Zekai Dağtekin

Eski Vanlıların büyük göçü

Zekai Dağtekin

20 mayıs 1915 tarihinde Van Valisi Cevdet Paşanın emri ile,  eski Van'da yaşayan Vanlılar kafileler halinde, şehri terk etmeye başlar. Rus ordusu şehre çok yaklaşmış olduğundan, isyan eden, Van'ı yakıp yıkmaya başlayan ermeni çeteleriyle birlikte hareket edecekleri bilindiğinden, esir düşmemek ve katliama maruz kalmamak için,  yanan ocaklarını geride bırakarak göç etmek Vanlıların tek kurtuluş çareleri olur. İşte o unutulmaz zorlu  günlerde  Van Kalesi güneyinde yer alan  eski şehrin güney kapısından göç eden kafilelerin birinde, o zaman 12 yaşında olan rahmetli babam da vardır.

Bundan sonrasını, babamdan duyduklarım ve hafızamda kalanları, sizlere anlatmaya çalışacağım.

Babam anlatıyordu:

"...Göçün başladığı sabah, anam ve abam (abla), beni erkenden uyandırdılar. Üşümeyeceğim şekilde giyindirdiler. Bir heybe içine de, taşıyabileceğim ağırlıkta yiyecekler koydular. Devamlı ağlıyorlardı.  Abam,  bana şunları söyledi: Bak Zekeriya biliyorsun, burada başka kimsemiz yok. Babamız sen çok küçükken vefat etti. Kocam Çanakkale'de savaşta, anamız hem hasta,  hem de çok yaşlı. Ben anamı burada yalnız bırakıp, gelemem. Bu kafilelere, bizim katılma şansımız yok. Düşman şehre girmek üzere, biz artık memleketimizde ölürsek öleceğiz, kalırsak kalacağız. Ama hiç olmazsa sen kurtulmalısın. Seni komşumuz ağabeylere teslim edeceğiz. Onlarla beraber gidersin. Onların sözünü dinle, ne derlerse onu yap. Diyarbakır'a ulaştığın zaman orada Sehernaz isminde bir halan var. Gider onu bulursun, oda yalnızdır ve kimsesi yoktur. O sana sahip çıkacak bakacaktır..."

 Abam, babamı, komşuları ağabeylere teslim eder. Babam göçü anlatırken hep  Ağabey ismi geçerdi. Asıl ismini bilmiyordu. Uzun yıllar sonra, ağabeylerin, rahmetli hemşehrimiz Coşkun Okultaş'ın mensubu olduğu ailenin, büyükleri olduğunu öğrenmişti.

 Devamını babamdan dinleyelim:

"...Van'dan göç eden aileler için iki yol vardı. Birincisi Güneyden Edremit- Gevaş üzerinden Tatvan'a,  oradan da Bitlis , Baykan , Silvan dan geçerek Diyarbakır ve diğer illere ulaşmak. Bu yol çok dağlık, çok zahmetli, ama; nispeten daha güvenli bir yoldu. İkincisi Van  İskele köyünden kalkan vapurlar ile Tatvan'a ulaşmak ve Bitlis üzerinden devam etmekti. Ancak, vapur kaptanları Ermeni oldukları için güven duymayanlar, ermenilerin bir kalleşlik yapmasından korkanlar çoğunluktaydı. Bu sebeple, vapurla gitmeye kalkan kafilelerin başında olanlar, silahlı muhafızlar ile kaptanların yanlış yapmaması için tedbir alıyorlardı. Buna rağmen, yolculuğu geceye bırakan bazı Ermeni kaptanlar, gece karanlığından istifade ederek  rotalarını  değiştirip, kafileleri,Tatvan'a değil,ermeni çetelerinin bulunduğu Adilcevaz tarafına götürüyorlar. Sahile yanaşan kaptanlar denize atlayıp yüzerek sahile çıkıyorlar. Gemilere giren ermeni çeteler ise: Kadın erkek çoluk çocuk ne varsa hepsini katlediyorlar. Karakelleoğlu ailemizin iskele köyündeki 32 hanesinin insanları bu katliamlarda yok edilmiştir. Bu 32 haneden hiçbir kimse hayatta kalmamıştır. İskele köyündeki dedelerimizin toprakları ve geride bıraktıkları evlerine ise, savaş bittikten sonra Van'a gelen, göçmen Azeri asıllı ve Karadenizli aileler yerleştirilmiştir.  Eski tapu kayıtları elimizde mevcuttur.)"

Babamın da katıldığı göç kafilesi yola çıkar. Edremit'e  vardıklarında,  durup bir kere daha Van 'ı görmek isterler. Vanlılar şehirlerinin üstünden kara dumanların çıktığına ve şehrin yakıldığına  göz yaşları içinde tanık olurlar. Anasını ve abasını orada bırakan babam, ağlamaya, dövünmeye başlar ve geri dönmek ister. Ancak,  kendisini emanet ettikleri komşuları izin vermez ve yaşlı, kadın, çocuklardan oluşan kafile, yoluna devam eder. Yolculukları büyük sıkıntılarla, açlık, uykusuzluk ve yorgunlukla günlerce devam eder. Yolculuk sırasında babam, bir çok acı olaya tanıklık eder. Kucağındaki çocuğu ile kendisini nehre atan anneleri görür. Yaşlıları, yola devam edemeyenleri, hastalanıp ölenleri görür.

  Yaşananları "Açtık, yiyecek hiçbir şeyimiz kalmamıştı. Baykan civarındaydık. Bir köylü bize ekmek getirip dağıttı. Siyah bir ekmekti. Ömrüm boyunca yediğim en lezzetli ekmekti. O ekmeği hiçbir zaman unutmadım " diye  hzünle anlatırdı babam...

Diyarbakır'a ulaşılınca babam kafileden ayrılır. Sora,sora, halası dedikleri Sehernaz hanımı bulur. Oda yaşlı, kimsesiz biridir. Babamı evladı yerine koyar ve bakar. Bir süre sonra halasına " Benim çalışmam, hayatımı kazanmam lazım" der. İzin verilince de bir kahvede, kahveci çıraklığına başlar. Çok çalışkan olduğu için sevilir. Daha sonra,  biriktirdiği para ile kendisine bir kahvehane açar. 18 yaşına geldiği zaman, bir gün halası karşısına alır ve konuşur. Derki: "Sen artık kocaman delikanlı adam oldun. Kendi başına yaşayabilirsin. Ama, gözüm arkada kalsın istemiyorum. Sana öyle birini buldum ki;  hem ana hem baba hem de eş olacak. Senden büyüktür. Kimi, kimsesi yoktur. 5 vakit namazında mümin ve çok iyi bir insandır. Sana da böyle olgun birisi gereklidir. Bununla evlen"  Babam da halasının teklifini kabul eder ve Emine hanımla evlenir. Birkaç yıl sonra, Urfa, Antep, Maraş, Adana, Konya ve   Anadolu'nun  diğer illerine  canlarını kurtarmak  üzere göç eden  Van muhacirlerinin bir kısmı 1920 yılından itibaren kafileler halinde, hasret kaldıkları memleketlerine geri dönmeye başlarlar.Bir kafileye Diyarbakır'dan katılan babam ve Emine hanım Van'a gelirler. Dönüşleri gene yaya, yokluk ve zorluklar içinde olur. Baykan-Bitlis yakınlarında  Vanlı muhacirler kafilesini gidişte olduğu gibi dönüşlerinde de  eşkıyalar durdurur ve herkesi sıraya dizer.

"...Yolda aç kalınca yemek için yanımıza  Dut kavutu almıştık. Acıktıkça azar azar yiyorduk.  Ben kahvemi satmıştım. Biraz da biriktirdiğimiz altınlarımız vardı. Altınları Emine hanım göğsünde saklamıştı. Eşkıyalar, kadın erkek bizi sıraya dizdiler. Emine hanım da içinde biraz dut kavutu olan ellerini göğüslerinin üstüne koymuştu. Eşkıya ellerini çekiyor, içinde kıymetli bir şey olduğunu sanıyordu, o da açmamak için direniyordu. Sonunda, emine hanım ellerini uzattı, avucunu açtı elinde ki dut kurusunu eşkiyanın avucuna bıraktı. "Al zıkkım ye, senin olsun" dedi. Eşkıya büyük bir öfkeyle,bırakılan dut kavutunu  yere çarptı. Kafiledeki herkes soyulurken, Emine hanım altınlarımızı kurtardığı için, bizde Van'a paralı dönmüş olduk.Vilayete başvurarak başımızı sokacak bir ev istedik. Vilayet  Çalık sokağında iki katlı, Ermenilerden kalma büyük bir evi üç kişiye verdi. Bize, amcazadem Rifat efendiye ve Cantürklerin babaları Rifat Cantürk'e .Bu evin alt katına Cantürklerin kalabalık ailesi yerleşti. Biz Emine hanımla üst katta ki odalarda yaşadık. Orada yaşarken bir kız çocuğumuz dünyaya geldi. Adını Gülendam koyduk. Ne yazık ki ilk evladımız fazla yaşamadı kısa bir süre sonra vefat etti. Emine hanımın da yaşlandığı için çocuk sahibi olma şansı kalmadı.  Bende 33 yaşına gelinceye kadar, yaşamımız böylece devam etti...

Ailemizin hikayesi şöyle devam eder;

Hicretten acı, yokluk perişanlık içinde  Van'a dönen ve yuva kurmaya çalışan  Vanlı aileler, çoluk çocuk sahibi olurken, doğurma yaşı geçen Emine hanım babamın da mutlaka evlenip çoluk çocuğa karışması için ikinci bir eş getirmesini ister. Ama bir şart koyar. Ben göreceğim ve kabul edersem öyle alacaksın der. Babam da bu teklifi memnuniyetle kabul eder. 

Babamın, annemle olan evlilik hikayesini  gelecek hafta yazacağım.

Kalın sağlıcakla

Yazarın Diğer Yazıları