Şahbettin Uluat

Biz o zamanları yaşamadık…

Şahbettin Uluat

Biz, bu yazıyı yazan da, okuyanlar da insanın ve insanlığın düştüğü en acıklı halleri yaşamadık.

O en ilkel insanın yaşadığı sıfır varlıklı zamanları görmedik. O bulunca doyan, bulmayınca günlerce açlık çeken ve zorluklar içinde yaşarken ortalama ömrü bugünkünün belki de dörtte biri düzeyinde kalan insanlardan değiliz.

Şu an aramızda yaşamakta olan en yaşlı insan bile darbeler, darbe girişimleri gördü ama ciddi bir savaşın parçası olmadı.  Onlar doğduğunda Birinci Dünya Savaşı bitmişti. O yaşlılar savaşların acılarını yaşamaktan kurtulmuşlardı. Milyonlarca insanın yaşamına mal olan, milyonlarcasını da her anlamda süründüren o paylaşım savaşının dünyayı nasıl hallaç pamuğu gibi attığını görmemişlerdi, muhacir olmamışlardı. Çoluk çocuk dağ tepe dolaşıp salgın hastalıklara yenik düşmemişlerdi. Yine de yokluk, yoksulluk had safhadaydı. Geçim zor, koşullar ağırdı. Ülke, eskilerin deyimiyle yeni yeni tüylenmeye başlamıştı.

Şükür ki ülkeyi yönetenler ülkemizi o kanlı İkinci Dünya Savaşı'na da sokmadılar.

Cumhuriyetimiz güçleniyor, refah düzeyi büyük şehirlerden başlayarak artıyor, bu pozitif etki memleketimiz Van gibi yerlerde de huzur ve barış ortamında canlanan ticarete, kendini göstermeye başlayan kamu yatırımlarına yansıyordu.

Nüfusun büyük bölümü damları samanlı çamurla sıvanmış kerpiç evlerde yaşıyordu, ilk zamanlar çoğu kimse yamalı giysiler giyiyordu. At hala en önemli ulaşım aracıydı, şehirlerde hayvanlarla insanları birlikte barındıran hanlar hala faaliyetteydi.

Yani evet, belki insanlar iyi kötü doyuyorlardı ama yine de yoksulluk vardı.

Babamın sık sık söylediği gibi nüfus azdı ve şehir merkezinde işsizlik oranı yok denecek kadar düşüktü. Tarım ve bahçecilik yapan arazi ve mülk sahiplerinin de, hayvan ve emtia ticareti yapanların da hal vakitleri yerindeydi. Demircilik, marangozluk, nalbantlık, kalaycılık, lokantacılık, taşımacılık yapanlar geçimlerini sağlayabiliyorlardı. Çalışmak isteyen emekçiler tarlalarda kerpiç ve inşaat işlerinde, hamallıkta, hizmetkârlıkta, gündelik işlerde az çok bir şeyler kazanabiliyorlardı.

Boğazlara az da olsa bir şeyler giriyordu girmesine ama gelirleri bugünkü gelir düzeyi ile kıyaslanamayacak kadar düşüktü.

Evet, sağlık hizmetleri bugünküne göre yetersizdi ama yine babamın ifadesiyle hasta insan sayısı da azdı. Hastaneler bugünkü gibi kalabalık da değildi.

Anadolu'nun pek çok yeri aynı durumdaydı. Kimi büyük merkezlerde durum biraz daha iyi, uzak kırsal yerlerde kimileri için biraz daha kötüydü.

Yine de alabildiğine yoksulluk vardı. Ne var ki, insanlar onca yıl savaşlarda yorulmuş oldukları için yoksulluk da olsa savaşsız zamanların mutluluğuyla yetinmeyi biliyorlardı.

Bu anlamda babam sık sık "evet oğlum yoksulluğu her haliyle yaşadık ama dünyanın en iyi zamanını biz yaşadık. Bizden önceki büyük savaşı görmedik; bizden sonrasının bozulan dünyasını da görmeyeceğiz" derken çok haklı olduğunu düşünüyorum.

Sonuçta bugünle kıyaslandığında refah düzeyi oldukça düşüktü ve biz o zamanları da yaşamadık.

***

Bugünün çoğu sömürgecilikle belli bir refah düzeyi elde etmiş ülkelerin geçmişleri de çok parlak değildi. İyi ki o ülkelerin geçmiş zamanlarında da bulunmamıştık. Ortaçağın engizisyonunu, sefaletini, pisliğini görmemiştik.  O çağın kimi aydınları ya da muhalif sesleri gibi meydanlarda yakılmamıştık, kafalarımız kılıçla ya da giyotinle kesilmemişti.

Haçlı Seferlerini görmemiştik.

O tarihi zindanlarda zincirlerle bağlı kalmamıştık.

***

Bizden önce yoksulluk vardı. Çok hızlı olmasa da zaman içerisinde hem ülkenin hem bölgenin ekonomik koşulları ağır ağır iyileşti. Yapmak kolay değildi, zaman alıyordu.

Gelişen ülkemizle birlikte olanaklar da arttı. Teknoloji gelişti, tarım ve sanayi üretimi arttı. Hizmetler sektörü çeşitlenip faaliyetlerini yoğunlaştırdı Toplu taşım araçları, özel motorlu araçlar çoğaldı. Hava, kara, deniz taşımacılığı büyüdü.

Çalışacak işlerimiz oldu, kazançlarımız eskiye göre az da olsa arttı. Büyüyen şehrin cadde ve sokakları artık özel araçları taşıyamaz hale geldi.

İşçi olduk, memur olduk, yönetici olduk, çeşitli alanlarda esnaf olduk tüccar ve sanayici olduk, doktor,  öğretmen ve akademisyen olduk. Az ya da çok düzenli gelirimiz ailelerimiz, evlerimiz oldu. Nüfusumuz arttı.

Çoğumuz hiç mi hiç farkında değiliz ama biz bu yazıyı yazan ve okuyanlar o eski zamanlarda, o savaş günlerinde kimilerinin bütün ağırlığıyla yaşadığı o en acıklı halleri yaşamadık.

Yaşamamış olduğumuz için de pek çoğumuz elimizdeki nimetlerin gerçek değerlerini takdir etmekte yetersiz kaldık. İçine doğup büyüdüğümüz barış ve refah, bolluk, demokratik yönetim koşullarının her devirde ve her ülkede sıradan durumlar olduğu inancına kaptırdık kendimizi.

Bizden öncekilerin hangi zor süreçlerden geçmiş olduklarını unutup çoğu sömürgecilikle, yoksul ülkelerin kaynaklarını çalarak zengin olmuş, bir kısmı bugün bile sömürgeci konumundaki ülkelerde yaşayan ve haberleri magazin sayfalarından eksik olmayan elitlerin lüks yaşamlarına imrenir olduk.

Önceki kuşaklara göre zenginleştiğimizi göremedik, yerimizin gerçek değerini tam olarak bilmedik, bulunduğumuz yerden ileri doğru adım atmanın gerçek anlamda beyin ve kas emeği gerektirdiğini; bunun da zamanımızı, sağlığımızı ve varlıklarımızı akıllıca kullanmakla mümkün olacağını tam ve net olarak fark edemedik.

Bu arada dünya üzerinde güç ve kesin etki sahibi olanların, ellerindekinden daha fazlasını kapmak için hangi atakları yaptıklarını, dünyanın diğer ülkelerinde hangi senaryoları hayata geçirdiklerini, bizim hakkımızda neler düşündüklerini ve bizim ülkemizde hangi oyunları kimlerle ve hangi araçlarla oynadıklarını çoğumuz fark etmedik.

Dünyadaki çeşitli çatışma bölgelerinde boy gösteren güç odaklarının, süper ülkelerin bizim hakkımızda hiç mi hiç iyi şeyler düşünmediklerini, bize bu günlerimizi aratacak projelerle geldiklerini analiz edemedik.

Bu arada şu ya da bu şekilde tırmanıp çıktığımız yüksekliklerden aşağıya bakıp nereden geldiğimizi de görmedik, oralarda kalsak halimiz ne olurdu sorusunun yanıtını düşünmedik.

Oralara düşmemiz halinde yeni baştan neler yaşayabileceğimizi de düşünmedik.

Bu hem bu günkü halimize şükretmemizi engelledi, hem de geleceği görüp önlemler almamızı.

***

Biz, bizim kuşaklar, bizden sonrakiler insanın ve insanlığın düştüğü en acıklı halleri henüz yaşamadık ve iyi ki yaşamadık.

Çok da uzak olmayan zamanda Bosna'da yaşanan katliamın boyutlarını bizzat orada olmadığımız için takdir edemedik; medeni (!) Avrupalının zulmünün boyutlarını hakkıyla çözümleyemedik.

İletişim araçlarının Suriye, Afganistan, Afrika, Myanmar, Yemen, Filistin başta olmak üzere dünya mültecilerini her gün ekranlara taşımalarına rağmen ders alamadık, bütünleşemedik.

Öyle olunca da, tam olarak birleşip güçlü bir şekilde direnecek, olası zorluklardan rahatlıkla kurtulacak hale gelemedik.

Bin yıldır bizi bir ve beraber tutan değerler ile inançları hiç sayanların ardına düşenlerimiz oldu.

Dindar, demokrat kisveleriyle el altından ülkemize zarar vermek isteyen sömürgeci güçlerle işbirliği yapanlarımız oldu.

Birileri birliğimizi, bütünlüğümüzü parçalamak, kendi sömürülerine alan açmak için çeşit çeşit proje ile üzerimize geldi. Çoğumuz fark etsek de bir kısmımız göremedik.

***

Gün bugündür.  Gün farklılıklarımızı hoş görme günüdür. Gün birlik ve beraberlik günüdür. Gün ülkemizi hep birlikte korumak, bize biçilen kefenleri yırtmak,  el ele verip evlatlarımıza refah içinde yaşayacakları bir ülke bırakmak günüdür.

Bizi bölüp parçalamak, bu toprakları kan, baruta bulayıp gözyaşı coğrafyası kılmaya çalışanların hesaplarını boşa çıkarma günüdür.

Gün oturup internet kaynaklarından savaş belgeselleri izleyip emperyalist paylaşım savaşlarının dünyanın her yerindeki yoksul insanlara nelere mal olduğunu görme, uyanma, uyarma günüdür.

O bizim yaşamadığımız zorlukları evlatlarımıza da yaşatmamak için el ele verme, koca bir çınar gibi bütün halinde ve güçlü durma günüdür.

Gün, şu anda istasyonda bulunan huzur, barış, kardeşlik trenini kaçırmamak için kardeşçe el ele verme günüdür.

Yazarın Diğer Yazıları