Veysel Selen

Bu kaçıncı darbe...

Veysel Selen

Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk darbesi 27 Mayıs 1960 bizim de ömrümüze sığan ilk darbedir. 1923'den 1960'a kadar 37 yıl içinde kimsenin aklına darbe yapmak gelmediği gibi düşünmemişti de, ta ki, 27 Mayıs 1960'a kadar.

1950-1960 arasında, CHP'nin tek parti devleti anlayışına son vermesi ve çok partili demokrasiye geçişle, DP (Demokrat Parti) mecliste çoğunluğu sağlar.

"Yeter söz milletindir" sloganıyla öncelikle CHP'den yılların öcünü alır, başta parti binalar tüm varlığına el koyar.

CHP'nin kurduğu, Halkevi, Köy Enstitüleri gibi, geniş halk kitlelerini ilgilendiren yararlı kuruluşları kaldırır.

Yargıyı denetim altına alır, yetmezmiş gibi Mecliste tahkikat komisyonu kurar.

Vatan Cephesi adıyla halkı ayrıştırır. DP'li olmayanları yaşamın her alanından uzaklaştırır.

Otoriterlik ve baskı öyle bir noktaya gelmiştir ki, yaklaşan seçimlerde halkın tavrı beklenmeden ordu içindeki 37 kişilik bir "cunta" darbe yapar. 

İşte, benim kuşağımın çocuk hatıralarında yer alan, bu darbe, Türkiye'nin ilk darbesidir.

İletişim güçlüğünden olacak, darbe sabahı okula gitmiştik öğretmenler, "ihtilal oldu hadi herkes evine" deyip bizi eve göndermişlerdi.

Atatürk İlk okulundan eve giderken Cumhuriyet caddesinde tankları görünce, Arnavut kaldırımı taşlardan daha yeni kurtulup asfalt olan caddenin asfaltının tank paletleriyle bozulması kalmış aklımda. Sonrasında sırf Yassıada duruşmalarını izlemek için alınan radyodan naklen yayınlanan duruşmalar.

Hürriyetimize yeniden kavuştuğumuz belirtilip bunu yeni, yepyen bir anayasa ile de taçlandıran yönetim, o günü yani 27 Mayıs gününü, bize 1963'den 1982'ye kadar "Hürriyet ve Anayasa Bayramı" olarak kutlattı.

Demokrat Parti başbakanı Adnan Menderes ve iki arkadaşı asıldı. Hürriyet ve demokrasi düşmanı ilan edildi.

Sonra birden, otoriter eğilim gösteren, baskıcı DP ve onun başbakanı Adnan Menderes, demokrasi şehidi ilan edilip, 27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı tu kaka oldu!.

1961 Anayasası ile hürriyetler garantiye alındı ve halka daha çok özgürlük sağlandı;

Devlet  sıfırdan yeniden kuruldu, (bu günde devletin sıfırdan kurulacağı söyleniyor).

Devlet organizasyonu, Yasama- Yargı- Yürütme diye güçler ayrılığı esasına dayandırıldı.

TBMM, Cumhuriyet Senatosu ve Millet Meclisi olarak ayrıldı, yasaların daha sağlıklı çıkması için.

Yasaların Anayasaya uygunluğunu denetlenesi için Anayasa Mahkemesi oluşturuldu.

Kalkınmanın planlı olması için Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kuruldu.

Sendika kurma ve grev hakkı verildi.

Üniversiteler bilim üretsin diye özerklik verildi.

TRT iktidarın borazanı olmasın diye özerk hale getirildi.

Bu benim az da olsa bedel ödediğim il müdahaleydi.

1962'de yurt dışında olduğu için, darbe yapan 37 kişinin içinde olmadığına içerlenen, Harp Okulu komutanı Talat Aydemir, öğrencileriyle ayaklandı, ayaklanma bastırıldı, tutuklandı.

Anayasanın kabulü nedeniyle çıkan aftan yararlanıp yeniden görevine atandı, bu kez anayasada belirtilen reformlar yerine getirilmediği gerekçesiyle, yeniden ayaklandı, hareket bastırıldı, bir arkadaşıyla idam cezasına çarptırıldı ve infaz edildi.

Böylece 2 başarısız ayaklanmamız oldu.

1961 anayasasının sağladığı özgürlükçü ortam, halk için  her ne kadar iyi olsa da, bazı askerler ve onlara yön veren siviller, bu kadar özgürlükten ve bir şey yapılmamasından rahatsızdı. Liberal ve sosyalist düşüncenin güçlenmesi, sendikaların işçileriyle bütünleşip büyümesinin yarattığı rahatsızlıkla yöneticilerin suçu anayasaya yüklemek için, el altından desteklediği terör faaliyetleri bahane edilerek, 12 Mart 1971 de ordu hükümete "Muhtıra" verdi.

Nihayet bu "bol" geldiği söylenen anayasa biraz daraltılıp üste oturtulacaktı.

Muhtıra hükümetleri, öncelikle özgürlükleri kısıtladı, sendikaları baskı altına aldı, bağımsız Türkiye sevdası içindeki öğrenci hareketlerini bastırılarak çok sayıda öğrenci öldürüldü.

Hükümet istifa etti, yerine "Partiler Üstü" bir hükümet kuruldu. Üniversite ve TRT özerkliği kalktı, Kanun Hükmünde Kararname hakkı alarak çabuk müdahale yetkisi aldı, Sendikal haklar kısıtlandı, Askeri Yüksek idare mahkemesi kuruldu v.s.

Ve Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan asılarak ülke bir kez daha kurtuldu!..

Siyasi Partilerin ülkeyi kalkındırmak ve yönetmek adına birbirleriyle yarışı askeri çevrelerde için için rahatsızlık yaratıyordu, gençlerin, sivil toplum kuruluşlarının özgürlüklerden yararlanması yeni rahatsızlık vermesine son vermek gerekiyordu.

Müdahale ortamı sağlamak için yaratılan ortama, TBMM'nin cumhurbaşkanı seçmesinde uzlaşamaması ve tırmandırılarak halkta bezginlik yaratan terör bahane edilerek, 12 Eylül 1980'de, emir komuta birliği içinde ordu, Yönetime el koydu. Başarılı bir darbemiz daha oldu.

5 Generalden oluşan "Milli Birlik Komitesi", babasının çiftliği gibi ülkeyi konsey kararlarıyla yönetmeye başladı. Bu arada hala "bol" geldiği iddia edilen anayasa yürürlükten kaldırıldı.

Devlet yeniden "sıfırdan" kurulacaktı.

Yeni bir anayasa yapıldı (1982 anayasası), meşruiyet sağlamak için halk oyuna sunuldu, %92 kabul oyu aldı, darbe lideri Kenan Evren devlet başkanı oldu.

Seçim yasası ve siyasi parti yasası ile parlamento dizayn edilmeye çalışıldı ama ne mümkün halkın bastırmasıyla siyasal partiler yeniden kendi ihtiras ve isteklerini gerçekleştirmenin peşine düştü.

12 Eylül darbesi bedelini benim de ödediğim bir darbe oldu.

Anayasa değişiklikleri ile ortam biraz özgürleşince, çeşitli partilerin koalisyonu ile yaşanan 1990 lı yılları ortasında Refah partisi gibi dinci bir partiyle DYP koalisyon kurdu. Refah partisi lideri Necmettin Erbakan'ın öz güvenli hareketleri tepki topladı. Müdahalenin ayak sesleri duyuluyordu.

Dinci bir partiye ve ortağına , ordu ve bürokrasi merkezli, Fethullah Gülen'in de destek verdiği, irtcaya karşı post-modern bir müdahale yapıldı.

Böylece, idari, hukuki, siyasal, toplumsal bir süreç başladı. Dinci kesimin eline mağduriyet edebiyatı yapacağı ve uzun süre nemalanacağı bir fırsat çıktı. Dinci kesim bu müdahaleyi unutmadı,  2002'de AKP'nin iktidar olmasıyla önce güçlenmeyi hedeflediler, kendilerini topluma ve uluslar arası kamu oyuna benimsetince Atatürkçülüğe, laikliğe, cumhuriyetin temel ilkelerine aykırı söylem ve davranış içine girdiler.

Rejimin tehlikeye düştüğü düşüncesiyle, 27 Nisan 2007'de zamanın genelkurmay başkanı, internet ortamında bir muhtıra yayınladı ve hükümetin dikkatini çekti.

Böylece bir de "e-muhtıramız" oldu.

Hükümet ve ortağı Fethullah Gülen Cemaati askerin bu vesayetinden çok rahatsızdı. Askere bir ders gerekiyordu bu vesileyle belki vesayetten de kurtulabilirlerdi.

Ordunun Atatürkçü, cumhuriyet değerlerine saygılı, laik komutanlarını devre dışı bırakmak için, en aşağılık, en pespaye iftiralarla kurulan kumpasa ne yazık ki iktidar da destek verdi.

Sahte belgelerle, polisle, savcılarla, mahkemelerle ve gizli tanıklarla, hükümet kendi ordusuna darbe yaptı. Yüzlerce subay, Genelkurmay başkanı dahil, sivil kişi göz altına alındı, tutuklandı, mahkum edildi.

Böylece kendi ordusuna darbe yapan ilk ülke olduk.

İktidar ve gücü paylaşamayan 2 dinci grubun çatışmasıyla 17-25 Aralıkta yolsuzluk tapelerinin Fethullahçı grupça ortaya saçılmasıyla,hükümet kendi ortağından büyük bir darbe yedi.

Böylece kendi dinci ortağına ve başbakana darbe diye adlandırılan bir döneme girdik.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, kendisini ve ailesini hedef alan bu darbeyi hazmedemedi. Fethullah Gülen ve Cemaatini yok etmek için tek başına savaş verdi.

Kendisi bu mücadelede samimiydi ancak hükümetinin diğer üyeleri ve hakim olduğunu sandığı partisi AKP, o kadar samimi değildi. Recep Tayyip Erdoğan'ın o kadar bastırmasına, meydan meydan atarlanmasına rağmen, Gülen Cemaatinin üstüne gitmedi.

Tüm AKP'lilerin; bakanından, milletvekiline, parti yöneticisinden il-ilçe başkanına, sıradan üyesine ve taraftarına hemen hepsinin Fethullah Gülen ve Cemaatiyle bir şekilde yolları kesişmişti ve saygı duyuyorlar, laf söyletmiyorlardı.

Her şeye rağmen Recep Tayyip Erdoğan'ın baskısıyla Cemaatin, dersaneleri kapatılmaya, okulları ve yurtları denetim altına alınıp, finans kaynaklarını kurutucu tedbirler, zaman içinde alınınca, FETÖ, ordu, bürokrasi, polis ve yargıdaki gücüne güvenip başta ABD ve batı ülkelerinin desteği ile son kozunu oynamaya karar verdi.

15 Temmuz 2016 gece 21.00 sularında taraftarlarını harekete geçirip başta TBMM, Özel Kuvvetler Komutanlığı, Ankara Emniyeti ve daha başka yerleri uçaklarla bombalayıp, Ankara ve İstanbul'da halka ateş açtırmış Cumhurbaşkanının şahsına dönük suikast planlamıştır. 240 kişi şehit olmuş, 2400 kişi yaralanmıştır.

Zaten işbirliği ile yerle yeksan edilen ordunun karargahında, Genelkurmay başkanlığında, bizzat Genelkurmay başkanı, 2. yardımcısı, Kara kuvvetler komutanı esir edilmiş, öteki komutanlarda düğünlerde derdest edilmişlerdir.

Neyse ki halkın ve polisin ve darbeye katılmamış askerlerin ferasetiyle, bu kalkışma akamete uğratılıp hükümet denetimi sağlamıştır.

MİT uyumuş, ordu karargahları uyumuş, komutanlar uyumuş, Cumhurbaşkanı ve hükümet kör ve sağır hale getirilmiştir.

Böylece başarısız bir kalkışmamız daha olmuştur.

Asıl sorumlulardan hesap sormadan, köklü tedbirler dayanışmayla alınmadan, sırf kalkışmadan ötürü fırsat bu fırsat deyip ben yaparım olur diyerek, asıl darbe orduya indiriliyor. Oysa Cumhurbaşkanı, hükümet, AKP grubu, FETÖ'ye destek veren yataklık yapan herkes asıl sorumludur.

Sorun TBMM'de etraflıca tartışılarak çözülmeli.

Evet,ülkenin sağcı yöneticilerine emanetinden beri, 56 yılda, sırf yöneticilerimizin yetersizliğinden dolayı, siyasal hayatımızda ; 2 büyük gerçek darbe (27 Mayıs, 12 Eylül), 2 ayaklanma (21 şubat 1962- 21 Mayıs 1963), 3 muhtıra (12 Mart 1971, 28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007), 2 iç darbe ( 2008 2012 Ergenekon- 20 Ocak 2010 Balyoz- 10 Şubat 2011 Askeri casusluk davaları,  17-25 aralık 2013 Tayyip Erdoğan yolsuzluk darbesi).  1 kalkışma ( 15 Temmuz başarısız FETÖ kalkışması.) olmuştur.

Devletin yeniden sıfırdan yapılanacağı açıklanıyor. Bu kaçıncı yeniden-sıfırdan yapılanma sanırım 3.

Bu anlayış, bu zihniyet sürerse daha çok darbe, muhtıra, kalkışma görürüz.

Halkın temsilcilerinin eksiksiz katılımıyla, sivil toplum kuruluşlarının katkısıyla, Üniversitelerin katkısıyla; tam demokratik, özgürlükçü, hukukun üstünlüğüne dayanan, eşit yurttaşlığı gözeten, sosyal devlet ilkesiyle laikliğe saygılı bir anayasayla aşarız sorunu.

Ülkeyi yönetenlerin hırslarından ve gizli ajandalarından sıyrılmaları şartıyla.

Yazarın Diğer Yazıları