Ümit Kayaçelebi

Bitlis'in Yetiştirdiği Önemli Şahsiyetler

Ümit Kayaçelebi

15.Üryan Baba (Şeyh Mahmut Üryani)

Üryan Baba’nın esas ismi Mahmut olup, aslen Ahlatlıdır. Bazı kaynaklar da ise asıl isminin Seyyid Baba olduğu ve Peygamberimizin sülalesinden geldiği zikredilmektedir. Üryan Baba, kendisini hak yoluna adamış bir kişidir. Dünya nimetlerini bir yana bırakarak, çok az insanda görülen “nefis terbiyesini” kendi kişiliğinde gerçekleştirmiştir. Dünyaya sarılmadığı gibi, dünya malına da değer vermemiştir. Dünyada sahip olduğu tek malı bedenine sardığı bir abadır. Bundan dolayı kendisine “Üryan Baba - Çıplak Baba veya Çıplak Şeyh Babo” denilmiştir. Üryan Baba Şems-i Bitlisi’nin hayranıdır. Ahlat’tan Bitlis’e gelerek bu zata bağlanmış, vefatına kadar yanından ayrılmamıştır. Kısa bir süre içinde Şems-i Bitlisi’nin sevgisini ve dostluğunu kazanan Üryan Baba, Şeyhi tarafından büyük bir özenle yetiştirilmiştir. Şeyhinin vefatından sonra onun postuna oturmuş, onun yerine geçmiş, hayatının sonuna kadar tam bir sadakatle onu temsil etmiştir. Üryan Baba gerçekte dış görünüşe hiç önem vermezdi. Onun değer verdiği insanın iç alemiydi. Bir insan olarak fani olan varlığını, baki olan tek varlıkta, Allah’ın varlığında yok etmesini bilmişti. Kendileri, Müştak Babanın yazmış olduğu esere; “Asarü’l-Müştak, Esrarü’l-Uşşak” adını vermiştir.

16 - Müştak Baba

Müştak Baba, 1759 (H. 1172) tarihinde Bitlis’te doğmuştur. Asıl adı Muhammed Mustafa’dır. Müştak Baba'nın kullandığı mühürde “Muhammed Mustafa Müştak-ı Didar” yazılıdır. Babası Molla İbrahim, anneleri ise Güneş Hatundur. Annelerinin nesebi, Gavs-ı Azam Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretlerine dayanmaktadır. Müştak Baba on yaşındayken babasını kaybetmiş, onu dedesi Hacı Süleyman Hoca büyütmüştür. İlk mektepten sonra 12 yaşında dedesi tarafından Medreseye bırakılmıştır.

Ancak bu yaştayken Mustafa Medreseden kaçarak sık sık saza, söze, musikiye ve şiire meyletmiştir. Medreseden kaçtığını duyan dedesi Süleyman Hoca onu cezalandırma yoluna gitmiştir. Dedesi, torununu beklediğinden farklı bir boyutta bulmuştur. Onun büyük bir ilim sahibi, tasavvuf ehli birisi olmasını beklerken o çalgıya, söze, şiire yönelmiştir. Dedesi 15 yaşından itibaren torununun, belki daha fazla saygı göstereceği bir Mürşit yanında yetişebileceğini tahmin ederek, Hersan Mahallesi'nde oturan, Bitlisin Güneşi, Şems-i Bitlisi’nin yanına vermeye karar vermiştir. Şems-i Bitlisi aynı zamanda müştak babanın amcasıdır. Bir müddet amcasının yanında ders alan Müştak Baba, amcasının tavsiyesi üzerine 20 yaşından itibaren, Hacı Hasan Şirvani Hoca'nın yanına verilmiştir. Bu zatın yanında kaç yıl kaldığı bilinmemektedir. Hacı Hasan Şirvani’den icazet (diploma) almıştır. Daha sonra Mürşitlik makamına oturarak irşada başlamıştır. Müştak Baba, Hacı Hasan Şirvani’den sadece tasavvuf dersi almamıştır. Bir musiki hayranı olan hocasından musiki alanında da dersler almıştır. Musikinin bütün inceliklerine vakıf olan Müştak Baba, musikinin ruh hastalarını tedavi etmede bir vasıta olduğuna kesinlikle inanmıştır. Müziğin; ruhun gıdası olduğunu yıllar önce Müştak Baba söylemiştir. Bu durumu bir şiirinde şöyle dile getirmektedir: Ehl-i şikem idrâk edemez musiki ilmin, Pakize-eda, cana safâ, ruha gıdadır.

Âvâz-ı bülend ile demiş Hazreti Lokman,

Hikmetle teğanni maraz-ı aşka devadır.

Musikide oldukça yol alan Müştak Baba ud çalmakta şöhret kazanmıştır. Hatta bu sahada operaya benzeyen ve Bitlis’i tanıtan tarihi ve edebi bir Salname (Yıllık) yazmıştır. Yazdığı bu eseri Üryan Baba'ya itham etmek istemiştir. Yazdığı bu eserle, Üryan Baba'nın huzuruna varır. Kısa bir sohbetten sonra Üryan Baba: “Ey Mustafa! Senin koynunda bir cevahir vardır.” Deyince, Müştak Baba yazmış olduğu kitabını takdim eder. Seyyid Üryan Baba, bu eseri evirip çevirdikten sonra bu iltifata lâyık olmadığını, ancak esere isim verebileceğini söylemiştir. Sonunda esere Asar-ul Müştâk fi Eser-il (Esrar-ul) Uşşak” ismini vermiştir. Esere verilen bu isim, aynı zamanda Şeyh Mustafa’ya da mahlas olmuştur.

Bu hadiseden sonra Mustafa ismi unutulup Müştak mahlası ile anılmıştır. Esere isim veren Üryan Baba'nın ismindeki Baba kelimesi de alınarak şeyh Mustafa’ya Müştak Baba denilmiştir. Esere de kısaca Asar adı verilir. Belli bir çağa gelen Müştak Baba Bitlis’te evlenmiştir. Bu evlilikten biri erkek, ikisi kız olmak üzere üç çocuğu dünyaya gelmiştir. Kızlarından birisi Tafte Hanedanından Ahmet Bey'le, diğeri de Ahmet Muhlis Paşa ile evlenmiştir. Oğlu Edhem Baba ise Müştak Babanın ölümünden sonra da onun ismini yad eden, ona layık olan bir evlat olmuştur. İlim, terbiye ve irfan yönüyle mükemmel olan bu insanın şahsiyeti de o derece mükemmeldir.

Hiçbir zaman nefsine yenik düşmemiştir. Kimseye üstünlük taslamadığı gibi, gurur ve kibirden kendisini soyutlamasını bilmiştir. Sultan II. Mahmud’un en gözde nedimlerinden birisi olmasına rağmen bu makamını asla kötüye kullanmamıştır.

Gerek engin kültürü, gerek şiirdeki dehası, gerek musikideki icra yeteneği ve gerekse düşünceleriyle çevresinden daima takdir toplamış, Şeyh-ül Mütehayyirin lakabıyla anılmıştır. Müştak Baba, 1832 yılında İstanbul’dan ayrılarak Bitlis’e dönmüştür. Dönüş esnasında yol güzergahında olduğundan, Muş’a uğrar. Birkaç günlüğüne orada kalır ve orada katledilir.

18 - Molla Halil Si’ridi

Fıkıh, Tefsir ve Hadis Alimi olup tasavvufun ehli büyüklerindendir. Asıl ismi Halil bin Hüseyin es-Si’ridi el-Ömer’dir. Miladi 1754 (hicri 1167) tarihinde Bitlis’in Hizan Kazası'nda doğmuş, 1843 (Hicri 1259) tarihinde Siirt’te vefat etmiştir. Kabri Siirt’tedir.

19 - Seyyid Sıbgatullah-il Arvasi (Gavs-ı Hizani)

Bitlis’in Hizan ilçesinde yaşadığından dolayı Gavs-ı Hizani lakabıyla anılmıştır. Esas ismi Seyyid Sıbgatullah-il Arvasi olan bu zatın soyu Hazreti Resullah’a (S.A.V) dayanmaktadır. Asılları Bağdat’tan gelmiştir. Gavs-ı Hizani (K.S.) Hazretleri, Hicri 1245 (Miladi 1829) tarihinde, İslami ilimlerle meşgul olmaya başlamıştır. Bu tarihte Van’da bulunan Şeyh Muhyiddin’in sohbetlerine katılmış ve ondan dersler almıştır. Şeyhin vefatıyla beraber Cizreli Şeyh Halid’in yanına gitmiştir. Bunun da vefatından sonra sırasıyla, Şeyh Salih-i Sipiki, Bitlisli Şeyh Musa ve yine Bitlisli Şeyh Abdulkadir’in yanlarında dersler alarak sohbetlerinde bulunmuştur. Hicri 1287 (Miladi 1876) yılında Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı Gayda’da vefat eylemişlerdir. Kabri şerifleri buradadır. Kamuran İnan ve Edip Safter Gaydalı’nın büyük dedesi olan Gavs-ı Hizan-i, asla doğruluktan, dürüstlükten ayrılmamış, en büyük makamdan, en küçük makama kadar olan bütün insanların teveccühünü kazanmıştır.

20 - Hulusi Bitlis-i Aktürk

Hulusi Bitlis-i Aktürk, 1881 yılında Bitlis’te doğmuştur. Belli bir süre Ağır Ceza Reisliği yapmış, 1967 yılında Ankara’da vefat etmiştir.

21 - Şeyh Muhammed Diyauddin (Hazret)

Halk arasında Hazret olarak bilinen Şeyh Muhammed Diyauddin (Ziyauddin), 1855 yılında Bitlis Hizan ilçesine bağlı Usba Köyü'nde doğmuştur. Seyda-i Taği diye bilinen Abdurrahman-i Taği’nin oğlu, Nakşibendi Tarikatının mürşidi kamilidir. Muhammed Diyauddin Hazretleri'nin aile çevresi dindar insanlardan oluşmuştur. Çocuk iken eğitime başlamış, ilk eğitimini babası Abdurrahman’i Taği’den almıştır. Babasının vefatına kadar onun ilminden istifade eden bu zat, eğitimine Şeyh Fetullah Verkanisi’nin yanında devam etmiştir. Muhammed Diyauddin’nin Güroymak’ta bulunan ilim yuvası, Rusların Doğu Anadolu’yu işgale başlamasıyla bir askeri teşkilat haline gelmiştir. Barışta talebelerine hocalık eden bu zat, savaşta yine talebelerinin başında komutanlık yapmıştır. Hazret’e göre, Vatan müdafaası bütün ilimlerin üzerinde gelmektedir. I. Cihan Harbinde Ruslara karşı büyük savaş vermiş, Belican mevzilerini savunma sırasında Karaağlı Köyü'ndeki müdafaada, yanında patlayan bir top mermisinin şarapneli sağ kolunu koparmıştır. Bu hizmetlerine karşılık olarak Sultan Reşat tarafın-dan kendisine bir takma kol ve madalya verilmiştir. Mustafa Kemal tarafından bu zata, gösterdiği kahramanlıklardan dolayı yazılmış bir teşekkür mektup bulunmaktadır. 1923 yılında Güroymak’ta hakkın rahmetine kavuşmuş, Güroymak’ta bulunan babalarının yanına defnedilmiştir.

22 - Said-i Nursi

Günümüzde Bediüzzaman olarak bilinen Said Nursi 1873 yılında Bitlis’in Hizan ilçesinin Nurs Köyü'nde doğmuştur. Zekası, takvası ve dinine sadakatı, kısa zamanda etrafta tanınmasına neden olmuştur. Kısa bir süre Van’da kalmış, medrese tahsilinden sonra ilmi ile hocalara ders verecek duruma gelmiştir. Said Nursi Birinci Dünya Savaşı başladığı vakit Ağustos 1915’de Enver Paşa'nın emriyle Süphan Dağında Milis Alayları kurmuş, kendisi de Milis Albayı olarak atanmıştır. 4000 - 5000 kişiden oluşan bu birlik, keçeden yapılmış külah giydiklerinden, kendilerine Keçe Külahlılar ismi verilmiştir. Said Nursi önceleri Ermeni Taşnak Komitasi'nın yaptıklarına fazla sesini çıkarmamış, ancak Ermeni zulümlerinin artması ve küçük yaştaki çocukları vahşi bir şekilde katletmeleri üzerine, talebeleriyle birlikte Taşnak Komitacılarına karşı savaşmak zorunda kalmıştır. Muş’un düşman eline geçmesiyle 14 adet topu, düşman kuvvetlerinin eline geçmiştir.

 Said Nursi milisleriyle beraber Muş istikametine giderek bu 14 adet topu düşman elinden alarak Bitlis’e getirmiş, 3-4 gün şehrin savunmasını sağlamıştır. Bu süre içinde de Bitlis halkının bir kısmı göç ederek kurtulmuştur. Ahali Bitlis’ten çekildikten sonra talebeleriyle beraber il de kalarak savunmaya devam etmiştir. Sonunda 3 talebesiyle birlikte 33 saat su ve çamur içinde hem yaralı ve hem de ayağı kırık olarak bir köprü altında gizlenmiştir. Aşırı kan kaybından ve şiddetli soğuktan hayatı tehlikeye girince, onu kurtarmak gayesiyle talebelerinden birisi Rus askerlerine yerini göstermiş ve gece vakti Ruslar esir almıştır. Said Nursi’yi diğer esirlerle birlikte önce Van’a, sonra Culfa, Tiflis, Kloğrif ve oradan da Kosturma’ya (Sibirya) götürmüşlerdir. 1918 yılında Rusya’dan firar eden Said Nursi, önce Leningrad’a (St. Petersburg) oradan Almanya’ya ve daha sonra İstanbul’a gelmiş, 23 Mart 1960 tarihinde Urfa da hakkın rahmetine kavuşmuştur. Hayatı boyunca yaklaşık 130 eser yazmış ve yayınlanmıştır

23 - ŞEYH MEHMED-İ KÜFREVİ

Şeyh Mehmed-i Küfrevi Hazretleri Siirt ilinin Küfre köyünden bir asır önce Bitlis’e gelerek yerleşmiştir. Bitlis’in Kızıl Mescit Mahallesinde ikamet eden Şeyh Mehmed-i Küfrevi olgunluk, fazilet timsali olmuş, ilmi kariyeriyle çevresinde şöhret kazanmıştır.

Fakir halka ve evine gelen misafirlere karşı gösterdiği şefkat ve insanlığa olan büyük hizmetleri ile kendisini sevdirmiştir.

Bu zat, Osmanlı döneminin Padişahlarından saygı ve itibar görmüştür. 1898 yılında Sultan II. Abdülhamit, İstanbul’dan mimarları göndererek Kızıl Mescit Mahallesinde Küfrevi türbesini yaptırmıştır. Altın ve gümüş kaplamalarla süslü olan türbenin kapısı, 1916 yılında Bitlis’in işgali sırasında Ruslar tarafından sökülerek götürülmüştür.

Kaynak: Bitlis İl Kültür Turizm Müdürlüğü

Yazarın Diğer Yazıları