Yunus Türkoğlu

Katırcı Musa Dayı

Yunus Türkoğlu

Kahramanımız; sekiz köşeli kasketi, oduncu gömleği ile yeleği, köstekli saati, omzuna astığı çapraz tüfeği, çuval kumaşına benzeyen kalın kaşe pantolonu, hantal botları, meşin gocuğu, üstü işlemeli metal tablası, sarı kehribar ağızlığı, elinde otuzüçlük Oltu taşı tespihiyle ve yorgun bakışlarıyla hayal-meyal hatırlayabildiğim Merhum Katırcı Musa Dayıdır!

Reşadiye’de gün akşama ermiş etraf karanlıklara bürünmüştü artık! Musa Dayı mağrip namazını kılmış günün yorgunluğunu üzerinden atmak için çıtır çıtır yanan ateşin önündeki asırlık meşe ağacına sırtını dayayıp oturmuştu. Çakır gözlerinde çakan hasret sevdaları, puslu gönül aynasında ise fasl-ı hazan vardı! Gökyüzünde ay şavkını vurup yıldızlar yanıp sönerken, göz alabildiğine uzanan koyu lacivert Vangölü sularının kıyıya vuran dalga sesleriyle, arada atların kişnemesi ve baykuşların kesik kesik ötmesiydi sessizliği bozan. Yıllarca bin bir zorlukla kat ettiği kar beyaz zirvelerdi yeniden karşısında heybetle duran!

Musa Dayı, dağlara, ormanlara, serin yaylalara, çağlayarak akan ırmaklara, martıların pike yapıp denize dalışına, meltemlerin kanadına, yeşeren körpe yapraklara, asumanı beleyen yıldızlara, yağmurdan sonraki toprak kokusuna, uzun ayrılıklardan sonra cananına kavuşmaya, pınarlardan su içen ceylanlara, şafakta esen rüzgârlara, tabiata ve dahi tabiatı var eden Rabbi’ne âşıktı!

 Cebinden tablasını çıkarıp, tütünü ve peri alıp bir cigara sardı. Ateş üzerinde demlenen çaydan vefakâr zevcesi Hanım’ın getirdiği mis kokulu çayı yudumlarken düşüncelere dalıp gitmişti!  Van’a kadar Küheylan olup dörtnala koşmak isterdi fakat ardında bıraktığı memleketi Bitlis’te yüreğini tutuşturan hatıralarıyla ve en üzücüsü hasımlarının zehirlediği katırları aklına takılmış yine yüreği tutuşmuştu! “Nasıl düşerdi insan böyle bir gaflete” diye hayıflanmıştı içten içe… Bu duygular içinde zaman bir yudum çayın tadında, bir nefes dumanın ardından eriyip gitmişti işte…

Katırcı Musa Dayı derlerdi ona, ömrü at sırtında ve dağlarda geçse, ıssız ormanların koynunda yatsa, soğuk pınarların sularından içse de hiçbir zaman dağ adamı olmamış, hep gönül adamı olmuş ve öyle de kalmıştı! İçindeki sabrı hiçbir zaman sürgüne göndermemiş ve bu meşakkatli hayatı yavrularının hatırı için inatla kovalamıştı…

Ilık bir Haziran ayında gün ağarırken kervanla Bitlis’ten Van doğru yola çıkarlarken, dert ortağı, can dostu merhum Semerci Şükrü Sezer ile Hanımı Bedriye Eze onları yola salmıştı. Gözyaşları pınar olmuş akar gözden, ayrılık bu söyle ne gelir elden! Musa Dayı, hanımı ve üç çocuğu at sırtında, arkalarında ise birkaç katıra yükledikleri denkleriyle yolculuklarına devam ederlerken çok sevdikleri Yeşil Bitlis’i, dostlarını, “Beş Minare” ve hatıralarını geride bırakmışlardı…

Rahva’ya çıkınca dağların karlı zirveleri, etrafın yeşilliği ve açan çiçeklerle renkten renge dönen ovalar, çağlayıp akan derelerin ruhları okşayan güzellikleriyle “Elaman Kervansarayı”nın kalıntılarının yanından süzülerek ilerliyorlardı. Rahva’nın sonundaki tepeden Vangölü’nün mavisiyle Tatvan’ın güzelliğini müşahede ederken yüreklerde Keremce sevdalar, menzile giden yolda bazen çilelerle örülü vakitlerde olacaktı!

Vakti zamanında Merhum Musa dayı’nın epeyce at ve katırları vardı, günün şartlarına göre Bitlis’in köy ve ilçelerine nakliye yapar; un, şeker, yağ gibi erzaklar taşır dururdu. Dağlarda kesilen odunları Bitlis merkeze getirir, günlük yevmiyesini alnının teriyle helalinden temin ederdi. Mutki’den üzüm, Baykan’dan patates, soğan, Ahlât’tan ceviz, Norşin’den tütün, Hizan’dan elma, belki de çırpınan yüreğiyle Nurs Köyü’nden nurları derip getirirdi sevenlerine!

Tatvan’da mola verilirken tandırdan henüz çıkmış nefis biryanlar yenir, çaylar içilir. Hayvanlar sulanıp doyurulup ve dinlendirildikten sonra yola devam edilir. Cennet manzaralarını hatırlatan yemyeşil bağlar, bahçeler, akan sular ve kuş cıvıltıları arasında yapılan yolculuk akşama doğru hayal kadar güzel Reşadiye koyunda sona ermiştir. Gece burada geçirilecek sabah tekrardan yola devam edilecektir. Yolun zorluğuna zahmetine aldırma gönül, sabreyle sonunda rahmet ile beraber hayırlı devranlar gelir elbet… 

Sabah namazı kılınıp dualar edildikten sonra kervan yola koyulur. Zorluklarla Kuzgunkıran Dağı aşılır, sol tarafta Akdamar Adası hayranlıkla seyran edilir. Vangölü kıyıları takip edilerek Gevaş’a varılır. Gece burada geçirildikten sonra sabah yolculuk tekrardan devam eder. Geçerken Engil Çayı’nı ruhları doyuran bir manevi âlem burası, Edremit’i görünce unutuldu yürünen taşlı yollar, koklansın artık laleler-güller!

İkindi sonrası Meteoroloji Mahallesi’ndeki kayınbiraderi Naif’in evinin bahçesinde yolculuk son bulmuştur. Hayvanlar gölgeye çekilir, yükler indirilirken menzile varılmış çileler sona ermiştir nihayet… Rahmetli Musa Güngör veya namı diğer Katırcı Musa dayı, bir süre sonra Haçort Düzü’ne yakın bir yerden arsa alır yarı Van, yarı Bitlis tarzında kerpiçten bahçeli bir ev yaptırır. Van’da bir süre katırcılık işini devam ettirdikten sonra 1971 yılında vefat eder. Kabri Garipler Mezarlığı’ndadır. Her nefis ölerek döner Rabbine… Mekânı cennet olsun.

Bu yazıda kişiler ve göç olayı gerçektir, yol boyunca yaşanan maceralar hayal ürünü olup tarafımdan edebi türde kaleme alınmıştır! Söylenmeye değer ne varsa kuyumcu terazisiyle tartıp anlatma gayretinde bulundum. 

Üç evladı vefat etmis olup, büyük kızı Adana’da, onun bir küçüğü olan yengem Van’da, İzmir, Aydın, Bursa, Gaziantep ve Van’da diğer yakınları ikamet etmekteler… Türlü imtihanlarla sınanıyoruz, inanın dünya her dem keder, insana çeşit ve renkte hayat köyneğin biçiyor kader…

Nice bayramlara…

Yazarın Diğer Yazıları