Yusuf Kazak

LİBYA'NIN AKTÜALİTESİ

Yusuf Kazak

Libya; stratejik lokasyonu, komşusu olduğu hinterland, su geçiş yollarına paralellik, Afrika’ya açılan kapı, yeraltı ve yerüstü zenginliği ve emsali az bulunan etnik – aşiret mozaiği gibi faktörler çerçevesinde, küresel merceği uzatmanın ve derin tahliller yapmanın kaçınılmaz olduğu bir sahadır.

Libya’nın tarihi macerası, en az, kendisini boydan boya kaplayan çöl alanları kadar çetin ve Akdeniz’i geniş bir şekilde karşılayan kıyıları kadar uzundur. Ülke, tarihi proses bakımından Roma, Kartaca, Fenike, Mısır, Yunan, Arap ve Osmanlı hakimiyetlerine sahne olmuş ve tarihi bakımdan yaşanan farklı hakimiyet dönemleri ve insan topluluklarının asimetrik yer değişimleri, Libya’nın bugünkü çok boyutlu ve çok parçalı yapısına temel teşkil etmiştir. Libya, bugünkü tablosuyla, ilk bakışta bütünlüğün ve kollektif bilincin en zor sağlanacağı bir mevkii olarak düşünülürken; aksine ülke, bu kadar çok denklemin olduğu bir manzarada hala önemli taşıyıcı kolonlarını kaybetmemekte direnmekte ve defalarca denenmesine rağmen kendisine karşı yürürlüğe sokulan ‘bölünme’ varsayımına, içinden çıkılması zor bir bütünlükle cevap vermektedir.

Öte yandan Libya, tam manasıyla bir aşiretler bileşkesidir. Aşiretler; bulundukları bölge, sahip oldukları ekonomik ve silahlı güç, tarihsel misyon, konjonktürel statü ve ülke idaresindeki aktörlerle ilişkiler çerçevesinde; Libya’nın politik, askeri, ekonomik, kültürel ve demografik yapısını belirleyen unsurlar arasında mühim bir konum işgal etmiştir. Aşiretler, bugün dahi Libya’nın politik gidişatını tayin eden başat unsurdur. General Hafter, Seyfülislam Kaddafi ve Ulusal Mutabakat Hükümeti unsurları, güçlü gördükleri aşiretleri bir aktör ve araç olarak kullanma mantalitesi dahilinde, ülkeye total hakimiyetin yollarını aramaktadırlar. Bu çerçevede, yaşanan gelişmeler dahilinde aşiretlerin güç seviyeleri de sürekli değişmekte ve güçlü görülen aşiretler de yeni rollerin uygulayıcısı olmaktadırlar.

20. yüzyılın başlarında İtalyan – Fransız sömürgeciliğine sahne olan Libya, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra beliren siyasi konjonktür dahilinde uzunca bir süre ‘akıbeti meçhul’ bir şablonda kalmıştır. 1951 yılında Birleşmiş Milletler aracılığıyla bağımsızlığını kazanan ülke, hem geleneksel değerleri muhafaza etmek görüntüsünde olan ve hem de batılı hegemonik unsurlarla da ilişkilerini iyi bir seviyede tutan Senusi yönetiminde kalmıştır. Daha sonraları 1969 yılıyla birlikte, ülke yönetimine el koyan genç bir subay olan Kaddafi, 2011 yılındaki halk ayaklanmasıyla devrilene dek, ülkede 42 sene başat hakim unsur olmuş ve Libya’nın yakın tarihine damgasını vurmuştur. Kestirilmesi zor kişiliği ve söylemleri, uyguladığı ‘Yeşil Sosyalizm’ ideolojisi, ülkede kurduğu farklı ekonomik ve siyasal sistem, batılı devletlerle yaşanan inişli çıkışlı ilişkiler, Sahra altı Afrika ile yakın ilişkiler ve Arap dünyasının liderliğine oynama gibi hususlar çerçevesinde Muammer Kaddafi, uluslararası ilişkiler uzmanlarının fazlaca kafa yorması gereken bir dönemi yöneten aktördür.

Kaddafi dönemi boyunca özellikle Birleşik Devletler, Fransa, İngiltere, Mısır, İtalya ve Rusya ile yürütülen ilişkiler, yaşanan krizler ve konjonktürel olarak değişen diplomatik şablonlar, bugün dahi, zikrettiğimiz ülkelerin Libya’daki konuşlanışlarını belirleyen doneler içermektedir.

2011 yılındaki Ağustos Devrimi ile son bulan Kaddafi dönemi sonrasında Libya, bir türlü istikrarı yakalayamazken; aynı zamanda ülke, iki farklı idari güç unsurunun konuşlandığı bir tablodadır. Ülke tarihi boyunca devrimlerin, darbelerin ve değişim rüzgarlarının fitilinin ateşlendiği Bingazi bölgesini hakimiyeti altına alan ve bazı muhtelif aşiretler ve yapılarla konsolidasyon sağlayan General Hafter, ülkenin doğu bölgelerini kontrol ederken; Birleşmiş Milletler’in meşru saydığı ve devrim sonrası uluslararası yapıların, meşruiyetinde ittifak sağladığı Ulusal Mutabakat Hükümeti de, ülkenin kadim başkenti olan Trablus’tan idareyi yürütmekte ve ülkenin batı bölgesini kontrol altında tutmaktadır.

Belirttiğimiz iki güç unsuru da, küresel ve bölgesel bazda bazı yapı, aktör ve devletlerle temas ve işbirliği halindedir. Ortaya çıkan çok faktörlü ve aktörlü şablondaki nihai ajanda; jeopolitik, jeostratejik ve sahip olduğu enerji rezervleri boyutuyla öne çıkan bu ülkede total dominasyonu sağlamaktır. Günün sonunda herkes, bahiste para yatırdığı ve desteklediği iki yapıdan birinin galibiyetine fokuslanmaktadır. Bu yönüyle bazı devletlerin amaç ve ajandalarına eğilmekte fayda vardır.

Afrika kıtasını uzun süre domine eden ve hala da farklı strateji ve araçlarla da, civcivin üzerine düşen bir ‘horoz’ gölgesi gibi kıtada varlığını sürdüren Fransa, oyun sahasına ve çıkar paydasına başka unsurları yaklaştırmamayı amaçlayan bir ‘korumacı’ sendrom sergilemektedir. 2011 yılında, Kaddafi’nin devrilmesi sürecinde ilk bombardımana başlayan ve Yeni Libya’nın oluşumunda masaya oturmayı amaçlayan aceleciliği ile Fransa, bugünlerde masadaki yerini sağlama alabilecek en uygun aktör olarak General Hafter’i belirlemiştir. Paris’in, bu cenaha askeri, lojistik, ekonomik ve teknik desteği halen sürmektedir.

Bir diğer önemli devlet ise Rusya’dır. Moskova, son yıllarda Orta Doğu siyasetindeki gücünü ve belirleyiciliğini, General Hafter bloğu dahilinde daha da pekiştirmek ve bölgedeki konumunu daha da sağlamlaştırmak istemektedir. Beşar Esad temelinde Suriye’de birçok askeri mevkii edinen Rusya, sistemini transfer edecek yeni mevkiiler arayışındadır. Bu yönüyle Libya’ya mercek tutan Moskova; teknik-lojistik, hava gücü aktarımı ve özel askeri birlikleri olan ‘’Wagner Group’’ ile sahadadır.

Amerika Birleşik Devletleri, klasik siyaseti itibarıyla, mevcut atmosferde Libya’daki iki yapıyla da görüşmekte ve enerji, su geçiş yolları ve askeri noktaları bazında belirlediği kırmızı çizgilerini deklere etmektedir.

Öte yandan Libya siyasetinde öne çıkan ülkelerden biri de Mısır’dır. Cemal Abdulnasır dönemiyle birlikte bölgesine Pan-arabizm ideolojisini yayan ve bu ideolojisi için filizlenme sahası olarak gördüğü Libya’da her zaman etkinliğini devam ettirmiş olan Mısır, bugünlerde, geçmişten gelen liderlik mottosu ve Akdeniz’deki birtakım çıkarları doğrultusunda Libya’da aktif bir konumda olmakla birlikte, Hafter unsurlarını destekleyici bir strateji yürütmektedir.

İtalya ise, yaşananlara daha temkinli yaklaşmakta ve uzun süre işgal ettiği Libya’yı, her zaman olduğu gibi yakından takip etmektedir. Enerji, göç ve tarihi bağlar dahilinde analizler gerçekleştiren İtalya, Libya siyaseti üzerindeki gölgesini her fırsatta hissettirmektedir.

Saydıklarımızın dışındaki bir diğer önemli aktör ise İngiltere’dir. Sürecin başından beridir Trablus’taki Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne daha yakın bir duruş sergileyen Londra, yine de diğer tüm aktörlerle görüşmeler sağlamakta ve klasik İngiliz siyasetini icra etmektedir. Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin ‘meşru’ kimliği, her zaman için görünen meşruluk ve legalite (yasallık) üzerinden politika yürütmeye çalışan Londra için, makul bir noktadır.

Son olarak Türkiye ise, başlangıçta Trablus bölgesine saldırılar düzenleyip Libya’nın tüm bölgelerine hakim olmak isteyen Hafter unsurlarının hızlı ve efektif devinimlerini, Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin yanında yer alıp sağladığı teknik, askeri, lojistik ve ekonomik desteklerle bloke etmiştir. Son yıllarda, bölgedeki bazı devletlerle yeni işbirliği sahaları teşekkül ettirip özellikle askeri ve ekonomik kazanç maksimizasyonu sağlayan Ankara, Libya’yı, Afrika’ya açılan bir kapı ve yeni milenyumun başında sahneye sürdüğü ‘’Afrika Açılımı ‘’ siyaseti doğrultusunda kaybedilmemesi gereken bir alan olarak değerlendirmektedir. Öte yandan, deniz yetki alanlarına dair olarak Ulusal Mutabakat Hükümeti ile varılan sürpriz anlaşma da, heybedeki özel bir kazanım olarak düşünülmektedir. Libya ile sahip olduğu derin tarihi ilişkiler açısından Ankara, Libya’nın geleceğinin belirlenmesi noktasında merkez bir aktör olduğunu her fırsatta deklare etmektedir.

Netice itibariyle Libya, küreye yön veren ve mezkür bölgede güçlü olan her devletin sayısız faktör, unsur ve boyut dahilinde mücadeleye zorlandığı ve geleceğin politik dünyasına hazırlanmada bir ‘staj’ sahası olma görünümündedir. Ülkedeki bu karmaşıklığın dilini anlayıp oyun kurabilenlerin, kürenin de dilini anlayıp geleceğin dünyasını kurabilmesi pek de kâhince bir öngörü olmayacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları