Veysel Selen

Demokrasinin gücü

Veysel Selen

İnsanlık var oluşundan ve topluluk haline gelişinden bu yana Beylikten, hanlığa,  hanlıktan  sultanlığa, sultanlıktan padişahlığa batıda ise derebeylikten krallığa, çarlığa ve imparatorluklara her tür yönetim biçimini denedikten sonra son yüzyılda en iyi yönetim biçimi olan demokrasiyi seçti. Demokrasi;

 

 

Aralarında gizli anlaşma bulunmayan en az iki partinin olduğu ve hür seçime dayalı yönetim biçimidir. Genellikle devlet yönetim biçimi olarak anılsa da, yerel yönetimlerin, üniversitelerin, işçi-işveren örgütlerinin ve bazı sivil toplum kuruluşlarının yönetim biçimini de belirler. Türkiye toplumu olarak bir "ulusal bağımsızlık savaşı"ından sonra, padişahlığın ve halifeliğin lağvı ile halkın halk için halkı yönetmek üzere seçtiği temsilcilerinin  oluşturduğu meclisin (Türkiye Büyük Millet Meclisi)  seçimiyle bir Cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu eliyle başladı, demokrasi serüvenimiz. 1946'da çok partili düzene geçilerek asıl amaç gerçekleşti. 1960'da, 1971'de, 1980'de kesintiye uğrasa da gelişerek günümüze kadar geldi.

 

Çoklukla tek partinin, bazen koalisyonların yönetiminde ülke refaha, huzura ve iyi yönetilmeye hep meclisiyle ve hükümetleriyle kavuşmak için çabaladı. 2002'nin sonunda "yolsuzlukla, yoksullukla, yasaklarla" mücadele ilkesiyle dinci faşist eğilimli Refah Partisinden kopan AKP, %34 oy alarak meclisin neredeyse  3 de ikisine sahip biçimde,  tek başına ezici bir milletvekiliyle iktidar oldu.

 

Her şey programladıkları gibi gidiyordu; yolsuzlukla mücadele ediliyor, halkın yoksulluğunu gidermek için üretim artışı, ihracat teşvik ediliyor, milli gelir 3200 dolardan 10.000 dolar seviyesine çıkıyor, Avrupa Birliğine girişin ön adımları atılıyor, bu bağlamda özgürlük alanları genişletiliyor, demokratik haklar veriliyordu.

 

Bunlar dincidir, özgürlüklerden ve demokrasiden yana olamazlar, ön yargısına sahip bir çok kişi "ya yanıldık mı acaba iyi gidiyor gelecek seçimde biz de oy verebiliriz" aşamasındaydı neredeyse.

 

Sağlıkta, eğitimde, emniyette, yargıda hoşa gidici değişiklikler yapıyorlardı. Milletin dişinden tırnağından kesilerek yapılan devasa  fabrikalar, kurulan KİTler,  Türk Telekom gbi kuruluşlar, yüzlerce devlet ortaklığı, devlet ticaret yapmaz diye üç otuz paraya özelleştirilince bile halk, " ne iyi torpil ve bankamatik çalışanı bitti" diye sevindi. Kimse hiç bir şeyin ayırdında değildi. 2007 seçimlerinde, daha çok oy alarak tekrar tek başlarına iktidar oldular. Bir yandan sıcak paranın, borçla her istediğini almanın, krediyle ev araba sahibi olmanın verdiği rehavetle, bir anda "Özel Yetkili Mahkeme ve Özel Yetkili Savcılar"ın Ergenekon, Balyoz v.d. operasyonlarla kerli ferli askerleri, gazetecileri, yazarları, aydınları, basın eşliğinde tutuklamalarına tanık olduk. Hükümete karşı darbenin dudak uçuklatıcı belgeleri  yandaş medyada ve cemaat televizyonlarında çarşaf çarşaf gösteriliyor, insan onuru havada uçuşuyor, faili meçhullerin aydınlatılacağı dile getiriliyordu. 

 

Bizzat başbakan, "ben bu davaların savcısıyım" diyerek askeri vesayetin sonlandırıldığını söylüyordu. Akla ziyandı yeni emekli olmuş Genel Kurmay Başkanı bile tutuklanmıştı. 

 

Kimse olanlara ve televizyonda neredeyse 24 saatlik naklen yayınlarda anlatılanlara anlam veremiyordu. Meğer emniyete ve yargıya egemen olan Fethullah Gülen Cemaati ile hükümetin işbirliği ile olmuştu bunlar.

 

Yetmiyordu hükümete bunlar. Bunca gücüne rağmen yargı elini kolunu bağlıyordu, orayı aşsa Danıştay kesiyordu önünü, Danıştay'ı aşıyordu bu kez Anayasa Mahkemesi engeliyle karşılaşıyordu. HSYK istediği hakim ve savcıları, bir türlü atamıyordu... Bunun halli gerekti.

 

2010'da bazı özgürlükler ve demokratik hakları içeren havuçla, yargıyı düzenleyen sopayı içeren, Anayasa değişikliğini bazı solcuları, libarelleri de arkasına alarak, "yetmez ama evet" sloganlarıyla halkoyu desteği ile, istediği yetkileri aldı.

 

HSYK da değişiklikler yapıldı, böylece Danıştay, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi engel olmaktan çıktı. Artık"kim tutar seni"modundaydı ki, önce MİT başkanının tutuklanma hikayesi ortaya çıktı, ne oluyordu.. İyi gitmeyen bir şeyler vardı..

17-25 Aralık yolsuzluk tapeleri ortaya saçılınca ip koptu.

 

Hükümet, Fethullah Gülen Cemaatinin darbe yaptığını dile getirip "Özel Yetkili Savcı ve Mahkemelere" yönelince, bu kez Ergenekon, Balyoz, Oda Tv ve diğer tüm davaların, bir cemaat kumpası olduğu ortaya çıktı. Tüm tutuklu asker, yazar, gazeteci, aydın serbest kaldı, sonraki yargılamalarda beraat etti. Kumpası hazırlayan emniyetçiler, hakim , savcılar suçlandı.

Çoğu yurt dışına kaçtı, kaçamayanlar tutuklandı.

 

AKP iktidarı özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Fethullah Gülen Cemaati arasında kıyasıya savaş başladı.

2015 7 Haziranında yapılan seçimlerde, tüm bu gelişmeler nedeniyle AKP tek başına iktidarı kaybetti. Bu AKP ve Recep Tayyip Erdoğan için kıyametin başlangıcı olabilirdi. Buna izin verilemezdi, yeni seçim yapılmasına karşın, "yeniden seçime" gidilmeliydi ve bu kez kazanmak için her şey yapılmalıydı.

 

PKK  ve IŞİT, imdada yetişti   Temmuzda Sruç'ta 2 polisin uykuda şehit edilmesi ve IŞİT'in sınır ihlaliyle, ordu harekete geçti. Bir taraftan PKK hedefleri, diğer taraftan IŞİT hedefleri bombalandı. Suruç'ta Kobani'ye yardım götüren gençler arasında IŞİT'in patlattığı bomba sonucu ölen 33 kişi, 10 Ekim'de Ankara'da gene IŞİT'in patlattığı canlı bombayla ölen 132 kişi kaos yaratırken hükümet istikrar adına, destek istedi. HDP ve MHP'ya yüklenerek 1 Kasım seçimlerinde ezici bir zafer kazandı.

 

PKK'ya dönük operasyonlar sürerken, bu kez Güney Doğu'da hendekler kazılıyor, barikatlar kuruluyordu. Önceleri bir kaç günlük sokağa çıkma yasaklarıyla hükümet olayları bastırmak isterken, Aralık ayı ortalarında Diyarbakır'ın Sur İlçesinde, Şırnak'ın Cizre İlçesinde, Nusaybin ve Dargeçit ilçelerinde kazılan hendekleri kapatmak, barikatları yıkmak, patlayıcıları etkisiz hale getirmek ve teröristleri yakalamak için, Jandarma, Polis, Tank, top devreye sokularak, temizlik bitene kadar sokağa çıkma yasağı ilan edildi.

 

Öğretmenlere izin verilince, okullar tatil edilince, olayın ciddiyetini anlayan halktan 200.000 kişi ilçeleri terk etti. 23 gündür süren yasak ve çatışmalar ülkenin bir bölümünü yaşanmaz hale getirirken, insanlar perişanken, onlarca asker ve polis şehit olmuşken, 250 civarında örgüt mensubu öldürülmüşken, onlarca masum sivil yaşamını yitirmişken, ülke kaos ve karmaşa içindeyken bu arada düşürülen Rus savaş uçağı krizi, ülkeye milyarlarca dolara mal olurken, bizim en büyük derdimiz ne biliyor musunuz? Başkanlık ve Özyönetim tartışmaları.

 

Rejim değişikliği hem de, nasıl? ya bölünerek ya da Cumhurbaşkanının söylemiyle Hitlervari yöntemle,üniter yapıda kalarak Hitler'in başkan seçildiğini Cumhurbaşkanı'nın ağzından duymak tam bir şoktu. Bu kadar mı istiyordu? Peki bu gün neyi istiyor da yapamıyor, ABD Başkanından daha yetkili durumda. Gerçekten bu hırsı anlamakta güçlük çekiyorum...

 

Gelecek yazıda tarihsel süreç içinde devleti ele geçirme sürecinde bilgisizlik, bencillik, hırsın ve üstünlük duygusunun toplumları nasıl çürüttüğünü, yozlaştırdığını irdeleyeceğim.

 

Yazarın Diğer Yazıları