası müşterileri için gazete ve dergi bulunduran, sonraları kitap da satan bir yerdi. Ramazan gecelerinde Sarafim Kıraathanesi edebî tartışmaların yapıldığı bir salon olurdu. Nâmık Kemal, Ahmed Muhtar Paşa, Süleyman Paşa, daha sonra Ahmed Râsim, Halit Ziya (Uşaklıgil) gibi yazarlar burada toplanır, edebiyattan matematiğe, şiirden siyasete ve sosyolojiye kadar her şeyden bahsederlerdi. İstanbul’daki kıraathaneler Sarafim çizgisi üzerinden kendi geleneklerini oluşturmaya başladı. Özellikle Şehzadebaşı Direklerarası’nda Fevziye Kıraathanesi, Divanyolu’nda Ârif’in Kıraathanesi, Nuruosmaniye’de Letafet Kıraathanesi bu geleneğin en önemli temsilcileridir. Kıraathaneler, İstanbul’da çoğunlukla Sultanahmet’ten Aksaray’a uzanan ana caddede yoğunlaşmıştı. Bu bölgenin sosyal dokusunu oluşturan bürokrat, esnaf ve entelektüel zümreler kıraathanelerin temsil ettiği kültürün muhtevasını belirliyordu. Kıraathaneler bir taraftan okuma mekânı iken diğer taraftan ramazan aylarındaki karagöz gösterileri ve mûsiki fasılları ile son dönem kültürünün taşıyıcıları oldu. Bu tür mekânlar daha çok birer edebiyat mahfiliydi. Ayrıca halkın vakit geçirdiği bazı kahvehanelerin sahipleri gazete yanında küçük bir kitaplık bulundurmaya gayret eder, müşteri çekmeye çalışırlardı. Hatta seçkin bir müşteri tabakasını çekmek isteyenler tabelalarına kıraathane yazmaya özel bir önem verirlerdi.
XIX. yüzyılda İstanbul’daki sayıları birkaç bine ulaşan kahvehaneler sadece kıraathane türünden ibaret değildi. Kahvehanelerin büyük bir çoğunluğu mahallelerde cami yanlarında teşekkül etmişti. Bu yüzyılın İstanbul’u kahvehanelerinin çeşitliliği ve renkliliğiyle büyük bir kahvehaneye dönüşmüştü. Şehrin sakinleri ya seçkin Direklerarası ve Beyazıt kahvehanelerini, Galata ve Pera’daki alafranga kafeleri ya da mahalle kahvehanelerini tercih ederlerdi. Aynı dönemde kahvehanelere çok önemli iki yenilik dahil oldu: Bir içecek olarak çay ve kahvehanenin görünümü. Çay tüketimi XIX. yüzyılın sonunda İranlılar ve Âzerîler arasında yayılmıştı. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra İstanbul’a göç eden Rus ve Balkan muhacirleri de çay kullanımının yaygınlaşmasını etkiledi. Kahvehaneleri andıran çayhaneler ortaya çıktığı gibi çay, kahvehanelerde geleneksel içecek olan kahve ile rekabet eden bir içeceğe dönüştü. Öte yandan kahvehanelerin görünümü, iç düzenlemesi ve tezyinatı ciddi bir dönüşüm geçirdi. Geleneksel kerevetler yerlerini masa ve sandalyeye bıraktı.
Kahvehane kültürü sadece İstanbul’da değil bütün imparatorlukta köylere varıncaya kadar yaygınlaştı. Özellikle kasaba mahalleleri ve köylerde cami yanında kahvehane temel toplanma mekânı olarak öne çıktı. Bunlar sohbet mekânı ve küçük çaplı oyunların oynandığı hoş vakit geçirme yerleri haline gelmişti. 1922’de bir Amerikan ekibi tarafından İstanbul’da yapılan araştırmada sayıları binlere ulaşan İstanbul kahvehaneleri yedi sınıfa ayrılıyordu. Bunlar han kahvehanesi, camilerin yakınındaki kahvehaneler, kıraathaneler, mahalle kahvehaneleri, esnaf kahvehaneleri, lokantaların kahvehaneleri ve köy kahvehaneleriydi. Bu tasnif günümüzde de İstanbul’daki kahvehane tipi mekânlar için geçerlidir.
Kaynak: Ahmet Yaşar