Yunus Türkoğlu

Ganispi'ye Gidiyoruz

Yunus Türkoğlu

Van'ın ilçeleri hepsi bir birinden farklı ve hepsi bir birinden ayrı güzellikler sergilerler. Hangisini anlatmaya kalksan sayfalar dolusu makaleler yazılabilir. Bu yazımda benim için ayrı bir yeri olan Çatak ilçemizin sınırları içinde bulunan Ziyaret ve Ganispi Şelalesine yaptığımız yolculuğu anlatmaya çalışacağım. Dedem Rıfat Efendi 1940'larda Çatak'ta Malmüdürlüğü yapmış, teyzemin beyi Tacettin Çakmakçı Kutis köyündendi. Bunun yanı sıra Çatak'ta oteli vardı, arada Dr. Ömer, Faruk ve Murat Çakmakçı'larla giderdik, halamın kızı Ebe Hediye Güldalı ve beyi Aydın Güldalı Ziraat Bankası'nda görev yapardı sık sık giderdik, çok güzel anılarımız var. Çatak iki akarsuyun ilçe içinde birleşip akmasıyla ender güzellikte bir vatan toprağıdır. Şeyh Muhammed-i Tayyar Hazretleriyle, eşsiz şelalesiyle, gizemli Sisar Deresi'yle, alabalığı, balı, dağlarında yetişen tadına doyulmaz ceviziyle, mülayim ve beyefendi insanlarıyla benim favorilerim arasında olan bir ilçemiz. Yıllar önce bir gece Çatak'ta konaklamıştık. Çaya bakan odamızın, açık duran penceresinin yanındaki karyolam ve sabaha kadar su sesi ile dağlardan esen ceviz kokularıyla terennüm eden duygularla unutulmaz bir gece, unutulmaz bir uyku olmuştu bizim için.  Sensiz olmaz, sensiz olamam, inan ki sana sevdalıyım Can Çatak.

1970'li yıllardayız, açık kasa kamyonlarla pikniğe gittiğimiz,64 model Chevrolet'lerin olduğu,Yıldıray Çınar'ın "Aman Eşref, Canım Eşref" türküsünü söylediği, 2 Nisan Gemisi'nin tahta iskeleye demirlediği,zernebat sularını kana kana içtiğimiz, ve İskele'de ki buğday silolarının önündeki sahilde suya girdiğimiz günlerdi. Genellikle piknik yapmaya Edremit, İskele, Amik, İşkirt, Molla Kasım köyüne, hem ziyaret hem de piknik için ise Görentaş, Van Kalesi ile Çoravanıs'a giderdik.

Mercimek Mahallesi'ndeyiz, Mürüvvet Eze (Alan)bir iki gün önceden komşulara haber gönderir; pazar günü Görentaş'a gideceğiz. Evlerde tatlı bir telaş başlardı, gideceğimiz günün gecesi sevinçten o gece sabaha kadar uyuyamazdım. Ertesi gün çok sevdiğim Görentaş Köyü, Ganispi Şelalesi ve Çatak çayı gibi güzellikleri tekrardan görecektim. Bu geziler genellikle Haziran ayında olurdu, çünkü Temmuz gibi Ganispi'nin suyu kesilirdi.

Pazar günü sabah namazından sonra, özellikle semaverini, çulunu ve yiyecek malzemelerini alan, çoluk çocuğuyla Celal-Mehmet Alan'ların kapının önündeki tarlada toplanırdı. Sabahın güzelliği, sevinç ve heyecandan dolayı bir gijivilli (ses kalabalığı) kopardı ki görülmeye değer. 

Yolculuğumuz yavaş yavaş başlıyor. Kimler yok ki burada; Menekşe Gözlü Fatma Abla, Cahit, Naile Eze, Muhsine Abla, Metin, Saadet Eze, Süheyla Abla, Saniye Abla, Fahriye Abla, Ömer ve tabiki ev sahipleri, Hediye Abla, Lütfiye - Cemil Subaşı, Mehmet-Nezahat Alan, Celal-Güler Alan, Ercan...

Kamyona bindik ve çulları serdik, şehri çıkıncaya kadar oturmamız lazım, ayakta açık kasa olduğu için trafik engelliyor. Şehri çıktıktan sonra ise kamyonun kasasının kenarında ayakta durup etrafı izleyerek, tadına doyulmaz bir yolculuk yapacağız. Yolculuğumuz bazen Edremit tarafından, bazende Gürpınar tarafından olurdu. Bu defa Gürpınar tarafından gidiyoruz.

Cemil ağabeyin son kontrollerinden sonra Kışla Caddesi'nden yola koyulduk. Haci Bekir Kışla'sını ve Kurubaş Köy'ünü geçip, Kurubaş Dağı'na tırmanıyoruz kısa bir süre sonra zirvedeyiz. Sağ tarafımızda masmavi Van Gölü, karşıda Süphan Dağı ve yemyeşil Edremit manzarasını izleyip geçiyoruz. Biraz ilerleyince inişe geçiyoruz. Karşımızda zümrüt yeşiline bürünmüş bir Gürpınar ovası ile gümüş rengi akan Gürpınar çayı. Bu ovada ilerlerken sağlı sollu yamaçlarda; nefis kan kırmızısı gelincik, papatya ile mor renkli sümbül kümelerini büyük bir hayranlıkla izleyerek, devam ediyoruz. Gürpınar'ı geçtikten bir müddet sonra Çatak yoluna dönüp kendimizi aşağıya doğru bırakıp Sisar Deresini de aşıp ziyarete varıyoruz. Buraya varınca Cemil Abi, kamyonu en yavaş haliyle sürer, büyükler ise ziyarete bir kaç yüz metre yaya yürürlerdi, eskilerdeki saygıya bak! Hatimi olanlar bağışlarlar, Yasinler okunur, hayırlar dağıtılır, varsa adaklar kesilirdi. Burada mütevazı kerpiçten yapılmış bir türbe, yine içinde sade yerden bir mezar burası Şeyh Muhammed-i Tayyar Hazretleri'nin türbesi.

Aracımıza bindik devam ediyoruz, bir süre sonra uğultusu kulaklarımızda yankılanan Ganispi Şelalesi'nin önünde duruyoruz ve ziyaretten sonra ikinci defa sevincimiz ziyadeleşiyor. Kamyondan nasıl indiğimizin inanınki farkında değiliz. Ellerimizi, ayaklarımızı buz gibi suya daldırıyoruz,  ama ne mümkün bu soğukluğa bir kaç saniye ancak dayanabiliyoruz. Dağın eteğindeki kayaların arasından çıkan su çağlayarak akıyor. Kayalara çarpan bembeyaz sudan sıçrayan tomurcuklar, yüzümüze ve kollarımıza konarken sanki bizimle oyun oynuyor ve hoş geldiniz diyor."-Hoş bulduk..."

Eşyalarımızı alıp Çayın karşısına geçiyoruz. Ceviz ağaçlarının altına veya birer köl dibi bulup yerleşiyoruz. Manzaraya bakın; Oturduğumuz yer cevizlerin altı yanımızdan gürül gürül Çatak Çay'ı akarken, karşımızda Ganispi (Beyaz Su) Şelalesi, bembeyaz suyu büyük bir uğultuyla, muhteşem görüntüsüyle akıp akıp gidiyor, manzara nefis. Rabbim, şükürler olsun, Cennet bu olsa gerek.

Kahvaltı yapacağız, acil olarak semaverler yakılmaya, otlu peynirler, murtuğalar, kavutlar, çeşit çeşit reçeller ile cacıklar hazırlanmaya başlandı, lavaşlar da hazır. Allah şen etsin, daha ne olsun. Semaverlerin dumanı gökyüzünü kapladı, göz gözü görmüyor, tahminim dumanlar Çatak semalarından gözüküyordur.

Kahvaltıdan sonra, Cahit Sarı, Salih Eskitaşcıoğlu, Metin Arslan, Bülent Subaşı ve Ömer Taşcıoğlu biraz yamaçlara doğru çıkıp dağ elması toplardık, hatırladınız mı? Uzunumsu, mayhoş ve çok lezzetliydi. Şimdi var mı bilmem!

Öğlen yemekleri yendi,yine bir çay faslı,derken ikindi namazları kılındı.Çocuklara hafif bir kahvaltımsı bir şeyler yedirildikten sonra;Gözler Eye'de…!

Çünkü emir komuta Mürüvvet Eze'deydi. Sakin ama sözü dinlenen otoriter bir Anneydi. Evlatları, damadı ve torunlarından son derece saygı ve sevgi görürdü. Yalnız onlar değil hepimizde sevgi ve saygı gösterirdik Allah Rahmet Eylesin. Bu konuda Ailesini hep takdir etmişimdir. Bu güzellikler şimdiki gençlere örnek olur İnşallah.

Yola çıkıyoruz, ziyarette durup, meşhur Görentaş'ın otlu peynirinden alıyoruz, artık eve kadar durmak yok.

Önde Cemil ağabeyin yanında Eye, Naile Eze ve Lütfiye Abla olurdu, bazen de Cemil ağabeyin annesi.

Sisar Deresi'ni geçerken akşam güneşi ışıklarını derenin iki yanındaki dağlara vuruyor ve her taraf kızıla bürünmüş. Arabamız son sürat rampayı çıkarken derede egzoz sesinden başka bir ses duyulmuyor... Dağ taş susmuş,sanki bu sesi dinliyor ,hüzünlü bir şarkı dinler gibi değişik duygular kaplıyor içimizi!. Bir an önce buradan çıkmaya çalışıyor gibiyiz. Ve Sisar Deresi'ni de geride bıraktık.

Ovaya çıktık, hava yavaş yavaş kararmaya başlıyor. Gevaş solumuzda kalıyor, biz sağ taraftan Edremit'e doğru yol alıyoruz. Engil Çayı'nın üstündeki köprüden geçip yolumuza devam ediyoruz. Hidro Elektrik Santrali'nin önündeyiz.  Finale geçmeden önce bir kaç diyaloğu sizlere sunmaya gayret edeceğim.

Celal Abi,tahta sandalyede baş tarafta otururdu.Yine oturmuş oradan sesleniyor-Güler, Aycan. Ercan'ı(Alan) benim yanma gönderin..Metin,Muhsine Eze'ye soruyor! Ana yerin rahat mı?  'Rahatım, altımda minder var, Saniye ve Fahriye yanımda, oturuyoruz. Saadet Eze ile Leyla Abla, oturmuşlar sohbet ediyorlar. Fatma Abla-Kız Aynur, Gönül Nahit nerdedir? Sizin yanınızdadır?-He Aba, bizim yanımızdadır.                                                                                                  Hediye Abla, Fikret'(Subaşı)in elini tutmuş oturuyorlar. Nurgül ile Bülent'de ayakta durmuşlar etrafı izliyorlar.  Bir tarafta da Salih ile Ömer dalmışlar güzelliği seyrediyorlar.  İsmet Abla, Nimet Abla, ben ve bacım Şakire birde Filiz Abla bir aradayız. Süheyla Abla, kapıya doğru arkadaşlarıyla beraberdir. Mehmet Ağabey ile Nezahat abla, hep sevecen halleriyle hepimize yardımcı oluyorlar. Hava artık tamamen karardı ay parlak şavkını Van Gölü'nün ve kamyonumuzun üzerine vuruyor, yıldızlar pırıl pırıl, denizin üstündeki yakamozlar sanki gülümseyerek bizi selamlıyorlar.

Çok güzel bir akşam...

İşte tam o anda Süheyla Abla, elindeki alüminyum tepsiyle ritim tutarak, haydi el çalın vıle diyerek başladı, o anda sanki zaman durdu, söz bitti!

"Ay doğar ay geceler evli evine gider bekârlarda geceler, Seni gören gözlerim ne ağlar ne heceler… gel gel gel benim Leyla'm…"

Hemen hemen buranının üzerinden 45 yıl gibi bir süre geçti ama ben hiç unutamadım. Hatırladıkça hüzünlenirim, bazen de bir kaç damla gözyaşı dökerim. Uzun yıllardır görmediğim Süheyla bu yazıyı okuyup da beni hatırlamazsa Ercan Alan'ı arayıp sorabilir. Süheyla Abla-Vıle Ercan bu yetim kimdir? Men tanımadım Ercan-Şevket Hoca'nın oğlu Yunus vardı ya, senin arkadaşın Nimet Abla'nın küçüğü. Süheyla Abla-Haaa! Tamam, şimdi tanıdım. Vay vay...

Edremit geride kaldı, Harabe Mahalle'den, Memi Tepesinden, Erek Mahallesinden geçtik ve evin önündeyiz. Biraz telaş biraz da tedirginlikle bizi bekliyorlar. Ferit ağabey -Aba Nerde kaldınız? Haydar Ağabey (Alan) ise, güler yüzüyle bizi karşılıyor.

Memet ağabey yine inmemize yardımcı oluyor, tatlı bir yorgunluk var, fakat çok mutluyuz.

Bu güzel günü, bizlere yaşattıkları için teşekkür edip evlere dağılıyoruz,                                                                             Hoşçakalın…

Yazarın Diğer Yazıları