Veysel Selen

Basın tarihinin kara sayfaları

Veysel Selen

Can Dündar ve Erdem Gül'ün hukukçuların çok büyük bölümü tarafından "yasal dayanağı olmayan" gerekçelerle tutuklanmaları basınımızın karanlık tarihine eklenen son sayfa oldu. 1860'da Agah Efendi'nin çıkardığı ilk özel gazete olan Tercüman-ı Ahval ile başladı bu karanlık sayfalar. Dönemin ünlü kalemlerinden, Namık Kemal, Şinasi, Ahmet Vefik de bu gazetede yazmaktadır. Kırım Savaşının toplumsal ve ekonomik yıkımlarını dile getirdikleri için sürgünle tanışırlar. Başta Padişah ve hükümet anlar ki basını mutlaka denetim altına almak, yönlendirmek gerek.  Önce sadece 1858 tarihli ceza yasasında 3 maddeyle düzenlenen basın alanında 1864'de Matbuat Nizamnamesi ile daha sıkı baskılanır.

Bu kez de Girit'te uğranılan başarısızlık dile dolanmıştır, baskıyı artırmak için Kararname-i Ali yayımlanır, tek sayfalık bu kararnameye ek olarak 1876'da "sansür" de eklenince 1909'a kadar basın alanını zifiri karanlığa gömülmüştür. 2. Meşrutiyetle önce sansür kalkar ve görece bir rahatlama gelse de bu uzun sürmez 31 Mart Vakasıyla sansür yeniden başlar. Gazeteci ölümleri karanlığı arttırır. Anadolu'da bağımsızlık savaşı başladığında İstanbul basını Mustafa Kemal'i ve Kurtuluş Savaşını ağır şekilde eleştirirler. İzmir'in kurtuluşundan sonra günah çıkarsalar da İstiklal Mahkemelerinde yargılanırlar, Ali Kemal ise halk tarafından linç edilir. Yargılananlar beraat eder. Hilafeti savundukları için bir kez daha yargılamalar gelir. Anadolu basını ise daha rahattır.

1925'de Şeyh Sait Ayaklanması sonucu çıkan Takrir-i Sükun Kanunu ve ilan edilen sıkıyönetim karanlığın bitmeyeceğinin göstergesidir. Yargılamalar, hapis cezaları gazetelerin geçici kapanmaları alışıldık olaylardan sayılır. İsyanın bastırılması basın alanında ortamı biraz ağartır, ancak bu kez 2. Dünya Savaşı nedeniyle ilan edilen sıkıyönetim gazeteleri zaman zaman kapanmasına ve takip altına alınmasına yol açar. Savaşın sonunda Türkiye çok partili demokrasiye geçince doğan iyimserlik havasında CHP'den ayrılıp Demokrat Partiyi kuran Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuad Köprülü komünist diye mimlenen Zekeriya Sertel'in Tan gazetesi ve bu gazetenin yan ürünü olan "Cephe Dergisi"nde Behice Boran, Sabahattin Ali, Niyazi Berkes, Pertev Naili Boratav'larla birlikte yazılar yazarlar.Celal Bayar grubuna rağmen 4 Aralık 1945'de 10  bin kişilik kışkırtılmış muhafazakar kitle Tan Gazetesini basar her şeyi tahrip eder.  Basınımızın  bu en karanlık sayfası aynı zamanda demokrasiye geçiş sayfasıdır. Türk muhafazakarları ya da Türk sağı baskınla ileride ne kadar baskıcı olacağını da ortaya koymuştur böylece. Demokrat Partisinin ilk 4 yılı basının aydınlıkla balayını gibidir.

6-7 Eylül 1955 olayları sonucu ilan edilen sıkıyönetim bu aydınlığı yeni ve daha koyu karanlığa sokar. İktidar gazeteleri ve iktidarca desteklenen "besleme basın" dönemi iktidarın elindeki kağıt, ilan, reklam gibi araçların kötü amaçlı kullanımının yolunu açar. 1954-1960 arasında basına 1161 dava açılır, 238 mahkumiyet kararı çıkar.

1961 Anayasası DP'nin bu 6 yıllık uygulamasından ders çıkararak Basın özgürlüğünü Anayasal Teminat" altına almak için "basın hürdür, sansür edilemez,yayın yasağı konamaz, gazete dergi toplatılamaz, haber- düşünce yayınlanması engellenemez, basım evi ve araçlarına el konulamaz" hükümlerini getirdiyse bile  12 Mart 1971 muhtırasıyla devreye giren sıkıyönetimle karanlık sayfalar yeniden başlar, onlarca gazeteci tutuklanır, mahkumiyet alır, 1980'ne gelinceye kadar basın ülkedeki demokratik havadan yararlanır. Bu dönemin en karanlık olayı 1978'de Abdi İpekci'nin öldürülmesidir.

12 Eylül 1980 askeri darbesi basının üstüne karabasan gibi çöker.Bir çok gazete dergi kapatılır, gazeteciler tutuklanır, İlhan Erdost dövülerek öldürülür, Gazeteler geçici olarak kapatılır, sıkıyönetimce bazı haberlere yasak gelir, hatta telefonla haber dikte ettirilir. 1982 Anayasası basın alanını ve özgürlüklerini her ne kadar Kenan Evren'e göre düzenlemişse de anayasal teminat altındadır. Ancak başka tehlike vardır Devlet Güvenlik Mahkemeleri ve Olağanüstü Hal yasaları. DGM'ler 1990 a kadar 300 yayın için toplatma kararı verir, milyarlarca liralık ceza keser. 1991 de gazeteler ve gazeteciler hakkında 73 dava açılır, 77 gazete- dergi toplatılır. Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Çetin Emeç başta olmak olmak üzere 19 gazeteci öldürülür. Karanlık sayfalar devam ederken basın ve televizyon, radyo ve bilgi sayar alanında yapısal ve teknolojik değişimler başladı dünyadaki gelişmelere koşut. Gazetecilik, televizyon haberciliği artık salt toplumu bilgilendirmek, aydınlatmak, taze haber sunmak olmayıp artık sanayinin ve piyasanın temeli olan arz-talep mekanizmasının aracı olarak kar eden kuruluşlar olarak görüldü. İsim değiştirip  "MEDYA" olarak adlandırıldı. Rekabetin, yarışmanın piyasa kurallarının gereği olarak öne geçmek, en okunur, en izlenir olmak için  medya patronları artık öz kaynakla yetinmeyip banka kredileri ve hazine desteği ile rekabeti tırmandırdı.

Globalleşme, dünyaya açılma  medyayı öylesine sardı ki dönemin gereği olarak kurulan BBDK ve TMSF aracılığıyla el konulan bankalar nedeniyle onlarca gazete dergi, ulusal televizyon, radyo matbaa, dağıtım sistemi devletin eline geçti. Devlet en büyük medya patronu oldu. Medyayı yönlendirme, yönetme, baskı altına alma, istediği haberi yayımlatma,politikalarını geniş kitlelere kabul ettirmeyi seven iktidarlar için bulunmaz bir fırsattı bu. Devlet elindeki yüzlerce medya kuruluşunu kendisine hizmet etmesi için gene kendisine bağlılığını sunan, bağlı gören kişilere adeta dağıttı, yakınlarına gene devlet bankası kredileriyle verdi. İstediği gibi davranmayanları yeniden TMSF aracılığıyla el koyup yandaş olacaklara dağıttı.

Tıpkı 1955- 60 arasındaki "besleme basın" gibi "yandaş basın" doğdu. Muhalefete tahammülü olmayan iktidar, yandaş basını kullanarak susturamadığı medyayı, bu kez baskı altına aldığı mahkemeler (DGM nin yerini alan Özel  Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri, onların kapanmasıyla bu kez Sulh ceza hakimleri) eliyle,  uydurulmuş delillerle  örneğin Ergenekon davasında; Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Nedim Şener, Ahmet Şık, Hikmet Çiçek ve 70'e aşkın gazeteci tutuklanmış, yıllarca tutuklulukları sürmüştü. yüzlerce gazeteci eleştirileri nedeniyle , ya darbeci  olarak suçlanmış ya da Cumhurbaşkanına hakaret nedeniyle mahkemelere verilerek karanlığa sürüklenmiş, iktidar baskısıyla işinden edilmiş, iş bulması engellenmiş, cemaat medyası kayyımlara devredilip karanlık koyulaştırılmıştır.

Sonunda daha önce yayımlanmış bir haberi bahane ederek yasal dayanağı olmadan tek hakimli Sulh Ceza Mahkemesince Cumhuriyet Gazetesi genel yayın yönetmeni Can Dündar ve aynı gazetenin Ankara temsilcisi Erdem Gül'ü kaçma ve delil karartma imkansız olduğu halde tutukladı. Basının kara sayfalarına bir kara sayfa daha eklediler, bu kara sayfalar giderek artacak gibi. O kadar çok kara sayfa var ki bu sayfalar nedeniyle basınımız (medyamız) karanlık bir tarih adeta...

Yazarın Diğer Yazıları