Şahbettin Uluat

Görebildiklerimiz öngörebildiklerimiz

Şahbettin Uluat

Altmışlı yılların sonlarıydı. Van Atatürk Lisesi'nin orta kısmında öğrenciydik.

Yani Fransızca derslerimizi rahmetli efsane okul müdürü dadaş lakaplı Servet Aydınoğlu'ndan aldığımız zamanlardı.

Türkçe öğretmenimiz de öğrencilerin Nazif Dede olarak bildiği hemşerimiz rahmetli Ali Nazif Bayramoğlu'ydu.

Nazif Bey yumuşak huylu, olgun babacan bir insandı. Sınavlar esnasında oturduğu öğretmen masasından sınıfa bakarak; "görüyorum seniiii, kulakların kızarıyor" der; kopyacıları tedirgin eder, iyot gibi açığa çıkarırdı. 

Şiir yazdığımdan haberdardı. Ara sıra derste yazdığım şiirleri okutur; bana "şair-i azam" diyerek takılırdı. Kendisi tarafından bir şekilde fark edilmiş olmak hoşuma giderdi. Bu anlamda bende iz bırakmış sayılı insanlardan biriydi.

O günlerde bugün olduğu gibi okul servisleri yoktu. Öyle her semtte bir okul da yoktu. Biz, arkadaşım Ahmet Uyuşkan'la birlikte şimdi Hayat Hastanesi civarındaki evimizden (ki o zamanlar oralar tenha sayılırdı) çıkar, okula yaya gider gelirdik. Önce belediye garajı olacak binanın köşesinden Hacıbekir Caddesi'ne çıkar oradan Cumhuriyet Caddesi'ne, Beşyol'a ve İskele Caddesi'nden okulumuza ulaşırdık.          

Ders kitabımızdaki o günkü konu başlığı "Bakmak Görmek" ti.

Nazif Hoca "çocuklar" dedi size bir soru soracağım. Bakalım bilebilecek misiniz?

Konuşan birkaç kişi de diğerlerinin kaş göz işaretiyle sustular. Çok kısa bir sessizlikten sonra hocamız her zamanki gibi tane tane, herkesin anlayacağı şekilde sordu.

"Söyleyin bakalım, her gün okula gelirken birçoğunuz Halk Eğitim Merkezi'nin önünden geçiyorsunuz değil mi?"

"Evet" dedik.

"Peki o Halk Eğitim'in karşı tarafında bir boşluk var. O boşlukta ne var bana hanginiz söyleyecek?"

Birbirimizin yüzüne baktık. Hiç birimiz oradaki boşlukta ne olduğunu bilmiyorduk. Hatta orada boşluk olduğunu da bilmiyorduk.

Hocamız anlatacağı konu için on ikiden vurmuştu. Gülümsedi. "Bugün okuldan çıktıktan sonra gidin, bakın orada kocaman bir ağaç var."

Sonrasında da kitaptaki konuya giriş yaptı. Bakmak ile görmek arasında fark olduğunu, kimi şeylere baksak da dikkatimiz başka yerde olduğu için göremeyebileceğimizi söyledi.

Konu hepimiz için ilginçti, ilgi ile dinledik.

Okul dağıldıktan sonra da yine birçoğumuz Halk Eğitim Merkezi'nin karşısındaki boş arsadaki ağacı gördük.

*

Görebilmek bakmanın bir üst basamağıdır dersek onun üst basamağı da öngörebilmektir.

Hızla değişen ve gelişen dünyada her birimizin, gerek karşımıza açılan yollar, ufuklar bakımından; gerek şu ya da bu şekilde, şu ya da bu nedenle bizleri etkileyecek konular bakımından hem görebilmeye, hem de öngörebilmeye fazlasıyla ihtiyacı var.

Neden derseniz;

Biraz iyi görebilen, biraz daha derin ve sağlıklı öngörebilen girişimciler, yanlış yere yatırım yapmaz; gerçekten kazanç sağlayabilecekleri işlere yönelirler. Piyasada esen rüzgârların ne sonuçlar doğurabileceğini önceden görür; duruma göre önlem ya da risk alırlar.

Dünyayı uluslararası etkileşimlerle birlikte değerlendirebilen, öngörü düzeyi yüksek politikacılar, bazen içerideki yurttaşlarına biraz sıkıntılı görünse de, kimi pozisyonları alır, dış etkilerle oluşabilecek ciddi riskleri savuştururlar. Yine o öngörü düzeyi yüksek politikacılar sokaktaki yurttaşın kolay anlayamayacağı şekilde politikalar üreterek ulusal geliri ve istihdam düzeyini arttırır; ülke ekonomisini güçlendirir, huzuru ve iç barışı kurar ya da korurlar.

Biraz iyi görebilen, biraz daha derin ve sağlıklı öngörebilen ebeveynler, kızlarını ve oğullarını sonradan kendilerine sıkıntı yaratabilecek nitelikte insanlarla evlenmek istemeleri halinde uyarır, uyandırırlar. Göremedikleri karanlık noktaları aydınlatırlar.

Yaşı, cinsiyeti, konumu farklı olan diğer her bireyler de kendi özel durumlarını, farklı sorunlarını sağlıklı öngörülerle değerlendirdiklerinde, diğerlerine göre daha sağlıklı kararlar verirler.

Sonuç olarak iyi bakabilmek göremediklerimizi görmeyi, iyi görebilmek de doğru öngörebilmeyi besler.

Öngörüsüzlük her insan için ciddi bir eksikliktir. Göremeyen, öngöremeyen insanlar tıpkı sakar kimseler gibi sık sık bir şeyleri kırar döker, ardından da ya başkalarını ya kendilerini ya da kör talihlerini suçlarlar.

Her gün gazetelerin üçüncü sayfalarına düşen haberlere konu insanların büyük bir çoğunluğu kimi şeyleri göremedikleri, öngöremedikleri için o sütunlarda yerlerini alırlar.

Elbette bireyler için vahim sonuçlar doğurabilen öngörüsüzlük, tüzel kişiliği olan kurumlar, kuruluşlar, özellikle ticari şirketler için de benzer sonuçlar doğurur ve tam tersine öngörü sahibi kimselerin yönetimindeki yapılar da diğerleri ile kıyaslandıklarında her zaman önde ve zirvede olurlar.

Görebilmenin de, öngörebilmenin de ya da bunların tersi hallerin de kimi belirgin ve yaygın nedenlerinin yanında kişiye özel ve farklı nedenleri de vardır.

O nedenlerdir ki, öngörebilme düzeylerimizi belirler, sonuç yaratıcı etkiler doğururlar.

Yazarın Diğer Yazıları