Dr. M. Latif Bakış

Ekonomi ve Ahlak İlişkisi: Ticaret Aynasından Politika ve Ahlakı Seyretmek

Dr. M. Latif Bakış

Geçim korkusu yaşatacak kadar hayatı pahalılaştıran her politik karar, toplumu ve bireyleri kötü eylemlere zorlar. Alım gücü iyileştirildiğinde üretimde dikkat edilen kalite, sağlık ve hijyen, fahiş zamlarla yerini sahtelik, zarar ve kirliliğe bırakır. 

Toplumsal piramidin en üstünde yer alan dürtünün yaşam olması ve piramitin en geniş ve sağlam olması gereken temelinin halk olması hususiyetlerini bir arada mütalaa etmek gerekir. Temelin sağlam olması bütün toplumsal yapılar için zorunlu bir durumdur. Politika, yasa, ticaret, eğitim, güvenlik ve sağlık vb. tüm kurumsal yapılar söz konusu zemin üzerinden varlık ortaya koyar. Ancak esas unutulmaması gereken şey, tüm bu zikri geçen hususiyetlerin, piramitin temelini oluşturan geniş halk kitlesi tarafından teşekkül ettiği gerçeğidir. Halk, yaşam dürtüsünü doğaları gereği önceleyen bireylerden teşekkül eden bir yapıdır. Bu yapıda sergilenen her davranış ve tutumun süreç içinde kültürü oluşturduğu bir gerçektir. Yasa ve müeyyidelerle söz konusu bireyler üzerinden bir kültürel davranış domine edilebildiği gibi, politik kararlar ve ticari uygulamalarla da toplumsal ve kültürel ahlakın domine edildiği bilinmelidir. Bu bağlamda, hükümetler ve devletler, belli bir politik ideolojinin veya Parti'nin öncelendiği palyatif kararlarla toplumlarını oluşturan daha geniş bir kitleyi olumsuz fiillere yönelttiklerini hatta mecbur ettiklerini bilmek durumundadırlar. 

Yönetici erkin ceza üzerine kurduğu müeyyideyle durumu kurtarması mümkün değildir. Tarihte hatta yakın tarihte, komün yapılar, sözde sosyalist yapılar ortak pozitivist materyalist düşüncenin öncelendiği bir yönetim ve ticaret anlayışını esas aldıklarından, birincil güdü olan yaşam hakkı tehdit edilmiş bireylerin oluşturduğu geniş toplumsal yapı, tasavvur edilenin aksine olarak çöküşle neticelenmiştir. Yanı sıra, yine tarih bize madalyonun başka bir yüzünün olduğunu da göstermiştir. Yaşam kaygısı ortadan kaldırılmış, kimsenin emeğinin zorla sömürülmediği bir yapıda paylaşım, dayanışma ve kalkınma ahlakı bir imecenin ürünü olarak tezahür etmiş; vergiye gerek kalmaksızın gönüllü iştiraklarla devletin yükü halk veya esnaf tarafından omuzlanmıştır. İbn Haldun'un da ileri sürdüğü ve Taffer'e ait bir ekonomi eğrisi olarak da tanıtılan tespitte olduğu üzere, büyük vergilerle devletin yapması beklenen pek çok hizmet (okul, sağlık(hastane, Ocak), ulaşım(köprü, yol), imaret, mabed vb.), vergi yükü hafifletilmiş olduğu için kazancı ve yaşamı kalite kazanan bireylerin elleriyle ve gönüllü olarak gerçekleşeceğinden, bu durum siyasi iktidarın sırtındaki kamburun alınması kadar anlamlı bir işlev görür. Buyurgan otoritenin vazedeceği yasa, ancak böyle bir olumlu yapıyı tahkim etmek olmalıdır. Devlete güvenin olduğu bir yapıda bireyler mutlu olduğundan, erdemli bir kültürel yapının teşekkül etmesinin önünde bir engel de söz konusu değildir. Ancak tersini de aynı manzaraya göre okumak gerekir. Günümüz ticaret uygulamaları üzerinden bir okuma yapmak istersek, yani sonuçtan sebebe doğru bir yürüyüş yapacak olursak, esas cezalandırılması gereken failin kim veya kimler olduğunu da tespit edebiliriz kanaatimce. Söz gelimi, fıstıklı baklavaya biçilen ücreti talep eden esnaf, ürünün içine soya veya yer fıstığı katarak tahşişat yapıyorsa, kıyma diye kana bulandırılmış belirsiz yağlar piyasaya sürülüyorsa, makarna diye küflenmiş ve ayak altında ezilmiş artık ekmekler hamur edilip yediriliyorsa, et diye haram ürün insanlara rızk ediliyorsa, aldığı ürüne en fazla yarısı fiyatına kar oranı koyması beklenen esnaf söz konusu ürüne en az üç-beş katı fiyat ekleyerek hizmet(!) etmeyi sürdürebiliyorsa, kolluk kuvvetlerinin ve zabıtaların niceliksel olarak çoğalmalarına rağmen suç oranlarında da çoğalma artarak devam ediyorsa, bu manzara bize, herkesin bir şekilde rüşvet ve torpil ağında kukla olarak varlık ortaya koyduğunu gösterir. Ve burada ya işleyemeyen bir hukuk ya muktedir olmayan bir iktidar ya irade ortaya koymaya bir muhalefet vardır ya da daha da kötüsü, zikri geçenlerin organize kötülükleri söz konusudur. Bu ise literatüre zulüm olarak geçer. Zulüm ise erdemsizliğin ilk sırasında yerini alır ve ona tutunarak var olmayı düşleyeni tarihin utanç sayfaları arasına kaydeder. Günlük ticaret münasebetimizden hareketle vardığımız sonuç, devlet ve millet için büyük bir sorunun esasen henüz gelmediğini ama eli kulağında olduğunu haber verir. 

Akil ve erdemli insanlara düşen şey, sorumluluk bilinciyle ve doğru ilkelerle hareket edilmesidir. Toplum dağılınca geriye kutsal da kalmaz. Yaşam korkusunun hâkim olduğu toplumlarda paylaşım, empati, sempati, alicenaplık, ahde vefa, güven, haysiyet ve onurluluk, utanma duygusu gibi hasletler dumura uğrar. Böyle bir tükeniş toplumunda gasp, yağma, şantaj, tefecilik, faiz ve karaborsa lobiciliği, anarşi, ahlaksız tekliflerin yaygın ve olağan hal alması, sarhoşluk ve bağımlılık örnekleri çoğalır. Erdemli kültür ölür, ahlaksızlık kültürü ahtapot bir yapı arz etmeye, toplumun bütününe sirayet etmeye başlar. Artık böyle bir toplumda zengin de zengin değildir. Zira malının her an yağma, gasp, kundaklanma, fidye, hırsızlık, kaçır(ıl)ma riskini taşıdığını, keza buna bağlı olarak can korkusu, serbest ve ferah bir seyahat, çarşı ve pazarı deneyimleme vb. alanların kendileri için kapandığını ya da en azından oldukça daraldığını onlar da fark ederler. İsteklerini, hayallerini, umutlarını, düşündüklerini asgari düzeyde bile yaşayamayan insanlar mutsuz olur. Mutsuz fertler mutsuz yuvaları, onların yekûnü da mutsuz bir toplumu ve devleti domine eder. 

Hülasa, ekono-metrimiz ahlak-metre'miz olabilir. Zira tüm bu veriler, ekonomi ile ahlak arasında güçlü bir bağın olduğunu ortaya koymaktadır. Siyasetin bu gerçekliği yabana atma lüksü yoktur. Yasa ve müeyyidenin uygulanabilmesi gerekir, ancak burada rol alanların, yani denetim mekanizmasını yürütenlerin insan oldukları gerçeği de göz ardı edilmemek durumundadır. Odakta insan, insanın doğası, eğilimleri, ihtiyaç ve ihtirasları vardır. Buyurgan otorite tam olarak burada ve bu nedenle etkin olmak zorundadır. Söz konusu etkiyi en çok da ekonomi ve ahlak örnekleri üzerinden müşahede ederiz. Söz konusu mevcut müşahedelerimiz, toplumsal değer küresine dair olumlu ya da iç açıcı bir panorama sunmamaktadır.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları