Ümran Öztürk

Radyolu günlerimiz

Ümran Öztürk

Radyo denildiğinde hep çocukluğuma, radyo sevdalısı olan babamın gençliğine, yaşlılığına yolculuk yaparım. O yüzdendir ki; radyo ile hiç temasım kesilmedi. Okuldan eve geldiğimde kapının önünde birkaç dakika durur içeriye kulak kabartırdım.  Şayet evden radyo sesi geliyorsa o zaman babamın evde olduğunu anlardım.

Radyomuz evin en değerli eşyası konumundaydı. Nasıl olmasın dünyayla iletişimimizi sağlayan asrın en harika en mucizevi kitle iletişim aracıydı. Hal böyle olunca onun bakımı da çok önemli oluyordu. Tozu alınmış, örtüsü üzerine örtülmüş, orta dalga Ankara Radyosuna ayarlı dinlemeye hep hazır durumdaydı.

 Bir radyo dinleyicisinin en kötü anı radyo pilinin bitmesidir. Bu nedenle pille çalışan radyomuzun mutlaka pili, yedeği ile birlikte evde bulunacaktı. Bittiği an yerine yenisi alınıp konulacaktı. Bu işten önceleri annem sorumluyken daha sonra ablama verilmişti bu ulvi görev. Öyle şakaya gelmezdi bizde radyonun bakımı. Ciddiyet ve özen isterdi. Bu yüzden sistem tıkır tıkır çalışıyordu.  İşten eve gelen babamın ilk işi radyonun düğmesini çevirmekti. Babam sayesinde radyo frekanslarını, teknik alanlarını az da olsa öğrenmiştik.

Radyo istasyonları orta,uzun ve kısa dalga adlarıyla anılırdı. Düğmeleri vardı döndüre döndüre istasyon arardık. İstasyon ararken çıkan sesler sinir bozucu olsa da alıcılarınız kuvvetliyse Sofya,Moskova, Bükreş,BBC, Amerika'nın sesi gibi istasyonlara ulaşabiliyordunuz . Bunun için de radyonuza toprak hattı bağlantısı yapılması kaçınılmazdı.

 Evimizde genellikle orta dalga dinlenirken, mahallemizin genç kızları ve delikanlıları arabesk müziğin ve  Türkçe sözlü hafif müziğin en çok çalındığı kısa dalga meteoroloji, polis radyosunu dinlerdi. Çok dikkatli bir radyo dinleyicisi olan babam hangi saatte, hangi radyo kanalında, hangi program var hiç şaşmaz bilirdi. Böylelikle evde kitap okuma ve ders çalışma saatlerimiz babamın ince ayarıyla radyo saatine göre ayarlanırdı.

O dönemlerde iyi bir radyo dinleyicisi Orhan Boran ve Yuki' yi yakından bilirdi. Orhan Boran'lı dakikalar isminde  bir de yarışma programı vardı. Bu programla dinleyici; bilgisini ölçerdi. Bu da diğerleri gibi evlerin  neşe kaynağı radyo programıydı.

Sabahları halk hikayeleri yayınlanırdı. Ardından da 07.30  ajanslarını  yol ve hava durumuna bağlarlardı.  Arkasından bizim okul telaşımıza karışan koro ve solo türkülere geçilirdi. Kulağımızda kalan son türküyle okul yolunu tutardık.

Bayram ve yılbaşı programları ayrı bir keyifti. Sabah haberlerinin ardından bayram sabahı Mustafa Kandıralı ve arkadaşları, insanın içini kıpı kıpır yapan, bayram sevincini içinize taşıyan oyun havaları ile dinleyiciyle buluşurdu. Gece solistler geçidi ve en son gecenin ağır topları Müzeyyen Senar,Hamiyet Yüceses, daha niceleri ve "Sanat Güneşi"miz Zeki Müren bizi duygudan duyguya sürükleyen şarkılarıyla geceye taşırdı.

Reklam kuşakları ayrı bir renkti. Sanat Güneşi'miz Zeki Müren'in "Gözünüz yolda, kulağınız bende olsun sevgili şoför kardeşlerim"  sözleri ardından dinleyiciye mükemmel Türkçesiyle hitap eden o hayranlık uyandıran tınısıyla araba lastiği reklamıyla şoförlere seslenirdi.

Bir de "Zeki Müren'le baş başa" özel programı olurdu ki bu dinleyiciyi radyolara kilitlerdi. Şarkılara geçmeden önce, gündemdeki konuları içeren şarkı anonsları yapar ve kısa hikayeler de okurdu düzgün Türkçesi ile. Radyonun en çok dinlenen saatleriydi bu saatler.

Reklamları cazip kılan reklam aralarında dinleyiciyi radyo başında tutan programlar da vardı. Bunlardan en bilineni "Unutulmayan hatıralar"dı. En çok kadın dinleyicisi olan bu programın kaynağı, dinleyicilerin gerçek yaşanmış hikâyeleriydi. Seslendirme sanatçıları, bu programla sizleri birkaç dakika sonra  olağanüstü  anlatımlarıyla radyoya bağlarlardı. Hikâyeler, ruhunuza yapılan küçük dokunuşlarla hayal dünyanızda yerini alırdı.

Türküler geçidi başladı mı babamın çayı mutlaka hazır olacaktı. Türküleri  çok seven, türkülerde hep dertlenen babamın hasta yatağında bile küçük radyosu hep başucundaydı. O güzelim türküler onu; hayalden düşe, düşten gerçeğe taşırdı.

Arkası yarın ve radyo tiyatrosu kuşağının tadına varanlar bu dönemleri bilir hatta özlerler. Yaşar Kemal'in ölümsüz eseri İnce memed'i , Necati Cumalı'nın Nalınlar' ı Ömer Seyfettin'in Yalnız Efe'si bu arkası yarın kuşağında dinlemiştim.

Bizim kuşak görmeden sevenler kuşağıydı. Görmeden sevdiklerimiz de  Olcay Poyraz, Tomris Oğuzalp, Işık Yenersu, Yıdırım Önal, Kerim Avşar ,Müşfik Kenter,Rüştü Asyalı ve daha niceleriydi. Bizim kuşak onların seslerini nerede olsa tanırdı.

Her akşam hafta içi yayınlanan arkası yarın tiyatro oyunlarını büyük bir zevkle dinlerdik. Bir de Perşembe geceleri yayınlanan ve hiç kaçırmadığımız radyo tiyatrosu kuşağı vardı. Nefesimizi tutarak dinlediğimiz bilinen romanların seslendirilmesi, efektler bizi hikayenin içine çekerken, olayları gözümüzde canlandırırdık. Çocuk programları ayrı bir özenle hazırlanırdı.

Programlar arasında çalınan hafif müzikler terapi gibi gelirdi bana. Hiç bitsin istemezdim sözsüz müzikler. Ben onların içini sözcüklerle doldururdum. Daha o zamanlar  sözcükleri rakamlardan  çok sevmeye başlamıştım.

Yine o dönemlerde yayın kesilerek, " Kanamalı bir hasta için çok acele … kana ihtiyaç vardır. Kan vermek isteyenlerin…"  diye devam eden anonslar içimizi acıttığı kadar hafızamızda da yer etmişti.

Radyoda maç yayınları ise en gergin anlarımdı. Eğer kışı Yüksekova'da geçiriyorsanız maç dinlemeyi sevmiyorsanız ve kaçacak başka bir odanız yoksa sizden bedbahtı yoktur . Seyircinin tezahüratı adeta bir uğultu gibi yankılanırdı odanın içinde. 

Bunlar sihirli kutumuz, mutluluğun sesi eski radyolarımızdan bize kalan anılarımızdı.

Yıllar sonra radyoların çok çeşitlisi çıktı ama hiç biri eski radyoların verdiği sıcaklığı veremedi bana.

O radyolar aileyi birleştiren bir misyonu üstlenmiş gibiydi. Birlikte, dinlemeyi, birlikte öğrenmeyi, birlikte söylemeyi öğretiyordu. Birlikte kucaklamayı öğretmişti bize. Bugün bu yazıyı yazıyor olmam geçmişe duyduğum özlemden öte, her şeyin içtenliğini yitirmiş olmasıdır beklide.

Yazarın Diğer Yazıları