Yunus Türkoğlu

Behiye Ezenin Evi

Yunus Türkoğlu

Van'ın kerpiç evlerinde birkaç nesil yaşadı. Her yanımızı kuşatan hatıralar bırakan bu evlerde yaşayan son bir iki nesilden biriyiz. Bizden önce yaşayan birkaç nesil daha var. Lütfen onların kıymetini bilelim. Çünkü istemesek de her geçen gün sayıları azalıyor!

Hiç bitmeyecek sandığımız rüyalarda sona erebiliyor. İçlerinde yaşarken aklımıza gelmezdi ama bu evlerde ömürlerini tamamlayıp gittiler. Buraları mutlu sinelerin huzur bulduğu mekânlardı. Bu evlerdeki hayatımızın; İlim, İrfan, sağlık, güzellik ve zarafet ölçülerinde tadına doyulmaz bir kıvamı vardı! Kış geceleri aile maiyeti toplanıp çaylar içilirken ilim ve ziyafet sofraları açılırdı.

Rahmetli babam Şevket hoca; Kuran-ı Kerim ve Hadis-i Şerif okur meal ederdi; Bu ilimdi!

Sonrasında büyükler günün şartlarına göre sohbet, muhabbet ederler gençler ve çocuklar dinlerdi; Bu irfandı!

Gündüzünde saç üzerinde kavurga ile cedene kavrulur, akşamında kuzine sobanın üstünde çay demlenirken yanında hedik pişerdi. Bodrumda sonbahardan beridir bekleyen elma ve mellaki armutlar çıkarılmıştır. Cevizler kırılmış, yanına kuru erikler porselen tabaklarda getirilmiştir. Büyükler divanlarda oturur, çocuklar için yere sofra bezi serilir ortasına yuvarlak tahta bırakılır, peşinden çaylar gelir hep beraber içilirdi; Bu ziyafetti, zarafetti!

Kerpiç evlerin duvarları duruma göre yılda bir iki defa kireçlenirdi. Kireç sonrası tahta zeminler tahta fırçasıyla silinir, perdeler yıkanır, etaminli, kanaviçeli beyazlar çivitle yıkanır serilirdi. Bir hafta, on gün gibi kalan kireç kokusu evleri gülistana çevirirken bu mekânlarda uyumanın tadına doyulmazdı; Burada uyumakta sıhhatti, huzurdu!

Mercimek Mahallesi'nde sayabileceğim epeyce iki katlı yani dubleks ev vardı. Birkaç tanesini saymaya gayret edeyim; Behiye ezenin evi, Şeref Yurtsever'in Cumbalı evi, Dalkıranların evi, Çalık Sokak'ta Ressam Hüseyin Ayça'nın da harika resmettiği herkesin bildiği ünlü Polat Yörüklerin evi! Yine mahallemizde Mehmet-Hasret teyzenin evi ile Behçet Yaşar-Naciye hala ve Şahabettin Yapar evleriyle bitirelim. Daha sayılacak pek çok ev var fakat hepsini saymaya sayfamız elvermez. Bu kadarla iktifa edelim…

İlk önce sizinle Behiye Ezenin ruhlarda tarifsiz güzellikler bırakan iki katlı evine gidelim; Oradan geçmişe bir kapı aralayalım. Neden Behiye eze! Biz daha küçükken vefat eden beyi merhum Papuççu Halit dedeyi biz göremedik. Gözümüzü açtık Behiye Ezeyi gördük. Bundan dolayı hep onun adını andım. Rahmetli Behiye eze, Pineci Resul, Leblebici Ömer, Zeki ve Ahmet İl'in anneleridir!

Bahar mevsiminin son günlerindeyiz. Yaz mevsimi neredeyse merhaba dedi diyecek. Bir akşam vakti, boyası dökülmüş, tahtaları ortaya çıkmış ve şimdiki kapılara göre biraz daha büyük, üst tarafında kalın demir korkuluklu pencereleri olan, iki kanatlı kapının önündeyim. Kapıyı Behiye eze ile torunu Nuran açıyor. Ve şipanadan içeriye adımımı atıyorum. Sağ tarafta ahşap merdivenler, yerleri kara beton olan salonun sağında mutfağa açılan kapı, solda kiler kapısı ile tam karşımda bahçeye açılan kapı mevcut.  Merdivenin sol tarafındaki tırabzanlarını tutup, yorgun ve bitkin olan tahtalar ile çivilerin gıcırdayan sesleriyle yukarıya doğru çıkıyorum. Yukarıdaki antremsi bölümdeyim. Bahçeye bakan tarafta bir pencere, sol tarafımdaki misafir salonuna açılan kapıyı ardımda bırakıp, sağ taraftaki kapıdan içeri giriyorum…  

Burası tipik bir Van evidir işte! Kanaviçe ve etamin işlemeli örtü ve kırlentleri olan karşılıklı iki divan mevcut. Kuzine soba yanarken üstünde ise demlikte çay kaynıyor. Behiye ezenin ortanca mahdumu fedakâr dayı Salih ağabey, oturmuş çayını yudumluyor! Selamlaşma sonrası biraz sohbet ediyoruz. Duvarda halı, karşıda üzeri dantel örtü ile örtülmüş ceviz kaplama masanın üstünde cam sürahi,  yine tabağın içinde dantel olan kristal bardak ve Sierra siyah radyosuyla klasik bir oda…

Bahçeye ve yola bakan taraflarda ikişer pencere var. Bahçe tarafındakilerin içinde begonya çiçekleri var. Yola doğru olan, İki tam, bir yarım kerpiçten yapılmış, bir metreye yakın genişliği olan pencerenin çiçekli perdesini açtıktan sonra arkadaşım Âdem'le beraber lopları atıp sonrasında bağdaş kurup oturuyoruz. Kalaylı bakır tasta kavurga ile çedeneyi doldurup yanına şeker ile çayımızı alıp kıtlamaları içerken, yer yer boyası dökülmüş ahşap çerçevesi olan pencerenin camından dışarıyı seyrediyoruz. "Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç!"

Rabbim, ölenlere rahmet, kalanlara sağlık versin.

Hoşça kalınız.

Yazarın Diğer Yazıları