Toplumsal infiallere karşı toplumsal konsensüs ihtiyacı
Dr. M. Latif Bakış
TOPLUMSAL İNFİALLERE KARŞI TOPLUMSAL KONSENSÜS İHTİYACI: Leyla ve Narin üzerinden Toplumsal infiallere Eleştirel Bir Değerlendirme
Ağrı'da Leyla, Diyarbakır'da Narin ve daha başka bir yerde daha başka bir masumun aile içi çirkinliklerin muhtemel kurbanları, varoşların toplumun bilinçaltı gibi işlediğini ortaya koymaktadır.
Dışa vurulmayan, gizlenen, derinlerde saklı duran ne kadar kötülük varsa neden özellikle varoşlarda cereyan eder? İnsanlık tarihi boyunca ve her toplumda benzeri infialler olmuştur, ancak bu devirde bu kadar yaygın ve çok olması düşündürücüdür. Bu tür vakalar salt bir ruhsal alçaklıkla izah edilemez kanaatimce, bunda görsel medyanın on yıllar süren bilinçaltı işgalinin de etkisinin olduğu açıktır. Görünürde hayatımıza yeni bir pencere açan ve konfor getiren medyanın ve dijitalleşmenin görünmeyen tahribatının daha derin olduğunun da izharıdır bu tür vakalar. İlk etapta haz ile ilişkilendirilmeye müsait olan toplumsal infiallerin derinliğinde başka saiklerin ve gizlenmiş gerçeklerin olduğu da düşünülmek durumundadır. İnsanın ruhsal olarak hedonizme meyyal olduğu gerçektir. Ancak erdemden yoksun bir haz alma düşüncesi, ruhu ve aklı hazza esir ettiği gibi, hazzın yaşanmasını da imkânsız kılar. Nitekim Stoacı Seneca'nın da asırlar evvel bunu tespit etmiş olması kayda değerdir. Sodom-Gaomore ve Pompei halklarının ve Lut (as)'ın kavminin tarihte ortaya koydukları rezaletler de insanın erdemden yoksun bir hazza eğilimin olduğunu, ama buna yöneldiklerinde söz konusu rezaletlerin kendilerine kötü sonuçlarının olduğunu insanlığın fikriyatına seslendirmektedir. Tarihte Nazilerin bugün ise Siyonist Yahudilerin sistematik bir şekilde ortaya koydukları terörizmin, vahşetin, barbarlıkların, bebek katliamlarının, köktenci soykırımların, toplumsal infial ve yıkımların, yerinden etmelerin ve hırsızlıkların (İsrailleme) ve de savaşların dahi derinliğinde bir olumsuz hazzın yattığı ifade edilebilir.
Zikri geçen kötülüklerin derinliğinde hazlar yatsa da temel kaynağının cehalet olduğu özellikle belirtilmek durumundadır. Bu da ancak erdemli ve iyi niyetli bir insani eğitimle fikriyatın ve ruhun disipline edilebileceğini ortaya koymaktadır. Ancak salt teorik bir okur yazarlığın mezkûr eğitimi teşekkül ettirmeye yetmeyeceğinin de ifade edilmesi gerekir. Eğitimden kasıt, içerik, amaç, anlam ve uygulama itibariyle millet şuurunun, manevi ve ahlaki inşanın, kültürel bilincin ve aidiyet düşüncesinin de teorik eğitimle birlikte ve sistemli bir şekilde ve de devamlılık içinde verilmesidir. Bunun önündeki en büyük engel, tehlike ve tehdidin ise en başta köksüzlük duygusu ve düşüncesinden ileri geldiği kanaatindeyiz. Köksüzlükten kasıt, taklite dayalı ruhsuz, erdemsiz, ilkesiz; aidiyet ve millilik düşüncesinden yoksun, mandacı bir aşağılanmışlık ruhunun yansıdığı sığ ve zorba bir yapının eğitim yoluyla tahakkümüdür. Bu bağlamda dil engelleri, harf ve yazı engelleri, inanç ve ahlak engelleri, doğru bir tarih şuurunun engellenmesi vb. hususiyetlerin tümü bir bütün olarak zikri geçen ve örneklerin ve her gün yaşanan kötülüklerin de zeminini teşkil ettirmektedir. Mezkûr kötülüklerin, irfanıyla bilinen Anadolu coğrafyasında cereyan etmesi ise bir başka trajedi olarak zikredilmek durumundadır.
Bu bağlamda şunu ifade etmek gerekir ki, Anadolu coğrafyasının kendine has ananeleri, efsaneleri, inancı, kültürü ve irfanı vardır ve bu değer küresi içinde bir insanlık tipolojisi inşa etmek gerekirken, zaten teknik ve teorik eğitim imkanı kısıtlı olan varoşlara teknolojinin salt görsel hazzının verilip yukarıda zikri geçen değerlerin verilmemesi netice olarak ensest ahlaksızlıkların, pedofili cinayetlerinin, hırs ve kin ile intikam heveslerinin, hırsızlık ve arsızlıkla toplumu ifsat etmelerin yaşanmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Vicdani bir duyarlılıkla bu tür infiallere hayıflanmak da elbette insani bir duruş olmakla birlikte, bunun bir çözüm sunmadığı da gerçektir. Gelinen noktada toplumsal ahlak zemininin muhkem hale getirilmesi için resmi ve sivil kuruluşların, şahsi ve tüzel kişiliklerin hep birlikte bir konsensüs ile hareket etmelerinin zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Artık ferdi infialler üzerinden toptancı bir yanlış anlayışla ve kötü niyetle bütünlüğü dağıtıcı değil; ferdi kötülüklere rağmen toplu bir iyi niyetle ve iş birliğiyle hareket edilerek söz konusu inşa faaliyetinin sağlanması gerekmektedir. Sivil toplum kuruluşları, cemaatler, dernekler, kurslar, Milli Eğitim camiası, Diyanet camiası, Üniversiteler, Halk Eğitim camiası ve Gençlik ve Spor camiası hepsi bir bütün olarak aynı gaye etrafında ve açık bir hedefle bir konsensüs ve dayanışma ile gençliği ve aileleri ahlak, bilinç, aidiyet, maneviyat eğitimi başta olmak üzere teknik eğitimle birlikte yeniden ayağa kaldırmaya omuz vermelidir. Ve elbette burada medyanın da olumlu katkı sunmasının sağlanması büyük bir önem ve sorumluluk arz etmektedir. Siyasi ve politik iradenin bu hususta rolü, gücü, inisiyatif ve sorumlulukları açıktır. Hamasetin yerine aklın, bilincin ve realist bir tavrın gerektiğini; güçlülerin delip geçtiği ve açıkları infial sebebi olan bir kevgir hukukun yerine vicdanın ve adaletin hâkim olduğu güçlü bir adalet sisteminin hâkim kılınması ise bu yapının müeyyide ile tahkim edilmesinin ve sürdürülebilirliğinin en başta gelen şartı olduğu özellikle ifade edilmek durumundadır.
Narin bedenlere ve Leyla yüzlülere daha fazla kötülük edilmemesi için zikri geçen değer küresinin kurulmasına ve güçlendirilmesine çok acil ihtiyaç olduğu açıktır. Artık ekonomik bahanelerin ve ideolojik kutuplaşmaların gölgesinde soldurulmaya bırakılacak bir geleceğimizin olmadığın iyi idrak edilmesi gerekir. Şu toplum gemisinde ya hep birlikte var olacağız ya da hep birlikte hiç olacağız. İşte "olmak ya da olmamak" olarak özetlenen bütün mesele budur.