Ümit Kayaçelebi

Van'a yolculuk

Ümit Kayaçelebi

Yine bir Anadolu yolculuğundayım. Bu kez Vangölü Ekpresi ile Ankara, Tatvan, Van; oradan da otobüsle Doğubeyazıt üzerinden Kars… Bir kış seyahati bu... Son zamanlarda kış turizmi için oldukça popüler olan Doğu Ekpresi ‘ne alternatif olarak düşünülebilecek bir seçenek…Biz de bu seçeneği tercih ediyoruz: Vangölü Ekpresiyle “Doğu Turu” …

Seyahatimiz yine İzmir’den başlıyor.Toplanma yerimiz Adnan Menderes Havaalanı…Yüksek Doğaseverler Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübünün (YDS) organize ettiği bir etkinlik bu…Kulüp başkanı Tufan Konanlar rehberliğinde havaalanından topluca bindiğimiz uçakla sabah saatlerinde Ankara’ya iniyoruz.Şubat ayı olmasına karşın hava açık ve güneşli…Kısa bir sabah kahvaltısının ardından servislerimiz bizi Ankara Gar’ına bırakıyor. 2015 Ekim ayında yapılan o korkunç Gar katliamının hayalimde ve beynimde bıraktığı sarsılmayla giriyorum içeriye. 109 canı alan o korkunç katliam…İçim ürperiyor,yüreğim burkuluyor.Bu ruh hali içinde garda hareket saatini bekleyen trene yönelip bize ayrılan yerlerimize yöneliyorum. Trenin bir kompartmanı tamamen bize ait. Kuşetli kopmartmana yerlerimize yerleşiyoruz. Saat, 11’i gösterdiğinde çalan düdükle raylar üzerinde kayarak hareket ediyoruz. Bu, çoğumuzda olduğu gibi benim de ilk uzun tren yolculuğum olacak. Eğer tren rötar yapmazsa yaklaşık 25 saat sürecek bir yolculuk… Ankara, Elmadağ, Kırıkkale, Yerköy, Şefaatli, Kayseri, Şarkışla, Sivas, Hekimhan, Malatya, Fırat, Elazığ, Palu, Genç, Muş, Tatvan ve aralarda onlarca başka yerleşimler…

Rayların üzerinden akıp giden tren, Ankara’dan uzaklaştıkça Anadolu’nun boş, baharı bekleyen uçsuz bucaksız bozkırında ilerlerken bir zaman tünelindeyiz sanki. Ara ara bozkırlara yerleşmiş yoksul köylerin varlığı bu duygumu daha da pekiştiriyor.Kış olmasına karşın kar yok. Ağaca ve yeşilliğe hasret kalan toprakları geçerken trenin daracık koridorlarında sohbetlerle ve Karadeniz müziğinin hareketli ritmine uyarak el ele tutuşup çekilen halaylarla yolculuğun tekdüzeliğini eğlenceye devşirmeyi başarıyo- ruz. Doğu seyahatinde Karadeniz müziğiyle halay çekmek!... Sanırım Ağrı Dağının eteklerinde de doğu müziği eşliğinde halay çekeriz…

Onlarca istasyonu geride bırakıp Orta Anadolu’nun içlerine doğru ilerlediğimiz halde ne bir topoğrafik değişiklik ne de kar görebiliyoruz. Oysa bu bir kış gezisi…Treni tercih etmemizin bir nedeni de bu...Kar ancak Kayseri’den sonra görünmeye başlıyor. Koridorlarda oynayan bizler; treni, karşıdan gelen trene yol vermek için bekletilmesini fırsat bilip koridordaki halayı dışarıya, karların içine, taşıyoruz. Saatler sonra ilk kez ayaklarımız yere değiyor, üstelik özlemle beklediğimiz kar da cabası..İlk kar buluşması.

Saat 13.30’da, gecikmeyle de olsa, Tatvan’a ulaşıyoruz. Her yer kar... Acak güneşli bir hava olmasına karşın alışık olmadığımız bir soğuk var. İstasyonda bizi bekleyen rehberimiz Murat Beyaz’la önce yemek yedikten sonra araçlarımıza binip ilk ziyaretimizi başlatıyoruz..Doğu’nun en gizemli yeri olarak gördüğüm Ahlat… Burada Selçuklu Mezarlığı ve yine Selçuklu döneminden kalan kümbetleri göreceğiz.

“ Önüne çıkanı kendine katarak dünyanı genişletirsin”

Ben de önüme çıkanları bazen belleğime, bazen de kamerama kaydederek başlıyorum ziyaretime.

Ahlat, Bitlis’in Van Göl’ü kenarında şirin bir ilçesi. Karlar içinde karşılıyor bizi.Selçuklu döneminden kalan kümbetler ve Selçuklu Mezarlığı hala ayakta. Burası Ortaçağ Türk mimarisi mezarlarını içeren adeta bir açıkhava müzesi konumunda. “ Kubbet-ül İslam” olarak da adlandırılan Ahlat’ta Selçuklu dönemine ait 8 bin mezar taşı tespit edilmiş. Bunların birçoğunun kimliği de belirlenip mezarların başına yerleştirilmiş.UNESCO’nun Dünya Kültür Mirasları Listesinde olan bu mezarlıkta müslümanlık öncesi Türklerin izlerini görmek mümkün. Osmanlı mezar taşlarının aksine üzeri işlemeli düz kesme taşlar.Sanki İslam öncesi anıt taşları anımsatıyor.

Osmanlı mezarlarından oldukça farklı…

Ahlat, kümbetleriyle de öne çıkıyor. Burada bulunan 14 kümbet, yöreye özgü Ahlat taşından yapılmış. Selçuklu dönemi mimarisi olan kümbetler genelde iki katlı. Alt kat, mezar odası; üst kat ise dua ve ibadet odası olarak düzenlenmiş silindirik yapılar. Bunların en büyüğü Ulu kümbet ve Emir Bayındır Kümbeti.Bu Kümbetler hala ayakta ancak bakımsız …

Karlar altında Selçuklu mezarlığını ve kümbetleriyle beyazlar içinde uyuyan Ahlat’ı geride bırakıp geldiğimiz yoldan Van’a gidiyoruz.

Otele yerleşme, akşam yemeği ve soğuk olmasına karşın kısa bir Van gecesi yürüyüşündeyiz. Işıl ışıl, düzenli ve hareketli sokaklarıyla doğu kentlerinin çok uzağında bir kent görünümü veriyor bize.

Van, 15.yüzyılda Evliya Çelebi’nin de ilgisini çekmiş bir şehir.Bir çok kültürün görüldüğü dünyanın en eski kentlerinden birisi. Evliya Çelebi'ye göre Van Kalesinin bulunduğu kayalıkta büyük bir kilise bulunmaktadır. Büyük İskender, bu şehri aldığında bu kiliseye, yerlilerin “İbadet Yeri” anlamına gelen “Vank” adını vermiş, bu sözcük zamanla bozularak “Van” olmuş.

Van deyince akla ilk gelenlerden biri de meşhur Van kahvaltısıdır. Otelimizde yaptığımız Van kahvaltısının ardından başlıyoruz güne. İlk durağımız “Kedi Evi”…Bir gözü mavi, bir gözü yeşil nesli tükenmekte olan bu türü koruma amaçlı düzenlenen bir çalışma.

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesinin yaptığı bu çalışma sonucunda kedi sahiplenilmesine de olanak sağlanıyor. Burası Modern, bakımlı ve temiz bir yer. İçeriye giriş ücretli. Galoş giyerek içeri girip kedileri sevmek ve onlarla ilgilenmek mümkün.Erkek ve dişi kediler ayrı yerlerde barındırılırken yeni doğanlar için bakım odaları bulunuyor.Mutlaka görülmesi gereken bir yer. Burada yöreye özgü hediyelik eşya almak için alış veriş de yapılabiliyor.

Bir başka durağımız “Tuşba” da denilen Van Kalesi…Adeta Van’ın sembolü. Urartulara başkentlik yapan kalede kaya mezarları, Sardur burcu, Analı kız Açıkhava Tapınağı, ve surlar.. Cami ve minaresiyle büyük ölçüde ayakta .Karşıda Van Gölü kenarında karşıda Süphan Dağı, Artos ve Erek dağları arasında geniş bir düzlüğün ortasında bir sembol...

Evliya Çelebi Van Kalesini yere çökmüş yüklü bir deveye benzeterek şöyle betimler: "Kaya çökmüş bir deveye benzetilirse başı doğu tarafında olup gülle gibi kayalar vardır ki bunlara asla top ulaşmaz. Devenin kıç tarafı Van Gölü tarafına ve batıya bakar.Bu deve kıçına benzeyen yerden 3060 adım yükseklikteki kayalar üzerine korka korka tam bir saatte çıktık. Yedi kule ve yedi kat kapı gezdik.” Bu anlatım abartılı mıdır bilinmez. Ama biz hiç zorlanmadan manzaranın keyfini çıkara çıkara çıkıyoruz kaleye..Bir tarafta Van Gölü ve Süphan Dağı, bir tarafta Artos Dağı eteklerine aldığı Van şehriyle Erek dağı ve ortada “çökmüş deve” Van Kalesi….Mavi ve beyazın egemen olduğu doyumsuz manzara kaleden ayrılmamızı zorluyor. Van Kalesinin girişinde örnek bir Van evi gezilebilir. Ayrıca alışık olmadığımız müze mimarisiyle “Van Müzesi “ yolumuz üzerinde..

Yeniden araçlarımızdayız. Sırada Van Gölü ve Akdamar Adası var.Gevaş, Grand Deniz Sitesindeki iskeleden yaklaşık 20 dakikalık bir tekne yolculuğuyla adaya ulaşmak mümkün. Van Gölünde 4 ada bulunuyor. En büyüğü ve popüler olanı Akdamar adası. Diğer ikisinde kilise kalıntıları olmakla birlikte ilgi Akdamar’a... Diğer adalar; Çarpanak, Adır ve Kuşadası.

Van Gölü Türkiye’nin en büyük gölü. Yöre halkı “Van Denizi” diye adlandırıyor ve ile gelen misafirlerin de böyle adlandırmalarından mutlu oluyorlar.Suyu sodalı ve tuzlu olduğu için içmeye ve sulamaya uygun değil. Türkiye’nin diğer göllerine göre nispeten kendini koruyabilmiş .Ancak kuruyan, suyu çekilen ve kirlenen diğer göllerimizi dikkate alırsak bunun çok sürmeyeceği endişesini taşımamak olası değil.

Burada yaşayan tek balık inci kefali. O da tatlı sulu akarsuların göle karıştığı yerlerde varlık gösteriyor. 15 Nisan- 15 Temmuz arasında avlanma yasağı var. Bu mevsimde tıpkı somon balığı gibi yumurtlamak için tatlı sulara balık göçü başlıyor. Çevrede bu balıklara “uçan balık” da deniliyor. Her yıl haziran ayında Uluslararası İnci Kefali Kültür ve Sanat Festivali düzenleniyor.

"Van Gölü Canavarı" efsanesiyle bir zamanlar gündem oluşturan göl, Evliya Çelebi’nin de ilgisini çekmiş. Gölle ilgili bir efsaneyi anlattıktan sonra “Canavarın sesini ben de duydum ama kendisini görmek kısmet olmadı, çok korktum.” diyerek izlenimlerini seyahatnamesine aktarmıştı. Biz tabi ki canavarı da sesini de aklımıza getirmeden bir İranlı grubun tulum sesi ve kıvrak dansları eşliğinde çıkıyoruz adaya. Her yerde olduğu gibi burada da bir efsane karşılıyor bizi.

Efsane şöyle: Adada yaşaya bir keşişin çok güzel bir kızı vardır. Adı: Tamar. Çevre köylerden bir çoban bu kıza aşık olur. Adaya kadar yüzen delikanlı sevgilisiyle gizli gizli buluşur. Bunun farkına varan baba, bu aşka karşı çıkar. Bunun üzerine kız eline bir fener alıp gece gölün kenarına inerek buluşmaya gizlice devam eder. Fenerin ışığını gören delikanlı fenere doğru adaya yüzer ve sevgilisiyle buluşur. Bunu anlayan baba , kızını engeller ve bir gece feneri eline alıp gölün kenarında delikanlının gelmesini bekler. Ancak gölün kenarında sürekli yer değiştirmektedir. Hep ışığa yüzen delikanlı bir süre sonra yorulur, gücünü kaybeder ve boğulur. Boğulurken çıkardığı son söz “Ah Tamar!” çığlığı olur. Bu çığlığı duyan kız da kendini göle atar ve boğulur. O günden sonra ada “Ahtamar” olarak adlandırılır. Adanın özgün adı da budur zaten: Ahtamar...

Tekneden inip küçük yokuşu çıkınca görkemli bir yapı karşılıyor bizi. Son yıllarda yapılan restorasyonla yenilenen kilisede yılda bir kez ayine izin veriliyor. Burası bir anıt müze statüsünde. 915 yılında yapımına başlanmış, 921 yılında tamamlanarak 1915 yılına kadar aralıksız Ermeni cemaatine hizmet vermiş. Kabartmalar, çeşitli bitkiler, üzümler, insan ve hayvan figürleri duvarları süslüyor.

Bu figürler kutsal kitapta geçen çoğu öyküleri betimliyor. Daniel, Davut, Yunus peygamberlerin öyküleri ve İbrahim’in oğlunu kurban etme sahnesi gibi betimlemeleri görmek mümkün.Çevre düzenlemesi ve seyir terasıyla Van Gölünü süsleyen bu kilise görülmeye değer bir sanat eseri.

Badem ağaçlarının süslediği adayı ziyaret edip dönüş yoluna geçiyoruz. Gevaş’ta Van Gölü’nde çıkan balıklarla donatılmış akşam yemeği sonrası Van’a otelimize gidiyoruz…Sabah yine meşhur Van kahvaltısı sonrasında Van’dan ayrılıp gezimizin ikinci durağı Kars’a hareket edeceğiz.

Sabah erken saatlerde başlayan yolculuğumuzda yolumuzun üzerinde olan Muradiye Şelalesini de görme olanağı buluyoruz.Muradiye Şelalesi bir doğa harikası.Muradiye, Karahan Köyü sınırları içinde muhteşem bir güzellikte bir şelale.Çevre düzenlemesi yapılmış; piknik ve kamp için uygun.

Kış olması nedeniyle donmuş. Buzlardan oluşan sarkıtlar şelaleye büyüleyici bir güzellik katmış. Bir asma köprüyle süslenen şelaledeki molamızı bitirip Tendürek geçitini aşarak Ağrı Dağının eteğinden önce Doğubeyazıt sonra da Iğdır üzerinden gezimizin ikinci durağı Kars, Ani ve Çıldır Gölüne gideceğiz..

Ancak Van gezisinde planladığım yerlerin çoğunu ziyaret edemedik. Oysa birçok görülecek yer var:Van Kalesinin dışında,Hoşap Kalesi, ,Çavuştepe Kalesi,Ayanis Kalesi,Şeytan Köprüsü, Yedi Kilise…gibi Bunlardan özellikle Erçek Gölü görülmeye değer.Kuşların göç yolunda olması nedeniyle tam bir kuş cenneti. Burada her sene eylül ayında flamingo göçü festivali yapılıyor. Bir de Başkale ilçesi Yavuzlar köyünde yöre halkının “Vanadokya" adını verdikleri peri bacaları. Çok sayıda peri bacası, mağaralar ve tünellerle süslü bu bölge de görülmeye değer.

Kaynak: Yazar Mustafa Çapa

Yazarın Diğer Yazıları