Yunus Türkoğlu

Nostalji Rüzgârları

Yunus Türkoğlu

Van’a yaz gelince, hayallerdeki unutulmaz nostalji rüzgarları yine esip dursun! Buram buram esen hasret rüzgârları, maziye gömemediğimiz hatıraları alıp getirsin!

Bu rüzgârlar;

İskele Caddesi’ndeki sağlı sollu uzanan kavaklara, Kehris suyunun bir aşk masalından söylediği şarkıları getirsin!

Bir yaz gecesinin lacivert rengini getirsin!

Çadır elmanın altında yenilen ayran aşı ile tandırda pişen Van balığının tadını getirsin!

Edremit’te tahta iskeleye vuran dalgaların sesini getirsin!

Erek Spor ile Şengençler futbol maçında, Erek Sporlu Kaptan Uçun ağabey’in attığı füzelerden birinin üst direkte patlayıp tribündeki seyirciyi ayağa kaldırışındaki heyecanı alıp getirsin!

Merhum Ömer hoca’nın sabah ezanlarında okuduğu saba makamının içleri yakışındaki hüznü alıp getirsin!

Kale’nin altında Horhor suyunda salınan terelerin yeşilini ve serinliğini getirsin!

Vakit;

Akdamar Adası’nda badem ağaçlarının altında içilen bir bardak limonlu kıtlama çaydan sonra, gölün berrak ve Türkuaz sularına atlama vaktidir.

Van’da ılık bir yaz sabahında çırçırdan akan su sesinin terennümüyle semaveri yakıp, murtuğayı çaldıktan sonra Fatma abla, oğlu Nahit’e; ”-Hadi yavrum, çık Mazhar Hocaların köşede bekle, üç tekerlekli arabasıyla ekmekçi Tosun’un gelme vaktidir. Gelince bize tırnak ekmeği ile çörek alda gel.” dediği vakittir.

Çalık Sokak’ta serin bir yaz akşamındaki yeşillikler içindeki bahçesinde; Yesari Asım Arsoy’un “Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır.” şarkısını hüzzam dinginliğiyle kanununun tellerine mızrabı efkârla vurup ve o sakin ses tonuyla söyleyecek olan Merhum Naif ağabeyin, notalarının ay ışığında yankılanıp da yürekleri kor gibi yaktığı vakittir!

Vakit, erik değdirenlerin gelme ve şamamaların olma vaktidir!

Medoların  Niyazi ağabeyin, yine beyaz boğazlı kazağının üstüne siyah ceket, altına beyaz pantolon ve hakiki kösele ayakkabısını giyip, saçları briyantinle tarayıp iki dirhem bir çekirdek sabah işe gitme vaktidir!

Gelinciklerin, papatyaların, sarıçiçeklerin, bağları- dağları, ovaları- yaylaları süsleme vaktidir.

Şimdi kelebeklerin çiçekler üzerinde dolaşma vakti, nergisin, menekşenin, zeringadeğin açma vaktidir.

Melodili kornasını çalarak direksiyonda yan oturur halde, 64 beyaz kanatlı Chevroletiyle Taksici Akgün ağabeyin, Van sokaklarının tozunu atma vaktidir.

Ey Van Denizi!

Kulakların çınladı mı, dalgaların coştu mu? Dün gece seni andım, attığım kulaçlar ve yüzüme haritaladığın perek izleriyle.

Senin mavi sularının üstüne yazdığım yazılar duruyor mu?

Feribot, Tatvan’dan gelirken sularını köpük köpük köpürterek çizdiği; Lale, sümbül, begonya ve şurubu güllerin resmini görmüştüm, duruyor mu?

Tanırsın bizi, çocukluğumuzdan beri yani beş yaşından beri, her Vanlıyı bilirsin. Hem İskele’den hem Fidanlık’tan hem de Edremit’ten!

Çakırbey’de çamlar eğilmiş kulağına bir şeyler fısıldıyordu? Güzelliğini mi yoksa?

Ben çocukken, İki Nisan Gemi’sini bana verin evimde biblo olarak kullanırım demiştim vermediniz! Ya Edremit’teki tahta iskeleyi!  Onu da vermediniz. Hiç olmazsa İskele’deki “Deniz Fenerini” verseydiniz de bende geceleri odamda yakar, tavandaki döşemeleri saya saya uyurdum. Ah ne güzel olurdu ah!

Kıyında namaz kılarken alnıma kumlar yapışmıştı; İhlâs ile dalga dalga…

Bir zamanlar Van Çimento Fabrikası’nın önünden beş genç sandala binip denize açılmışlardı! Neşeliydiler, gençtiler ve hayat doluydular. İçlerinden biri vardı ya, Metin Budak! İşte o civan geri dönmedi, dönemedi! Senin serin suların onu ayırdı, ayırdı sevenlerinden! Ey Vangölü! Gençlere ve çocuklara kıyma ne olur!

”Ah! Anan öleydi de görmeyeydi” Sözünü dedirtme ne olur!

Seni severim;  sen, ayı, yıldızları ve mehtabı.

Seni severim; sen rüzgârı, bulutu ve yağmuru.

Seni severim; sen Ayanıs kıyılarını, yakamozları bir de Erçek Gölü’nü seversin, bilirim.

Serin sularında yüzmeyi bizlerden esirgemedikçe bize zeval yok.

Sen öyle mavi oldukça bize dert ve tasa yok.

Bizim gözlerimiz göl mavisi! Bakışlarımız mavi, şiirlerimiz mavi ve dünyamız mavi olsun mavi! 

Erek Dağı diyor ki;

Milyonlarca yıldır ben buradayım. Vangölü ile Van Kalesi karşımda. Artos, Süphan ve Tendürek Dağları hep menzilimde. Sizlerin büyük büyük babalarınızı tanırım. Şehrin yeşillikler içinde toprak damlarla çevrili olduğunu bilirim. Damları süpürüşünüzü, çocukların bu damlardan nasıl sütül erikleri aşırdığını, kanal sularının aktığını ve her evin bahçesinin olduğunu bilirim. Çevrede tarlalar ile çayırlıkların olduğunu, Gürpınar’dan Van’a Şamran kanalıyla su getirildiği günü, İki Nisan gemisinin sefere başladığı ilk günü hatırlarım. Hele Sıhke kavunun kokusunu duyup mutlu olduğum günler ne kadar güzeldi!

Fakat üzgünüm;

Rabbim, size eşi benzeri bulunmaz iki nimet vermişti! Bunlar zernebat ve kehris sularıydı! Hani nerdeler nerde? Yeryüzünün karnını deştikçe deştiniz. Durmadan deşmeye, yüksek ve ruhsuz binaları yapmaya devam ediyorsunuz. Bu yarışın sonu nereye varacak? Bulunmaz iki büyük su kaynağını hırsınız yüzünden kaybettiniz! Bağlar-bahçeler, kanal suları nerede? Hani, dedelerinizin yaptığı geleneksel Van evleri? Torunlarınız o suların tadını bilmiyor, evleri tanımıyor bile! O suları içmeyi, o evlerde yaşamayı gelecek nesillere çok gördünüz!

Sizlere kızgınım ve kırgınım!...

Hoşça kalınız…

Yazarın Diğer Yazıları