Yaşar Adıyaman

Kadının toplumdaki tarihsel yeri ve günümüz de kadın

Yaşar Adıyaman

Tarihsel süreçte kadının yeri insan topluluklarına göre değişkenlik göstermiştir. Kimi toplumlarda kadın değer görmüş devletin en üst kademesinde yöneticilerin yanında saygı ile karşılanmıştır. Kimi toplumlarda sadece meta olarak görülmüş ve değersiz bir varlık olarak bakılmıştır. Kimi toplumda ise cadı olarak görülmüş, tüm kötülüklerin ve vakaların müsebbibi olarak ilan edilmiştir. İnsanlar toplumu kendi menfaatleri doğrultusunda tasarım ederken insanları bir biçimde sınıflandırarak kategorilere göre oluşturması hem toplumu daha kolay yönetmeleri sınıfsal karşıtlar oluşturarak topluma yön vermişlerdir. Bu ayrımcılığa karşı en çok mağdur edilen sınıf veya zümre kadınlar olmuştur.

Tarihsel süreci inceldiğimizde ve açık kaynaklardan elde ettiğimiz verilere göre kadının tarihin akışındaki yeri;

İnsanlığın ilkel çağlarında toplumlar kadın egemen bir yaşam sürmüşlerdir. Anaerkil dönem olarak adlandırılan bu dönemde, kadınların pek çok konuda denetimi ellerinde bulundurduğu ve toplum içindeki üstünlüklerini, gerek doğurganlıkları gerekse üretimdeki aktif rolleriyle sağladıkları görülmektedir. Ancak, zamanla özel mülkiyet, sınıf ayrımı ve dinin etkisiyle oluşan baskı, sömürü ve cinsiyet ayrımı gibi etmenler ortaya çıkmış ve kadının statüsünde büyük bir düşüş yaşanmıştır. Anaerkil düzenden ataerkil düzene geçişte, kadının hem toplumdaki hem de ailedeki yeri ve üstünlüğü değişmiştir. Ataerkil dönemde, bir erkek bir kadınla beraber olabilmek ya da evlenebilmek için armağanlar vermeye başlamıştır. Önceleri aileler ve topluluklar arasında karşılıklı süregelen bu armağanlaşma, zamanla, kadının satın alındığı birer alışverişe dönüşmüştür. Evlilik için yapılan bu alışverişler, zamanla başlık parası adını almış; erkekler arasında yapıldığı için de kadınların soyluluklarını koruyamamalarına ve yitirmelerine sebebiyet vermiştir

Daha yakın tarihlere baktığımızda ise, Sümer’de, tanrıçalar tanrılardan önce geliyordu. Bu durum Sümer toplumunda kadına verilen değeri göstermektedir. Çin ve Bizans kaynaklarından öğrendiğimiz kadarıyla milattan önce ikiyüzlü yıllarda Orta Asya’da göçebe yaşayan Türk kadınlarının erkekler yanında önemli bir rolü olduğu biliniyor. Eski Türklerde kadın, ailede ve toplumda saygın bir yere sahipti.

 Arap toplumu cahiliye döneminde ise; Cahiliye toplum yapısında kadına karşı olumsuz bir bakış açısı vardı. O, sadece tüketen bir üye idi. Kabile hayatına katkısı bulunmazdı. Savaşlarda esir düşebilir ve bunun sonucunda da “cariye” olarak satılabilirdi. Evlenip başka bir kabileye de gidebilirdi. Beraberindekilere hiçbir faydası olmayan kadın, bu durumu ile ancak bir utanç vesilesi idi. Oysa erkeğin pozisyonu farklı idi. O kabilenin en önemli üyesi idi. Savaşmak, göç etmek onu ayrıcalıklı kılıyordu. Kabilenin gücü ona bağlı idi.  Bu sebeple kız çocukları olduğu zaman utanıyor, onları istemiyorlardı.

Bu bilgiler ışığında İslâm’da Kadın. İslâm toplumlarında kadının gerek aile hayatında gerekse siyasî, hukukî, sosyal ve ekonomik alanlardaki konumunu bir taraftan dinî kurallar, diğer taraftan sosyal ve siyasî çevre, etnik yapı ve İslâm öncesinden gelen kültür mirası belirlemiştir. Bu sebeple İslâm dünyasında kadının her yerde ve her dönemde aynı konumda olduğunu söylemek mümkün değildir. Hatta aynı bölgede ve aynı zaman dilimi içinde yaşayan kadınlar arasında bile şehirde veya kırsal kesimde bulunmalarına göre farklılıklar olmuştur. Ancak bu, İslâm toplumlarındaki kadınların bütünüyle farklı kimlikleri temsil ettiği anlamına da gelmez; onlar sosyal, hukukî ve ekonomik konum bakımından her dönemde belirli ortak çizgilere sahip olmuşlardır.

Osmanlı İmparatorluğu'nda kadının toplumdaki yeri geleneksel ve dinsel birçok nedenden dolayı kısıtlıdır. Bu tutum Tanzimat Dönemi'ne kadar devam etmiş olup Tanzimat döneminin getirdiği eşitlik anlayışı kadın ile erkek arasındaki eşitsizliklere de yansımıştır. Tanzimat döneminde kâğıt üzerinde eşitlik sağlansa bile uygulamada önceki tutum devam etmiştir. Osmanlı'da hukuk kurallarının İslami kaynaklarca belirlenmesi kadın hakları üzerinde de etkisini göstermiştir. Ayrıca Türklerin Orta Asya kökenli olmasından dolayı İslamiyet öncesi dönemlerdeki Türk kültürü, Osmanlı döneminde kadınların sahip oldukları hakların kısıtlı olmasına neden olmuştur. Teokratik ve monarşik rejimli Osmanlı İmparatorluğu'nda şeriat hükümlerinin etkili olması kadınları ev yaşamına itmiştir. Osmanlı'da miras konusunda da kadınların erkeklere oranla daha az miras payına sahip olduğu gözlenmiştir. Osmanlı Mahkemelerinde 2 kadın ancak bir erkeğe denk tutulmuş, dini eğitimde ise kız-erkek ayrımı yapılmayıp kız çocukları sıbyan mekteplerinde eğitim görmüşlerdir. Köydeki kadınlar ise erkekler gibi tarlalarda çalışarak evini yönetip, halı ve kilim dokumasına karşın asla erkekler ile eşit haklara sahip olmamışlardır. Şemseddin Sami’nin 1879’da yayımlanan Kadınlar kitapçığında, ‘’Kadın, fiziksel ve niceliksel gerçekliklilerden yola çıkar: Kadın, insan türünün dişisidir, insan türünün yarısıdır. O nedenle de her zaman kadının konumu, toplumun yapısıyla doğrudan ilişkili, orantılıdır. Kadının konum ve durumu, toplumun durumunu gösterir.’’ denilmektedir.

Cumhuriyet döneminde ise; kadına sosyal siyasal ve ekonomik anlamda birçok haklar tanınmıştır. Fakat bölgesel farklılıklar ve eğitimsizlik yüzünde kadın hakları ihmal edilmiştir. İslam öncesi döneminde olduğu gibi kadın başlık parası ile evlendirilmiş. Alınıp satılan bir değer ile bölgesel farklılıklar örf ve adetler yıllarca böyle sürmüştür. Hatta küçük yaşta evlendirilen kız çocuklarının geleceği ipotek altına alınarak hiçbir hakkı gözetilmemiştir.  Eğitim hakkı engellenmiştir. Günümüzde gelişen teknoloji ile birlikte bölgesel farklılıklar en aza indirgenmeye çalışılmıştır. Anaerkil kadın toplumda hala etkin varlığı olmasına rağmen ne yazık k, genç yaşta evlendirilen kız çocukları birçok haktan mahrum edilmiştir.

Çağdaş toplum veya kapital sistem ile günümüz toplumu kadını nasıl değerlendirmektedir? Günümüz için de öyle. Kadının konumu ve durumuna baktığınızda, bir şiddet ve korku toplumuyla yüz yüze gelirsiniz. Açık kaynaklardan edindiğim bilgilere göre; Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun 2020 yılı raporuna göre 300 kadın öldürüldü, 171 kadın şüpheli şekilde ölü bulundu, denilmektedir. Hazırladıkları raporda, "Bir yıl içinde 300 kadın cinayeti işlenmiş, 171 kadın şüpheli bir şekilde ölü bulunmuştur. Öldürülen 300 kadından 182’sinin neden öldürüldüğü tespit edilemedi, 22’si ekonomik, 96’sı da boşanmak istemek, barışmayı reddetmek, evlenmeyi reddetmek, ilişkiyi reddetmek gibi kendi hayatına dair karar almak isterken öldürüldü. 182 kadının hangi bahaneyle öldürüldüğünün tespit edilememesi, kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin görünmez kılınmasının bir sonucudur. Doğada bu şekilde kendi türüne zarar veren bir canlıya rastlamak mümkün değildir.

Sonuç olarak; Kırsal nüfus ağırlıklı ve tarıma dayalı toplum yapısından nüfusun büyük çoğunluğunun kentlere taşınması sonucu sanayi ve hizmetler sektörünün etkin duruma geldiği bir toplum yapısına doğru gitmekteyiz. Bunun da beraberinde getirdiği birçok sorunla karşı karşıya olduğumuz açıktır. Aynı millî kültür iklimi içinde olsak bile farklı coğrafi bölgelerden, farklı alt kültür çevrelerinden ve farklı sosyoekonomik düzeye sahip milyonlarca insanın bir araya geldiği büyük kentlerde yaşamaya başlayan insanlar arasında güven ilişkilerinin kurulması kolay değildir. Büyükşehir hayatının aile yapısına getirdiği başka değişiklikler de vardır. Bunların en önemlileri ailenin küçülerek çekirdek aileye dönüşmesi, kadınların çalışma hayatında yer alması, dede, nine gibi yaşlı ebeveynlerin aileden kopması olarak sıralanabilir. Küçülen ailelerde annenin ev dışında çalışma hayatına girmesi en fazla çocukların bakımı ve yetiştirilmesinde sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Kurumsal bakım hizmetlerindeki yetersizlikler ve hiçbir kurumsal bakımın annenin yerini tutamayacağı gerçeği de göz önünde tutulduğunda çocuklarla ilgili olarak yaşanan sorunun büyüklüğü daha kolay anlaşılmaktadır.

Günümüz toplumunda çocuk, daha küçük yaştayken modern hayatın sorunlarını yaşamaya başlamaktadır.  Bu da yetişen çocukların daha kolay madde ve benzeri bağımlılıklar olmak üzere toplumun geleceğini zedelenmektedir. Kadının olmadığı bir alan hep eksiktir ve hep eksik kalacaktır. Çocuk yetiştirmekte en önemli rol kadının anne olmasından dolayı kadına aittir. Önümüzdeki dönemde temennimiz eşit şartlarda kadının toplumda hak ettiği değeri bulmasıdır. Küçük yaşta evlendirilen kız çocuklarının dramını dilimiz döndüğünce anlatacağız. Bu dünya da eşit şartlarda insani vazifeler ışığında kadının hak ettiği yerde olmasını umuyorum. Kadın ailenin en dinamik temellini oluşturur. Bunun üzerine inşa edilecek tüm değerler bundan sonra kadının eseri olacaktır. Kadına kalkan eller cezasız kalmamalıdır. Tarihsel sürece baktığımızda kadının suiistimal edildiği gerçeğiyle beraber dönemsel menfaatlerde kadın hak ettiği yerde olmuş gibi görünse de bu yeterli değildir. Bir ömür boyu birliktelikler için atılan imzalar kendi katilini yaratacak toplum bireylerini artık kimse istemiyor. Anlaşamayan insanlar medeni bir şekilde yolları ayırma hakları vardır. Yaşam hakkı kutsaldır. Bu kutsiyette hepimizin sahip çıkması gerekir.

Yazarın Diğer Yazıları