Yunus Türkoğlu

Eşsiz Şerefe Mazhar Olan Anne

Yunus Türkoğlu

Hz. Abdullah’ın vefatından sonra Amine’nin tek tesellisi doğacak olan bebeğiydi ve doğum yaklaştıkça kederi daha da azaldı. İçinde bir nur taşıdığının farkındaydı. Kendisine bir sesin şöyle dediğini işitti: “Sen, karnında halkının önderi olacak bir şahsı taşıyorsun. Doğduğunda şöyle de;”Onu her türlü kötülükten, Allah’ın koruması altına emanet ediyorum ve adını Muhammed koy…”

Yeryüzünü manevi bir karanlık kaplamıştı. Mevcudat, beşerin zulüm ve vahşetinden adeta mateme bürünmüştü. Gözyaşı döken gözler değil, ruh ve kalplerdi.

Yeryüzü; saadetin, sevincin ve huzurun kaynağı olan “tehvid” inancından mahrumdu. Küfür ve şirk fırtınası kalpleri ve gönülleri mahvediyordu. Gönüllerde tek mabud yerine, birçok batıl ilah yer almıştı! İnsanlar biri birlerini yiyen canavarlar misali vahşileşmiş, küfür, şirk, cehalet ve zulüm bataklığında boğulmaya yüz tutmuştu. Zalimin zulmü altında mazlum inim inim inler hale gelmişti.

Allah Teâlâ; Bütün bunlara son verecek, şefkat ve merhametinin tecellisi olacak zatı elbette gönderecekti.

Dünyanın manevi şeklini değiştirecek eşsiz insan, Allah’ın son peygamberi geliyordu!

Ebedi saadetin yolunu gösterecek Hz. Muhammed (sav) geliyordu!

İşte o an gelmişti artık…

Kâinat, hürmet ve haşyet içinde efendisini beklemekteydi.

Tarih: Miladi 571, Nisan ayının 20’si, Fil vakasından 50 veya 55 gece sonra. Kameri aylardan Rebiülevvel ayının 12. Gecesi.

Mekke’de mütevazı bir ev, günlerden Pazartesi, vakit ise seher vaktiydi…

Bu mütevazı evde, bu kıymetli vakitte muazzam ve eşsiz  hadise vuku buldu. Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed (sallalahu aleyhi ve sellem) dünyaya gözlerini açtı! Sanki âlem birden matemini unutarak sevince garkolup, karanlıklar nurla aydınlanmıştı…

Yeryüzünde hiçbir anneye nasip olmayan bu şerefe nail olan aziz anne Hz. Amine, o anı şöyle anlatır:

“Hamileliğimin altıncı ayında gece rüyamda bir zat; “Ya Amine! Bil ki sen âlemlerin hayrına

Hamilesin, doğunca adını Muhammed koy ve halini hiç kimseye açma!” Derken doğum vakti gelmişti.

Evdeydim, birden kulağıma müthiş bir ses geldi, çok korktum. Bir de ne göreyim. Bir beyaz kuş peydahlanıp yanıma geldi ve kanadıyla arkamı sıvadı. O andan itibaren bende korku ve kaygı adına hiçbir şey kalmadı. Yanıma bir göz attım. Bana bir ak kâse içinde şerbet sunuyorlar. Şerbeti içer içmez beni, bir nur sardı. Ve Muhammed dünyaya geldi. Hemen bir ak bulut gelip yavruyu kundakladı ve kapladı. Parmağını göğe kaldırmıştı! Bir ses işittim; “Doğuları ve batıları dolaştırın, deryaları gezdirin, ta ki mahlûklar Muhammed’i ismiyle, sıfatıyla, suretiyle tanısınlar!” Sonra bulut gözden kaybolup gitti…

O zaman, Mekke halkı adet olarak iki yaşına kadar çocuklarını bir sütanneye verirlerdi. Havası iyi, suyu tatlı olan yerlerdeki yaylalara gönderilen çocuklar bir müddet verildikleri sütannelerinin yanında kalırlardı. Bu duruma Mekke’nin sıcak havası sebep oluyordu.

Peygamber Efendimiz (sav) iki dönem sütanne Halime Hatun’un yanında kalmıştı. Nebiyy-i Muhterem Efendimiz, sütannesi Halime tarafından annesi Hz. Amine’ye teslim edilirken miladi 575 yılıydı. Dört yaşını bitirmiş ve beş yaşına adım atmıştı…

Bir yıl sonra;

Annesi, Ümmü Eymen adındaki cariye ile birlikte akrabalarını ve babası Abdullah’ın mezarını ziyaret etmek için Medine’ye gittiler. Sıcak bir yaz gününde yaptıkları yorucu yolculuktan sonra Medine’ye vardılar. Efendimizin dayısı oğullarından Nabiga’nın evine indiler. Babası Abdullah’ın kabrini ziyaret ettiler. Hz. Amine validemiz gözyaşları içinde kalmıştı. Gözyaşları mezarın toprağını sulamıştı!

Peygamber Efendimiz’de, (sav) ilk defa ruhunda yetimliğin acısını bu manzara karşısında duymuş ve babasının kabrine damla damla gözyaşlarını serpmişti…    

Hz. Amine, Kainatın Efendisi oğluyla Medine’de bir ay kaldıktan sonra, Mekke’ye dönmeye karar verdi. Akrabalarıyla vedalaşıp şehirden ayrıldılar. Ebva denilen yere geldiklerinde, Hz. Amine annemiz hastalandı. Yattığı yerden şefkat ve merhamet dolu gözlerle, kâinatın özü, mukaddes oğlunun nur merkezi güzel yüzüne bakıyor ve ondan gözünü ayırmıyordu…

Eşsiz şerefe nail olan Anne; yaşlı gözleriyle başında duran sevgili oğluna bakarak şu sözleri söylüyordu;

“Allah-ü Teâlâ seni, mübarek eylesin. Rüyama göre, sen celal ve bol ikram sahibi olan Cenab-ı Hakk tarafından, Âdemoğullarına helali-haramı bildirmek üzere gönderilmişsin peygambersin! Rabbin, seni putlardan ve putperestlikten muhafaza edip koruyacaktır.

Hz. Amine, bu sözlerden sonra ruhunu Yüce Allah’a teslim etti. Miladi 576 tarih, yer, Mekke ile Medine arasında bulunan Ebva köyü…

Ümmü Eymen bir ara kendini toparladı ve aziz yavrunun gözyaşlarını sildi. Sonra da bağrına basarak teselliye çalıştı. “Üzülme, ağlama canım Muhammed’im! “İlahi kadere karşı boynumuz kıldan incedir. Can da onun, mal da; hepsi bize emanettir. Emaneti nasıl vermişse öyle de alır.”

Peygamberimiz, derin bir iç çektikten sonra, “Ben de biliyorum. O’nun hükmüne her zaman boyun eğerim. Fakat anne yüzü unutulmayacak bir yüzdür. O yüzü tekrar göremem diye üzülüyorum.”dedi…  Sonrasında gözyaşları içinde, mübarek naaşını toprağa verdiler…

Definden sonra Ümmü Eymen, Âlemlerin Efendisi’ni yanına alıp,  birkaç gün süren yolculuktan sonra Mekke’ye getirip dedesi Abdulmuttalib’e teslim etti…

"Fedake ebi ve ümmi Ya Rasulullah!" Anam-babam, canım sana feda olsun Ya Rasulallah ...

 

  

Yazarın Diğer Yazıları