Zekai Dağtekin

Eski Van Masalları

Zekai Dağtekin

Geçen haftaki hatıratımda anlattığım gibi, uzun kış gecelerinde komşularımızla bir araya geldiğimizde, büyüklerimiz, bize, Van masallarını anlatırdı. Herkes masal anlatmasını bilmezdi. Rahmetli babam ve amcasının kızı Kamile hanım usta masalcılardandı. Çok sayıda masal bilir ve anlatırlardı. Bu gün dahi,  anlayamadığım ve çözemediğim bir husus var, babam da, Kamile hanım da 12 yaşlarındayken,  yetim ve kimsesiz olarak, Eski Van dan göç etmiş, muhacir komşularının kafilelerine katılarak gitmişler ve Van kurtulduktan sonra ki yıllarda geri dönmüşler. O zaman, bu masal hazinesini nasıl ve nereden öğrendiler? sorusu, akla takılmaktadır. Annelerinden, babalarından diyebiliriz, ama: onlar hangi kaynaktan öğrenmişler, diye düşündüğümüz zaman, demek ki: bu masallar, eski Van halkının geçmiş kültürlerinden anlatıla anlatıla onların zamanlarına kadar gelmiş olmalıdır diye bir kanaat oluşmaktadır. Bu soruyu sağlıklarında kendilerine soramamış olmanın üzüntüsünü taşıyorum.

Anlatılan masalları, merak ve heyecanla dinlerdik. Bazı masalların sonlarında bilmece gibi sorular çıkardı. Soruların cevapları bir sonra ki masal içinde verilirdi. Yani, arkası gelecek masalda gibi, devam eden masallar da anlatılırdı. Ne yazık ki; bu masallardan, aklımda kalmış kırıntılardan yola çıksam da, masalların tamamını hatırlayamıyorum. Her masalın bir ismi vardı. Hatırladığım masal isimleri: 1-Kuyumcu kızı, padişah oğlu, 2-Terzi kızı,padişah oğlu,3- Şakır bülbül, 4-Söylemez sultan, 5-kıllı maymun ,

Bu masallardan birini kız kardeşlerimin de yardımları ile toparladım. O eski güzel gecelerin anısı olarak anlatacağım.

KUYUMCU KIZI İLE  PADİŞAHIN OĞLU

Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, pireler berber iken, develer tellal iken, ben babamın beşiğini şıngır, mıngır sallar iken, orta Asya da, Çin ülkesi ile komşu bir Türk padişahı yaşarmış. Bu padişahın çok yakışıklı veliaht olan bir oğlu varmış. Birde; bu ülkede Çok zengin bir kuyumcu yaşarmış. Kuyumcunun ise, dillere destan güzellikte bir kızı varmış. Kız da padişahın oğluna aşık olmuş, ama ne yaparsa yapsın padişah oğlunun dikkatini çekemiyormuş. Padişah oğlu, gününü gün ediyor, gezip, tozuyor, zaman zaman avlanmak için dağlara, yaylalara gidiyormuş.

Şehzadenin dikkatini çekmeye muvaffak olamayan kuyumcu kızı, düşünür taşınır ve bir plan hazırlar. Kurduğu plana babasının da yardım etmesini ister. Şehzadenin aşkından hastalanan kızının eriyip gitmesine gönlü razı olmayan  babası da yardım edeceğine dair söz verir. Babasından, önce, iki tane ağzı sıkı ve sağlam yer altından geçit yapabilecek kenkan (kuyu ve yer altı tünel kazıcısı) bulmasını ister. Kenkanlar bulunur, Kuyumcu kızı onlardan, kendi saraylarından ,padişah oğlunun sarayının içine çıkacak ve içinden, insan geçebilecek büyüklükte bir tünel kazmalarını ister.İstedikleri kadar altın parayı verir ama bir şart koşar. Derki: bu açacağınız tüneli hiç kimseye söylemeyeceksiniz. Hiç kimse bilmeyecek ve bu tünelin ucu padişah oğlunun sarayının öyle bir yerine çıkacak ki; kimseler fark edemeyecek. Paralarının yarısını verir, geri kalanı da tünel bitince vereceğini söyler. İşe koyulan iki kenkan 3 ayda tüneli bitirirler. Tüneli gezen kuyumcu kızı, çok beğenir ve onlara ücretlerini fazlası ile verdiği gibi bir kese altın da bahşiş verir.

Kuyumcu kızı, cariyelerinden  birine bir görev verir.  Der ki: Sen her gün benim evimdeki,  bu kanaldan geçerek, padişah oğlunun sarayına gidecek, orada onun cariyeleri arasına katılacak, şehzadenin ne yaptığını takip ederek bana haberler getireceksin. Bir gün, geri dönen nedimesi bir haber getirir. Şehzadenin bir ay sonra avlanmak için ÇİN dağına gideceğinin sarayda konuşulduğunu, duyduğunu söyler. Planına göre, beklediği fırsatın çıktığını düşünür. Oda, hazırlıklara başlar. Babasından, sırmalarla süslü padişah oğlunun, otağından daha büyük,  süslü bir otağ ve altın işlemeli bir saray koltuğu,  çeşitli elbiseler ister. Babası bütün istediklerini yerine getirir. Padişah oğlunun yaylalara çıkacağı zamandan daha önce, kuyumcu kızı Çin dağına giderek otağını kurdurur. Nedimeleri ve cariyeleri ile padişah oğlunun gelmesini beklemeye başlar. Padişah oğlunun da, kervanı gelir. Otağlarını kurup yerleşirler. Padişah oğlu karşı tepedeki bu görkemli otağ kimin diye merak eder. Bir ulak gönderip otağ hakkında bilgi getirilmesini ister. Bilgi getiren ulak, onun da, başka bir Türk ülkesinin eşsiz güzellikte bir prensesi olduğunu öğrendiği, adının ise BANU SULTAN olduğunu bildirir. İyice merakı artan padişah oğlu, prensesi görmek için bir haber gönderir. Haberini,  prensesin memnuniyetle karşıladığını, kendisini otağında, ağırlamaktan mutluluk duyacağının Padişah oğluna bildirilmesini ister. Padişah oğlu, prensesi görünce beyninden vurulmuşa döner. Kıza o anda aşık olur ve evlenme teklif eder. Evlenme teklifini kabul eden prenses bir şart öne sürer. Buradan, ikimizde memleketimize geri döneceğiz. Ben yerimi söylemeyeceğim. Ben sana hem çok yakın,  hem de çok uzakta olacağım. Senin sevginden emin olmak istiyorum. Eğer beni gerçekten seviyorsan arar bulursun. Kendisine nikah kıyılmasını ister. Padişah oğlu, hocasını çağırır ve nikahları kıyılır. Geline, Altınlar, inciler mercanlar ve yakutlardan yapılmış hediyeler verir. Birkaç gün bir arada kaldıktan sonra otağları sökülür ve geldikleri yerlere geri dönerler.

Tekrar sarayına dönen kuyumcu kızı Banu Sultan beraberliklerinden hamile kalır.9 ay 10 gün sonra nur topu gibi bir oğlan çocuğu doğurur. Çocuğun adını Çin Bey koyarlar.

Kuyumcu kızı Banu sultan, saraylarına döndükten sonra da görevli cariyesini her gün tünelden padişah oğlunun sarayına,  göndererek, padişah oğlunu izlemeye ve neler yaptığını öğrenmeye devam eder. Getirilen haberler de terzi kızının hiç hoşuna gitmezmiş. Çünkü: Bu haberlerde, şehzadenin onu hiç anmadığını ve başka cariyelerle gününü gün ettiğini anlatıyorlarmış. Bu şekilde izlemeye devam ederken, aradan bir buçuk yıl geçmiş. Bir gün cariyesi, yeni bir haber getirmiş. Şehzadenin bir ay sonra avlanmak için Laçin dağına gideceğini öğrenmiş. Banu sultan da hemen hazırlıklara başlamış. Boyalar ve süslerle kendisini, tanınmayacağı bir şekle sokarak,başka birisi imiş gibi, otağı ve ekibi ile Laçin dağına gitmiş ve otağını kurdurmuş. Arkasından, ayni yere gelen padişah oğlu şehzade de, otağını kurdurmuş ise de; bir de bakmış ki, karşı tepede görkemli bir otağ var. Haber göndermiş ziyarete gideceğini bildirmiş. Gelen cevapta çadırdaki prenses onu otağında görmekten şeref duyacağını ve mutlu olacağını bildirmiş. Ziyaretine giderken birçok ziynet eşyası hediyeler de götürmüş. Padişah oğlu, prensesi kılığından dolayı tanıyamamış başka bir prenses sanmış. Ne var ki; biraz, ayran iştahlı olan şehzade ona da aşık olmuş ve tutulmuş. Birkaç gün, otağ da, beraber kalmışlar ve geldikleri yerlere geri dönmüşler. Padişah oğlu seni tekrar nasıl göreceğim dediği zaman hiçbir zaman demiş ve savuşturmuş.

Saraylarına geri dönen kuyumcu kızı hamile kalmış 9 ay 10 gün sonra da nur topu gibi bir erkek çocuk doğurmuş adını da LAÇİN BEY koymuşlar.

Kuyumcu kızı görevli cariyesini, padişah oğlunun sarayına her gün göndermeye devam etmiş iki sene sonra cariyesi, yeni bir haber ulaştırmış. Padişah oğlu bir ay sonra NAR DAĞI na avlanmak için gidecekmiş. Derhal kuyumcu kızı da hazırlıklara başlamış. Saçını başını, kılığını her şeyini değiştirmiş başka bir görünüme bürünmüş. Büyük görkemli otağını alarak NAR dağına gitmiş. Aynı bölgeye gelen padişah oğlu görkemli otağın sahibesini merak etmiş. Ulaklar göndermiş. Bir Türk boyu sultanının kızı olduğu haberini getirmişler. Gene merak ederek hediyelerle,görmeye gitmiş. Kılığı değişmiş olan eski eşini çoktan unutmuş olduğu için yeni gördüğü kıza da aşık olmuş. Ona misafir olmuş, birkaç gün otağın da birlikte yaşamışlar. Tekrar ne zaman bir araya gelebileceklerini bile konuşmadan saraylarına geri dönmüşler.

Kuyumcu kızının bu beraberlikten bir kızı dünyaya gelir. Adını  Nardanesi koyarlar.

Aradan 3 yıl daha geçer. Çocuklar 3,5,7 yaşlarına gelirler. Gene bir gün cariyesi yeni bir haber getirir. Şehzadenin bir ay içinde yapılacak büyük bir törenle evleneceği haberinin sarayda konuşulduğunu söyler. Kuyumcu kızı çok üzülür ise de, son planını uygulamanın zamanı geldi diye düşünür.

Çocuklarına bir eğitim verir. Derki; Şimdi size aranızda geçmesini istediğim bir konuşma öğreteceğim, bu öğrettiğim konuşmayı ezberleyin ve şehzadeyi her gördüğünüzde tekrar edin. Birbiriniz ile böyle konuşacaksınız der ve öğretir.

-Çin Bey

-Buyur Laçin Bey

- Tut Nardanesi bacımızın elinden,

Gidelim Beybabanın Toyuna

Bunu devamlı tekrar edeceksiniz. Çocuklar el ele tutuşur şehzadenin otağı önünde beklerler. Tam şehzade geçerken tekrar etmeye başlarlar. Bu çocuklar ne diyor diye bakar ki; birisi Çin bey, öbürü Laçin bey, kız Nardanesi  isimlerini taşıyor. Geçmişi hatırlamaya başlamış.  Çocukların annelerinin her üç seyahatte, tanıştığı Banu prenses olduğunu anlar. Otağın kapısını açtığında ise; o ilk görüp aşık olduğu prensesin karşısında durduğunu görür. Yeni evleneceği kadından vazgeçer. Çocuklarını ve karısını alarak saraylarına ülkelerine geri dönerler. Yeniden 40 gün 40 gece düğün yaparlar ve mutluluk içinde yaşamalarına devam ederler. Yaşlı padişah da vefat edince yerine şehzade olan oğlu geçer. Her sene ayni tarihlerde daha önce tanıştıkları yerler olan Çin dağı, Laçin dağı ve Nar dağında otağlarını kurarak yer içer muratlarına nail olurlar. Gökten üç elma düşer, birisi bana, birisi sana. Birisi de hikayeyi anlatana. Onlar erdi muradına, biz çıkalım kerevetine.

Selam ve sevgilerimle

Yorumlar 1
Sinem 13 Mayıs 2022 12:18

Merhaba, Annem büyük annanesinin ,1900 doğumlu,ona anlattığı laçin çin ve narhatim tut elinden babanın tüğününe diye hatırladığını söyleyince internette arattım ve sizi buldum.Çok enteresandır ki büyük annane istanbul ve ankarada yaşamıştır yani van hikayesi bir şekilde ankaraya gelmiş hatta büyük annenin anneanesi de sarayda haddatmış demek ki istanbullara kadar yayılmış bu masal sadece nardanem yerine nar hatim deniyormuş :)

Yazarın Diğer Yazıları